DOLAR 34,5600 0.15%
EURO 36,2279 -0.1%
ALTIN 2.979,500,60
BITCOIN 34238142,52%
İstanbul
11°

AÇIK

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

Taner Ünal

Taner Ünal

08 Temmuz 2024 Pazartesi

SUSUZ ANADOLU

SUSUZ ANADOLU
1

BEĞENDİM

ABONE OL

BATI’NIN “TÜRKSÜZ ANADOLU” HEDEFİNİN MERHALELERİNDEN BİRİSİ DE TÜRKİYENİN ANA SU KAYNAKLARINI ELE GEÇİRMEK,TÜRKİYEYİ BÖLEREK KALAN ÜÇTE İKİSİNİ YANİ ORTA VE BATI ANADOLU BAŞTA TÜRK MİLLETİNİ SUSUZ BIRAKMAKTIR.

HAVA SICAKLIĞI VE HER YIL ARTAN KURAKLIĞA BAĞLI OLARAK ÜLKEMİZİN İÇME VE SULAMA SUYU İHTİYACI SÜREKLİ ARTMAKTADIR.

BU GÜNÜN GENÇLERİNİN 30 VEYA 50 YIL SONRASI YAŞAYACAKLARI VAHİM DURUMA 38 YIL ÖNCE ÇARE OLARAK HAZIRLADIĞIMIZ, GÜZEL VATANIMIZIN HER KARIŞININ TÜM SU İHTİYACININ KARŞILANARAK CENNET HALİNE GELECEĞİ ELZEM PROJEYİ ANLATIYORUZ.

MUTLAKA OKUYUNUZ

Değerli Arkadaşlarımız Selim Sarısoy başta çok sayıda arkadaşımızın isteği üzerine 38 yıl önce Türkiye’nin su sorununu kökten çözmek için hazırladığımız çalışmayı sizlerle tekrar paylaşmaya karar verdik.

Türkiye’yi bölme ve Türksüz bir Anadolu meydana getirme çabalarının merhalelerinden birisi de kurak bir Türkiye’dir.

Türkiye’nin gerek kurak bir periyoda girmesi veya son zamanlarda iklim şartlarına dış ülkeler üzerinden müdahale çalışmaları yürütülmesi acil tedbir alınması gereken olumsuzluklar halinde karşımızda durmaktadır.

Küresel ısınma devam ettikçe kuraklık artacaktır. Bunun önüne geçilse bile kurak iklim şartlarının sürmesi sebebiyle her yıl daha az yağış düşecek 30 veya 50 yıllık süreçte insanlarımızın en büyük gereksinimlerinden biri olan akarsulardan veya kaynaklardan temin edilen su ihtiyacı karşılanamaz hale gelecektir. Böylece sulu tarım neredeyse kalmayacak şehirlerimizde insanlarımız içme ve kullanma suyu ihtiyacı ile karşı karşıya kalacaktır.

Denizlerden arıtma yoluyla elde edilecek sular ne kadar temizlenmiş olursa olsun akarsulardan veya kaynaklardan elde edilen suyun kalitesini ve sağlık şartlarını sağlaması mümkün olmayacağından hem insan sağlığı hem de yaşam kalitesi yönünden çok büyük sorunlarla karşı karşıya kalınacaktır.

Sizlerle paylaştığımız bu yazımızı okur ve daha çok okunmasına yardımcı olabilirseniz memnun olurum.

Değerli Arkadaşlarım,

Batı bölgelerimizde su kaynaklarımız azdır. Batıdan doğuya gidildikçe yükseltisi artan Anadolu yaylası ve bu yayla üzerinde yer alan dağ sıraları, yağış miktarını artıran önemli etkenler oluşturmuş, dolayısıyla yüksek Doğu Anadolu yaylası hem su kaynaklan, hem de yağmur ve kar sularıyla beslenen oldukça zengin su şebekesine sahip bir bölge durumuna gelmiştir. Ne var ki, bu yüksek yayladan kaynaklanan akarsuların hemen hepsi sınırlarımızı aşarak Irak ve Suriye topraklarında denize dökülmektedir.

Türkiye su kaynakları bakımından zengin değildir. En önemli iki kaynağımız Fırat ve Dicle’dir. Doğu Anadolu’da gözü olanlar bizim bu sulara dokunmamızı engelliyorlar. Aynı zamanda ülkemizi bölerek doğudaki su kaynaklarımıza el koymak bulunduğumuz coğrafyanın kuraklık sürecini yaşadığı bu yüzyılda Yurdumuzun Kayseri’den batısını daha susuz ve daha çorak bir hale getirmektir.

Önümüzdeki bir asırda yaşanabilecek tahditleri araştıran bir Türk Milliyetçisi kardeşiniz olarak bu durumu 40 yıl önce fark etmiş 80’li yıllarda -DSİ Planlama Müdürlüğünde görevliyken- “Dicle ve Fırat Nehirlerinin sularını yukarı kotlardan tüm Anadolu’ya yönlendirecek, önce doluluğu az barajları takviye ile başlayacak daha sonra tüm su kaynaklarını bu sisteme dahil ederek hem ileriki yıllarda artacak içme suyu ihtiyacımızı karşılayacak hem ülkemizi en ücra köşelerine kadar sulayacak” bir proje hazırlayarak üst makamlarımıza gönderdim.

Raporumuzun ikinci bölümünde Tüm su kaynaklarımızın ele alınarak müşterek bir planlama ve projelendirme ile mevcut barajlardan bir diğerine aktarma ve dengeleme yapılmak suretiyle akarsularımızın bir damlasının bile zayi edilmeden değerlendirilmesi konusunu ele almış bu konuda örnek bir çalışma da sunmuştum.

Çalışmamızın üçüncü bölümünde Dağlarımızın çıplak olduğunu bu sebeple yağışların az olduğunu, yağışların olduğu dönemlerde ise çıplak dağ ve tepelerden feyezan şeklinde gelen suların bir akarsu niteliği taşımadığı gibi ekilebilir arazilerimize zarar verdiğini bu sebeple 30 yıllık bir planlama yapılarak Türkiye’nin ağaç cenneti haline gelmesi gerektiğini aksi taktirde sularımızın sürekli azalacağını, göllerimizin kuruyacağını, doğanın şuursuzca tahrip edilmesinin bedelini çocuklarımız ödemese bile torunlarımızın ödeyeceğini ayrıntılarıyla anlatmış, yağış havzalarımızla ve ağaçlandırılması neticesinde oluşabilecek yağışlar ve toprağın veriminde artacak artışlarla ilgili hidrolojik hesaplar yaparak cennetten bir vatan yaratmamızın elzem olduğunu ayrıntılarıyla izah etmiştim.

Bu proje çalışmamız o yıllarda beğenilmiş ancak havzalar arası suların aktarılması sırasında bazı kısımlarının tünel açılarak geçilmesinin gerekeceği sebebiyle uygun bulunmamıştı. O yıllarda tünel açmanın zorluğu, uzun süre alması ve maliyetinin fazlalığı yanında Türkiye’nin kaynaklarının böyle çok büyük projeleri karşılamayacağı tabii ki belliydi. Ancak GAP’ı yapma kararlılığı gösteren Türkiye’nin böyle bir projeyi de gündeme alacağını sanmıştım.

Nitekim hazırladığımız çalışmanın önsözünde “ilerleyen yıllarda kuraklığı ve su kaynaklarına ihtiyacın artacağını, Fırat ve Dicle Sularından, sadece Güney Anadolu Projesi (GAP) kapsamında değil, Bu projenin yanında tüm Anadolu’nun sulanması şeklinde bir proje geliştirilmesinin gerektiğini” söylemiştik.

Hazırladığımız planlama çalışması ile ilgili olarak “ileri bir tarihte bu projeye ihtiyaç olabileceği bu konuyu tekrar gündeme getirmemin faydalı olacağı” şifahen söylenerek reddedilmişti.

Her ne kadar 1986 yılında DSİ’den kendi isteğimle ayrılmış olsam da DSİ hizmetleri inşaat imalat Proje ve Planlama konusunda komplike bilgi sahibi olan bir mühendis olarak yapılan işleri takip ettim.

Bu arada aynı zamanda Türk tarihi ile ilgilenen ve Atatürk yolunda mücadele veren bir Türk Milliyetçisi olarak başımıza getirilmeyen kalmadı. Hayatımızın istikrarı bozuldu. Türk tarihi ile ilgili yürüttüğümüz faaliyetler son 20 yılımızın Mahkemelerde arada bir hücrelerde geçmesi sebebiyle yara aldı.

Derken biz bu projeyi teklif edeli 38 yıl su gibi geçti. Bilhassa 2000’li yıllarda itibaren teknolojik gelişmelere paralel olarak maliyetlerde ucuzladı. Mesela eskiden tabanca dediğimiz deliciler veya vagondiril adını verdiğimiz makineli deliciler vardı. Bu alet elle delme yerine makine ile delme yapan ve çabuk bozulan bir makineydi. Fazla bir faydası yoktu. Önce Tünel aynasını çok sayıda yerinden deliyor sonra dinamit yerleştirerek patlatıyorduk. Ortalama bir veya 2 günde sadece 1 m – 1,50 m ilerleyebiliyorduk. Hâlbuki şimdi tünel açmak çok kolaylaştı. Tünel açma makineleri ile 5 ile 20 m arasında ilerlenebiliyor. Ayrıca teknolojinin gelişmesine paralel olarak maliyetler azaldı. Türkiye’nin o günle kıyaslanamayacak kadar Kaynakları oluştu. 35-40 yıl önce hayal bile edilemeyecek projeler bu gün kolaylıkla yapılabilir hale geldi.

Ancak eskiden olduğu gibi tecrübeli Mühendisler kalmadı. Projelerin oluşumuna çok acele karar veriliyor. Siyasi kararlar alınıyor. Bu sebeple çok büyük meblağlarda paralar çarçur olup gidiyor.

Su konusu şu anda en önemli meselemiz haline gelmektedir. Bu konu DSİ tarafından görülmekte ancak küçük, küçük ve çok yetersiz projeler üretilmekte su kaymaklarımız sınırlı olduğu için bu projeler nedeniyle bir başka bölgemiz veya projemizin su kaynakları zarar görmektedir.

Buna mukabil hızlı nüfus artışı ve kentleşme, gelişen tarım ve endüstri, suya olan ihtiyacı çok arttırmış, özellikle kurak ve yarı kurak bölgelerdeki ülkelerde bu ihtiyaç yaşamsal bir sorun haline gelmiştir. Bu gün bile gazetelerde Kuraklık haberleri bulunmaktadır.

Bu proje olmaz diyen varsa 38 yıl önce 29 yaşında genç bir mühendis olarak yaptığım çalışmayı bu günkü borulu sistemler başta diğer tüm suluma sistemlerine uyarlayarak yeniden hazırlayabilirim. Hatta böyle büyük bir çalışmanın mühendislik hizmetlerini hiçbir gelir talep etmeden baştan sona yürütebilirim.

Değerli Arkadaşlarım,

Tekrar yazalım Su kaynaklarımız çok azdır. Suyumuz artmamakta şu anda dünyamız ısı artışının olduğu bir periyottadır. Bu artış yüzlerce yıl sürebilir. Bu sebeple zaten su kaynakları az bir ülkede yaşamaktayken bir damla suyun bile önemli olacağı bir zaman dönemine doğru yol almaktayız

Bizim bu çalışmamız o günkü koşulların etkisiyle reddedildi. Ancak konu yıllarca DSİ’de konuşuldu. İleriye yönelik ele alınması gereken genel bir konu haline geldi, Başbakan Turgut Özal’a kadar ulaştı. Aynı dönemde Irak ve Suriye ile su görüşmeleri devam ediyordu. Turgut Özal Suriye’ye gitti ve bize göre hiç hem de hiç gereği yokken geçici anlaşmayla yıllık 500m3/sn saniye su vermeyi taahhüt etti !!!

Yüce Tanrıya şükür Irak ve Suriye 700m3/Sn de direttiler de yapılan anlaşma hem kısa vadeli hem de geçici bir anlaşma oldu. Aksi Taktirde Türkiye’nin geleceğini karartacak ve bahane ile Batı’nın Türkiye ile Su savaşlarına girmesi bakımından çok hem de çok büyük bir koz vermiş olacaktık.

Bu günde Suyun yönetimi Katar’a verildi. Su kaynaklarının belirli bir yüzdesi üzerinde hak verildiğinden de bahsediliyor. Katar Ne anlar su yönetiminden?

Bir damla suyun bile bir ton petrolden daha kıymetli olacağı bir dünyada yaşarken suyumuz üzerinde başkalarına hak tanıma veya suyumuzu satmakta neyin nesidir?

Türkiye’nin sularını satmak Türkiye’yi satmaktır bu kadar büyük bir yanlış yönetim dünyanın hiçbir ülkesinde olamaz.

Akıl ve mantık sınırlarını aşmış bir durumla karşı karşıyayız.

Değerli Arkadaşlarım,

Türkiye kuraktır. Nehirlerimiz su kaynaklarımız azdır. En verimli iki nehrimiz Fırat ve Dicle’dir. Önce Fırat suları Karasu ve Murat seviyesinden alınarak tüm yurda dağıtılabilir. Fırat ve Dicle Suları başta diğer su kaynaklarımız müştereken ele alınarak yapılacak bir proje ile çorak topraklarımızda ovalarımızda bağ ve bahçe tarımı yapılır hale gelecektir.

Borulu sulama ile su en iktisadi biçimde değerlendirilerek yurdumuzun her köşesine dağıtılabilecek böylece sulu tarım bağ ve bahçe tarımı yapılabilecek, ülkemiz gerçekten cennet haline gelecektir. Irak ve Suriye’ye boşuna akıp giden sular Basra körfezine değil milletimizin kalkınmasına vesile olacaktır. Topraklarımızdan bereket fışkıracak, Ülkemiz kalkınacak, Köylerimizin nüfusu artacak, Köylerimiz kentleşecektir. Şehirlerin nüfus yükü azalacak, Tarım ve Hayvancılıkta yeni bir kalkınma hamlesi başlayabilecektir.

Özellikle Fırat ve Dicle suları şu anda ülkemiz için olmazsa olmaz durumundadır. Tüm büyük şehirlerimizde su sıkıntısı vardır.

Hâlbuki Borularla barajlarımıza getirilecek sular en az 100 yıl süreyle şehirlerimizin su ihtiyacını kesintisiz karşılayacaktır.

Sadece Fırat ve Dicle değil tüm su kaynaklarımız ve barajlar birbirine bağlanarak boşa akıp giden tüm su kaynaklarımız arasında bir borulu şebeke oluşturularak Türkiye geneli için bir planlama yapılmalıdır.

Değerli Arkadaşlarım,

Twetter ve Facebookta yıllardır Türk tarihi ve Milli meselelerimizle ilgili paylaşımlarda bulunuyorum. 70’li yıllardan bu yana Türk Tarihi ve Milli Meselelerimizle ilgili yazıyor anlatıyorum. Aynı zamanda Tarihimiz ile ilgili yoğun çalışma içerisindeyim.

80’i 90’lı yallarda sadece bir mühendis olarak faaliyet göstermedim, Ercüment Kuran başta çok kıymetli Tarihçimiz ve Milli meselelerimiz konusunda değerli hizmetleri olan bilim adamlarımızla birlikte çalıştım. Halen “Türk Gözüyle Türk tarihi” adını verdiğimiz 12 cilt olarak başladığım, ancak değişime giderek 16 cilt, toplamda 12.000 sayfa olarak bitirmeyi umut ettiğim yoğun tempolu bir çalışmanın içerisindeyim. Bu sebeple zaman zaman sizlerle bir arada olamadık. Bu sebeple mümkünse beni bağışlayın.(İnşallah bundan böyle haftada en az bir defa sizlerle birlikte olacağız)

Türkiye’deki az mühendise nasip olacak şekilde büyük projeler yönettiğim halde 47 yıldır Türk tarihini ve milli meselelerimizi anlattım. Bu sebeple benim mühendis olduğum pek bilinmedi. Hatta bazı teknik konularla ilgili paylaşımda bulunduğumda “Siz bildiğiniz konuyla uğraşın Tarih yazmaya devam edin” diyen muarızlarımız bile oldu. Hayatımı mühendislğimden kazandım. Tarih ile ilgili uğraşılarımdan ve milli faaliyetlerimizden hiç bir gelirim olmadığı gibi tüm kazandıklarımı bu yönde harcadım. Ayrıca bu hizmetlerime laf edemeyenler bana her türlü iftirayı yaptılar. İleride kitap halinde sizlerle paylaşacağım çok büyük zararlara uğradım.

Hayatımı “Milli Şuur sahibi Türk Gençlerinin Türkiye’yi yönetir hale gelmesi” idealine adadım. Bu sebeple son yirmi yıldır Türk Tarihini ve milli meselelerimizi yazıp anlatma dışında herhangi bir iş yapmıyorum. Hayatta benim ulaştığım en büyük onur değerli arkadaşlarımın bana “Taner Hocam” demeleridir. Bu sebeple tüm okurlarıma minnet, sevgi ve saygı borçluyum.

Bu sevginin eksilmemesi bakımından Dicle ve Fırat Sulaması ile Türkiye’nin sulanması projemi 5-10 yıl sonra resmi ve sessizce tekrar gündeme getirmeyi düşünüyordum. Ancak gereksiz bir kanala 500 katrilyon harcanılmaya kalkılması üzerine artık bu konuda yetkin bir mühendis olarak konuşmam gerektiği düşüncesiyle paylaşımlarımı yaptım.

Son olarak “Hiçbir yararı olmayacak, üstelik işe bile yaramayacak, Montrö anlaşması sebebiyle siyasi krize sebep olabilecek Kanal İstanbul projesi yerine, Türkiye’nin çehresini tamamıyla değiştirecek ülkemizin hasılasını ikiye üçe katlayacak vatanımızı cennet haline getirecek bir projenin hayata geçirilmesi gerektiği düşüncesiyle “FIRAT VE DİCLE NEHİRLERİ BAŞTA TÜM SU KAYNAKLARIMIZ MÜŞTEREKEN ELE ALINARAK TÜRKİYENİN HER KARIŞININ SULAMASI PROJESİ ”ni değerli arkadaşlarımla paylaşmaya karar vererek geçen yıl bu yönde daha kısa bir paylaşım yaptım.

Değerli Arkadaşlarım,

Öncelikle Türkiye, Suriye ve Irak’ın bu tür ihtiyaçları için kendi ihtiyaç ve kullanımında kısıntıya neden olabilecek su paylaşımını uygun bulmamalıdır.

Kaldı ki ülkemizin Güney ve Doğu Anadolu haricindeki bölgelerinin su ihtiyacı çok fazladır. İçme sularımız azalmaktadır. Sulama suyumuz çok azdır. Yapılan barajlardan elde edilen sular mevcut sulama sistemlerine cevap vermemektedir.

Dün bile gazetelerimizde kuraklık haberleri bulunmaktaydı.

Su ihtiyacımız hesaplanırken en az 100 yıllık gereksinimlerimiz ve muhtemel kuraklık değerleri hesaplanarak hareket edilmeli Fırat ve Dicle Nehirleri başta tüm su kaynaklarımız ele alınarak Batı’da kalan tüm illerimizin sulanması ile ilgili hazırlıklar planlama- proje ve hazırlıkları ivedilikle başlatılmalıdır.

Bu bakımdan Türkiye, ileride kendi ihtiyacını karşılamada sıkıntı yaratabilecek bir su paylaşımını şimdiden bir anlaşmaya bağlaması demek Türk milletini bu coğrafyada açlığa ve susuzluğa mahkum etmek demek olacaktır.

Değerli Arkadaşlarım,

Fırat Üzerinde Keban, Karakaya, Atatürk Birecik ve Karkamış barajları bulunmaktadır. Dicle üzerinde Kralkızı, Hancağız, Ilısu, Batman, Dicle, Devegeçidi barajlarının yanında GAP kapsamında Silvan, Pamukçay, Ambar, Kuruçay, Başlar, Kıbrıs, Karacalar ve Bulaklıdere baraj vd ile sulama tesisi projeleri devam etmektedir.

Türkiye’nin Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde baraj ve sulama tesisleri yapmaya başlaması, Suriye ve Irak’ta, bu akarsuların ileride yeterince su alamayacakları endişesi hayli rahatsızlık yaratmış, hatta bu ülkeler Birleşmiş Milletler ve Arap Birliği gibi örgütlere başvurarak Türkiye’nin bu girişimlerinin önlenmesini istemişlerdir.

Halbuki Fırat ve Dicle üzerinde Türkiye’de yapılan barajlar, Türkiye için enerji üretimi, sulama ve dolaylı taşkın kontrolü, Suriye için dolaylı enerji üretimi artışı, dolaylı sulama suyu artışı, dolaylı taşkın kontrolü ve rüsubat tutulması, Irak için dolaylı taşkın kontrolü ve rüsubat tutulması amaçlarına hizmet etmekteydi.. Yalnızca Keban barajının düzenleyici etkisi sayesinde, Suriye’de Al-Thawra (Tabqa) barajı eteğindeki santralda rüsubat kontrolü sebebiyle 600milyon KWh enerji artışı sağlanmıştır.

Değerli Arkadaşlarım,

Fırat ve Dicle sularının hakkaniyete uygun ve akılcı biçimde kullanılması yolunda Türkiye’nin üzerinde durduğu öneriye Suriye ve Irak tepki göstermiş, “ne kadar suya ihtiyaçlarının olduğuna ve paylarına düşen suyu nasıl kullanacaklarına kendilerinin karar verebileceklerini, bu konuda Türkiye’nin söz sahibi olamayacağını” bildirmişlerdir.

Türk kamuoyu 30 yıldır öylesine yanlış bilgilendirilmiştir ki vatandaşlarımız Kaynakları bizden çıkan Dicle ve Fırat’ta Irak ve Suriyenin bizden fazla hakkı olduğuna inandırılmıştır. Bu gizli bir beyin yıkama ve Türk milleti aleyhine yapılacak milli bir suikasta zemin hazırlama amaçlıdır.

Irak’ta ezelden beri su kaynakları iyi yönetilmemektedir. Nitekim ABD Villanova Üniversitesi’nden Prof. Dr. Joseph Dellapenna’nın yaptığı bilimsel araştırmalara göre, Fırat sularının % 78’inin Türkiye’deki kaynaklardan sağlandığı, Suriye’nin Fırat’a katkısının ancak % 11,4 olduğu; Dicle’nin ise, % 43 oranında Türkiye’den % 42 oranında Irak’tan ve % 9 oranında da İran’dan beslendiği; dünyada suyu en verimsiz şekilde Irak’ın kullandığı, bu ülkede % 80 oranında bir buharlaşma ve kirletilerek kullanılmaz hale getirme söz konusu olduğu tespit edilmiştir.

Bunun yanında su alt yapısı savaşlar, çatışmalar ve son dönemde yaşanan orta büyüklükteki depremler nedeniyle zarar görmüş durumdadır. BM (Mart 2013) verilerine göre Irak, su kaynaklarının yüzde 50’sini israf etmekte kalan sular büyük ölçüde buharlaşmakta Irak bu affedilmez yanlışlarının müsebbibi olarak Türkiye’yi göstermektedir.

Mesela 2018 yılı haziran ayı itibarıyla Irak’ın güneyindeki Basra şehrinde su yapılarının tahrip olması ve iddialara göre çevredeki hastane ve fabrika atıklarının doğrudan su kaynaklarına deşarj edilmesi ve nehir kıyısında çarpık kentleşmenin artması, su kaynaklı hastalıkların ortaya çıkmasına ve sivil protestolara neden olmuş durumdadır.

Irak yönetimi, ülkede yaşanan su sorununun sebebi olarak Türkiye’yi, gerek kendi iç politikasında gerekse uluslararası kuruluşlar nezdinde ve medyada suçlamaktadır. Irak’ın suyu kullanmadaki yanlışlarına rağmen Türkiye, 2018 yılının kurak geçmesi nedeniyle sulama ve içme suyu ile ilgili yaşadığı su sıkıntısını gündeme getiren Irak’ın taleplerini dikkate aldı ve Irak’ın ihtiyaçları ve talepleri doğrultusunda Mart 2018’de doldurmayı planladığı Ilısu Barajı’nın doldurma sürecini üç farklı dönemde ötelemiş Irak ve Suriye’ye 500m3 saniye su vermeye devam etmiştir.

Değerli Arkadaşlarım

Fırat nehri, Erzurum’un kuzeyindeki Dumlutepe’den çıkan karasu ile Van Gölü kuzeyindeki Aladağ’dan ve çevresinden kaynaklanan Murat nehrinin Keban baraj golünde birleşmesiyle meydana gelmektedir. 1263 km’si Türkiye Sınırları içinde olan Fırat nehri 2780 km. uzunluğundadır.

Dicle nehri, Hazar Dağı’nın doğu yamaçlarından inen bir akarsu ile Hazar Gölü’nün sularını boşaltan bir ayaktan oluşmakta ve 523 km.si sınırlarımız içinde olmak üzere 1900 km.yi bulmaktadır.

Fırat Türk topraklarında doğduktan sonra 28-30 milyar m3 su taşıma potansiyeline ulaşır. Fırat Nehri’nin taşıdığı suyun % 88.7’si, Türkiye’de; % 11.4’ü (4 milyar m3) Suriye’de oluşmaktadır. Fırat’ın akışına Irak’ın ise herhangi bir katkısı yoktur. Suriye, bu akımın %22’sini kullanmak istediğini, Fırat’ın akışına hiç katkısı olmayan Irak ise nehir sularının % 43’ünü kullanmak istediğini ifade etmektedir.

Özetlersek Fırat Nehrine %11 katkı sağlayan Suriye ve hiçbir katkısı olmayan Irak Fırat nehrinin % 57’sini almaktadır. Bu büyük bir haksızlık Türkiye aleyhine bir durumdur.

Değerli Arkadaşlarım,

Dicle Nehri ise, Güneydoğu Maden Dağları kesiminde, Hazarbaba Dağı’nın güney tarafında, Yıldızhan yanındaki bir kaynaktan çıkar. Yıllık su miktarı ortalama akımı 48 milyar m3 tür. Bunun 25 milyar m3’ü Türkiye’de (% 51.9); 23 milyar m3’ü Irak’ta (% 48.1) oluşmaktadır. Dicle’nin akımına Suriye’nin katkısı yoktur. Dicle’nin akımına olan katkısı 23.43 milyar m3 olan Irak, bu nehrin sularından 45 milyar m3 yani %85’ini kullanmak istemektedir. Tüm bu talepler akıl ve mantık dışı, Eskilerin tabiriyle “sayı saymayı bilmemekten” kaynaklanan taleplerdir.

Özetlersek Irak ve Suriye’ye verilen toplam 500 m3/saniyedir. Suyun debisinin arttığı dönemleri de eklersek 700m3/Sn civarında olmaktadır. Yıllık baz da 16-22 milyar m3 suya karşılık gelmektedir. Türkiye’den doğan ve bu sınırlar içinde kalan Fırat ve Dicle sularının ortalama 40-50 milyar m3 olduğunu düşünürsek, bu suyun yaklaşık yarısının güneye bırakıldığını söyleyebiliriz ki bu çok hem de çok yüksek bir su miktarıdır.

Irak Türkiye’ye göre çok küçük ve geri bir ülkedir. Üstelik birazdan anlatacağım gibi Irak su kullanmayı bilmemekte veya kendi hakline ihanet ederek Dicle Sularını ziyan etmektedir. Borulu sistemde Irak’ın tamamını sulamak için 8-10 milyar m3 su fazlasıyla yetecektir. Irak topraklarında çıkan yaklaşık 24 milyar m3 su göz önüne alındığında Irak’ın içme ve sulama suyu için yukarı kotlardaki ihtiyaçların karşılanması için Türkiye’nin 2 milyon m3 su bırakması fazlasıyla yeterli olacaktır.

Aynı şekilde Suriye içinde 3 milyon m3 su bırakılması fazlasıyla yeterli olacaktır. Bu durumda Irak ve Suriye için verilmesi gereken su 16 milyar m3 değil 5 milyar m3 olmaktadır. Bunu saniyede verilecek su yazarsak Irak ve Suriye’ye verilmesi gereken su miktarı 500m3/Sn değil 157 m3/Sn olmaktadır.

Irak ve Suriye bu geçici anlaşmayı öne sürerek, Türkiye’nin nasıl olsa en az 500 m³/s suyu bırakacağı, hatta bunun 700 m³/s olmasının gerektiği gibi istek ve iddialar karşısında, 500 m³/sn değerinin “geçici” olduğu, nihai bir tahsis anlaşmasında uzun süre ortalamasının ancak 160 m³/s civarında bulunabileceği, zamanın önemli bir kısmında bunun da altında olabileceği gözden uzak tutulmamalıdır.

Çünkü Türkiye’nin G.A.P. projelerini tamamlaması ve Batı Anadolu’nun su ihtiyaçlarının giderilmesi için oluşturulacak yeni projelerin sonucunda Irak ve Suriye’ye gelen tatlı suyun eksileceği muhakkaktır. Bu durumda Irak ve Suriye’nin yapacağı iş sulak alanlarında “buharlaşan” onlarca milyar m³/yıl suyla ve çok aşırı kirlettikleri için kullanılamaz hale gelen sularla ilgilenmeleridir.

Değerli Arkadaşlarım,

İşin bir diğer yönü ise terör boyutudur. Atatürk Barajı’nın inşası sırasında 1987 yılında Türkiye, Suriye ile iki protokol imzaladı.

İmzalanan protokollerden biri güvenlik ile ilgili olup, Suriye’nin terör örgütü PKK’ya desteğe son vermesi hakkındadır. Diğer protokol ise Türkiye’nin, nihai bir anlaşmaya kadar yılda ortalama 500metreküp/sn suyu Türkiye-Suriye sınırında bırakmasını içermektedir. Bu protokol sonrasında Suriye ve Irak, 1990 yılında Türkiye tarafından bırakılan ortalama yıllık 500 metreküp/sn suyun yüzde 58’ini Irak’ın kullanımına bırakan bir anlaşma imzaladı. Buna mukabil 1987 protokolü sonrasında devam eden 10 yılık süre içerisinde Suriye, PKK’ya verdiği desteği geri çekmediği gibi halen Irak PKK terör örgütünün idareci kadrosunun bile yer aldığı bir durumda olup ülkemizi ihraç edilen terör sebebiyle on binlerce vatandaşımız hayatını kaybetmiş askerlerimiz, polislerimiz, hatta öğretmenlerimiz mühendislerimiz bile şehit olmuş, evlatlar babasız kalmış, yuvalara binlerce ateş düşmüş, Buna rağmen Irak ve Suriye hakkı olmayan suyu almaya devam etmiştir.

Değerli Arkadaşlarım,

Şu anda saniyede En az 700 – 1000 m3 suyumuz gözlerimizin önünde Suriye ve Irak’a doğru akıp gidiyor. Bizde öyle bakıyoruz. Hâlbuki bu suyun üçte ikisi bile ülkemizi kalkındırmaya Türkiye’yi zenginleştirmeye yeter.

Suyun Petrolden daha kıymetli olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Uluslar arası anlaşmaları gözeterek Dicle’den 160m3/Sn su verelim. Ancak Fırat Suları daha üst kotlardan çıktığı için bizim için önemlidir ve Irak ve Suriye’ye verilecek Suların Dicle üzerinden verilmesi yeterli olacaktır.

Su şu anda dünyanın en önemli kaynağı durumundadır. Hiç bir ülke kaynağını diğer ülkeye bedava vermiyor. Biz Suriye’ye bedava su veriyoruz üstüne birde 13 Milyon Suriyeliyi besliyoruz. Irak’a su veriyoruz karşılığında bize terör ihraç ediyorlar. Kerküklü kardeşlerimize zulüm ediyorlar. Mallarına canlarına kastediyorlar.

Madem suyumuzu veriyoruz

1- Irakta PKK terörü bitmelidir.

2- Kerkük’te zulüm bitmelidir.

3- Irak’ın Kuzeyinde Kürt devleti kurulması macerasına son verilmelidir.

4- Suriye konusu bir an önce düzene sokulmalı ve Suriyeliler yurduna gönderilmelidir.

5- Bundan sonra Irak ve Suriye ile olan su münasebetlerimiz ciddi manada ele alınmalı daha aşağı kotlardan (Seviyeden) çıkan Dicle nehrinden bile 160 m3/Sn’den fazla verdiğimiz her gram suyun karşılığı petrol alınmalıdır veya 160 m3/Sn dışında kalan ortalama 1000 m3 /Sn suyumuz Anadolu’ya çevrilmelidir.

Değerli Arkadaşlarım,

Twetterde konuyu paylaştığımızda “Su konusundaki haklarımızı aradığımız taktirde Su savaşları çıkacağı” söylendi. Savaş zaten çıkmış ABD 10.000 Km öteden gelip Irak Suriye toprakları ve petrolleri üzerinde hak iddia ederken biz hakkımız olan suyumuzu neden veriyoruz ki. Biz “suyu tamamen keselim” de demiyoruz. Sadece “Hakları olan suyu hesaplayıp verelim” diyoruz. Fırat ve Dicle Sularının kalanı Irak’a da Suriye’ye de yeter. “Türkiye’nin kalkınmasını, emperyalizmin zincirlerini kırmasını” istemiyorlar tüm mesele budur.Bu sebeple toplum mühendisliği –algı yönetimi – ile Fırat ve Dicle nehirlerine dokunursak haksız oluruz ve savaş çıkmasına sebep oluruz algısı yaratılıyor. Halbuki biz suyu çok kısıtlı bir ülkeyiz. Tabii ki önce kendi ihtiyacımızı karşılayacağız. Sonra suyun tamamını kesmiyoruz ki sade israf edilen kısmını kendimizde bırakıyoruz. Bu da bizim en tabi hakkımızdır.

Değerli Arkadaşlarım,

Büyük nehirlerin bulunduğu ülkeler arasında su ihtilafları bulunmakta ve savaşa sebep olmamaktadır. Bize gelince neden savaş söz konusu oluyor. Nitekim İndus Nehri ve kolları Hindistan’dan doğmakta, nehri besleyen kolların suları, Hindistan’da bazı bölgelerin sulanmasında kullanılmaktadır. Pakistan’ı kuzeyden güneye doğru keteden İndus nehri ve kolları büyük önem taşıdığından Pakistan zarar görmemek için Hindistan’ın sulama amacıyla bu akarsulardan su verme işini engellemeye çalışmaktadır. Aslında, Hindistan’la Pakistan arasındaki Keşmir anlaşmazlığının altında da Keşmir’den doğan İndus nehri kaynaklarının Hindistan’ın kontrolüne geçme endişesi yatmaktadır.

Nil Nehri ’nin önemli bir kolu olan ve kaynakları Etiyopya’da bulunan Mavi Nil üzerinde Etiyopya’nın, Nil üzerinde de Sudan’ın barajlar kurması, bu ülkelerle Mısır arasında anlaşmazlıklara neden olmaktadır.

Ganj Nehri, Hindistan’ın büyük bir alanı bu nehrin sularıyla sulandığından Hindistan, Ganj’ın sularının bazen azalması nedeniyle nehrin kaynaklarının bulunduğu Nepal ve Bagladeş’ten şikayetçi olmaktadır.

Rio Grande Nehri’nin sularının ABD sanayi kuruluşları tarafından kirletildiği icin Meksika, hastalıklara neden olduğunu iddia etmektedir.

Zambezi Nehri, bir sureden beri Zambia, Zimbabve, Mozambik ve Angola’nın su ihtiyacını yeterince karşılayamadığından, bu durum ilgili ülkeler arasında gerginlik yaratmaktadır.

Halbuki tüm bu su kaynaklarında borulu sulamalar yapılsa buharlaşma ve toprağa sızma nedeniyle su kaybı sıfıra yakın mertebeye getirilse kullanıcılara bu konuda eğitim verilse ülkeler arasında hiçbir sorun çıkmayacaktır.

Değerli Arkadaşlarım,

Bir diğer endişe ise “ Çıkacak bir savaşta öncelikli olarak barajlarımızın bombalanacağı“ yönündeydi. Suriye veya Irak bombardımanı veya füzeleri ile barajlarımıza taarruz ederse, Toprak veya kaya dolgu olarak yapılan Barajlarımız çabuk yıkılmaz ancak bunun karşılığı olarak Türkiye Irak ve Suriye’nin tüm şehirlerini ve tesislerini yok eder.

Kaldı ki bu şekilde kötü senaryolar ile ülkemiz için hayati konulardan vaz geçmeyelim. Unutmayalım su altından çok daha kıymetlidir. Petrolün bile bir sürü alternatifleri var ancak suyun hiç bir alternatif yok. Türkiye Fırat ve Dicle’nin sularından faydalanmak konusunda çok geç kalmıştır. Fırat ve Dicle hem Türkiye’nin su ihtiyaçlarını hem de Irak ve Suriye’nin su ihtiyaçlarını karşılamaya yetecek kadar büyük iki dev kaynaktır.

Sadece Fırat ve Dicle değil Türkiye’nin tüm su kaynakları bir bütün olarak ele alınmalı bir gramı dahi heba edilmeyecek şekilde müşterek fFırat ve Dicle sularının takviyesiyle başlayan barajları birer dkap gibi değerlendirerek Türkiye’nin en uç kısımlarına kadar bir şebeke sistemi ile bağlanmalıdır.

Akarsularımızın bulunduğu barajlardan diğer barajlara yapılacak aktarmalar ve Türkiye’nin kurak yörelerini yeniden suya kavuşturacak sistemli bir çalışma ile Türkiye’nin en az 100 yıllık daha su ihtiyacı karşılanabilir.

Sadece bununla kalınmamalı tüm Anadolu baştan sona ağaçlandırılmalıdır. Ağaç kesmeye ağır cezalar getirilmelidir.

Siyasilerin ağaç kıyımına müsaade edilmeyecek kesin yasalar konulmalıdır. Bir yabancı firma geliyor ormanlarımızı yok ediyor.

Doğayı yok ediyor. Su kaynaklarımıza siyanür basıyor ve çıkardığı altının %95’ini alıp götürürken Türkiye’ye kimin cebine girdiği belli olmayan %5 bırakıyor. Böyle bir tahribat 19.yy da yabancıların yaptıkları soygunlarda bile görülmemiştir. Türkiye talan edilmektedir. Bir avuç aç gözlü insan sadece para hırsıyla yüzlerce yıl sonrası için lazım olan kaynakları bile sınırsızca yok etmekten çekinmemektedir. Artık buna bir son verilmelidir.

Türkiye dünyanın en isabetsiz yatırımlarıyla ulusal servetini çarçur eden bir ülke durumundadır. Beceriksizlik, liyakattan yoksunluk, partizanlık ülkeyi mahvetmiş sırf rant düşüncesiyle yapılan projeler su kaynaklarımızı da yok etmiştir. Bu öylesine bir katliamdır ki göllerimiz bile kurumaktadır.

Ortada yalandan ve talandan başka bir şey yoktur. Bunun sonu çok büyük felaketler ile karşı karşıya kalmaktır. Petrolsüz yaşayabilirsiniz. Elektrikli veya diğer enerji türleriyle hareket eden arabalara binebilir ülke için gerekli enerjiyi güneş veya rüzgar enerjisiyle dahi elde edebilirsiniz. Ancak susuz yaşayamazsınız. Su olmazsa yaşayamayız. Su olmazsa ürün yetiştiremeyiz.

Kanal İstanbul gibi bir felaket projeye yatırım yapmak yerine acilen su kaynaklarımızı yeni baştan değerlendirecek bir çalışmaya girmek mecburiyetimiz bulunmaktadır.

Mevcut akarsularımızdan Tüm Anadolu’nun sulanması projesi Türkiye için bir olmazsa olmazdır. Türk vatanının içme suyu ihtiyacını ve sulu tarım yapılmasını sağlayacak kurak bir hayattan bağlık bahçelik sulu hayata geçme projesidir.

Üstelik bu kadar büyük bir proje için yapılacak tüm harcamaların tutarı arada bir nerede kalmıştık dedikleri Kanal İstanbul kadar olmayacaktır.

Böyle bir proje de planlaması projelendirmesi ve yönetimi dâhil baştan sona herhangi bir bedel almadan çalışmaya hazır olduğumuzu ve ülkemizin kurtuluşu olan böyle bir projeyi yapabilecek bilgi deneyim ve iradeye sahip bulunduğumuzu ilgililere duyuruyoruz.

Hep beraber yeni baştan aydınlık bir Türkiye yaratalım istiyoruz.

Bir sonraki paylaşımımız da görüşmek üzere Sevgiler Saygılar selamlar.

04 MART 2023 SAAT 05.000

TANER ÜNAL