10 Mayıs 2025 Cumartesi
Kherson, Ukrayna…
2013 yılının bahar ayları…
Daha hâlen orta yaştayım ve hatta az şişmanım
Keyfim gıcır çünkü akşam için, randevuyu kopartmışım sarışın afetten.
— ama dedi, arkadaşımla gelirim, çünkü Anna hem ingilizce biliyor, hem de ilk defa bir Türk ile buluşacağım, tek gelmek istemiyorum…
— Tabii ki Irina dedim, bu daha uygun olur…
Taksi ile evlerinin önüne vardığım zaman, birisi sarışın, diğeri kızıl iki hanımefendi beni bekliyordu.
First impression, harikalar…
— Ben dedim, ümit ederim geç kalmamışımdır
— yok yok dediler, şimdi çıkmıştık dışarıya
Kapılarını açtım, bindiler arabaya.
Araba bahar koktu
İkisi de Fransız kökenli marka bir güzellik merkezinde çalışan, iş arkadaşları…
Kherson’un iyi mekanlarından birisine geldik, oturduk.
Siparişler verildi ;ortaya gelen mezeler, klass bir votkaya eşlik ediyor.
Benim kırık dökük Rusça bildiğimden haberleri yok yaa; hakkımda yaptıkları iyi dedikoduyu dinlemek hoşuma gidiyor.
Her yudumlanan votkadan sonra, kahkahalar, her kahkahadan sonra
—- “Aşkolsun, madem Rusça biliyordun neden söylemedin”cilveleri…
Ve Anna gitmek için ayağa kalktı…
—Artık gitme vakti, çocuğum evde yalnız,asıl önemlisi siz ben olmadan da anlaşırsınız.
Mekanın önünde bekleyen taksilerden birisine, teşekkürler eşliğinde kızıl afeti bindirdim…
Güzel İra ile buluşmalarım bir kaç aydır devam ediyor, herşey iyi gidiyordu
Taaaa ki!!!
İra:
— Erhan dedi, biz liseli flört değiliz.
Ciddimisin benimle!!!
Hem, kızım artık büyüdü ve ben yeniden Anne olmak istiyorum.
Fakat soru sormuyor, ya böyle olur yada yine böyle olur tavrıyla emrediyor güzel sultan.
— Tamam İra dedim, söyleyeceğim kararımı
Bu İra’yı sondan bir önceki görüşüm oldu.
Ne bir daha aradım, nede yokluğunu hissettim.
Keşke, o kadar yüksek perdeden emrivaki yapmasaydı bana…
Tam altı ay sonra, Kherson’da, süpermarket te alışveriş yapıyorum yanımda birisi ile.
Sözleşsen olmaz…
İra ile burun buruna geldik.
Tek kelime konuşmadık.
İra’nın o kötü şaşkınlık halini hiç unutmayacağım…
Çünkü…
Çünkü yanımda elimi tutmuş, afilli afilli yürüyen kız, Kızıl Afet Anna’ydı
Evet, ben kötü bir insanım
Erhan Şengül
10.05.2025
Lisbon Portekiz
Resim, bu sabah çekildi; 06:30 Lisbon Açıkları
Biraz gencim, bekarım ve maceracıyım o yıllarda ve hatta şişman bile değilim
Her fırsatta, uçağa atlar Donetsk havalimanına varır,( o yıllarda Ukrayna, şimdi Rusya) oradan 120 km uzakta ki Mariupol’a bir taksi ile geçerdim…
Aylardan Ocak, hava 15 derece ama -15
Buz, kar, uçsuz bucaksız soğuk her yerde.
Otel’de kalmak yerine, ev kiralamak daha çok işime geliyordu.
Bir kaç gündür, internetten yazıştığım Yulia Hanımefendi’ye
—– Güzel kız, ben bu sabah vardım Mariupol’a , mesajını attım
—– İnanamıyorum Erhan, geleceksin dediğinde şaka yapıyorsun sandım..
—– yok yok, biz Türk’ler dürüst insanlarız, dediğimizi yaparız… Buluşalım mı bu gece?
—– Bilmiyorum ki , havada çok soğuk
—– Yulia’cığım, seni gördüğüm de, eminim benim içimde ilkbahar rüzgârları esecek , adresini ver, seni evden alayım ve güzel bir restaurant’a gidelim
Hiç tanımadığı bir insana, herhalde adresini vermek istemedi.
——- yok yok gerek yok… Kız arkadaşlarım söyledi, yeni bir restaurant açılmış, saat akşam 7 gibi orada buluşalım…ismi ARARAT… Taksiciler bilir, Ulitsa Metalurgov 3
—– tamam güzel kız, saat 7 gibi ARARAT restaurant’ta olacağım…
Bu Ararat neydi yahu?
Ağrı Dağı falan, Bir şeyler hatırlıyorum ama her neyse gidince anlarız…
Sinek kaydı traş, köpüklü banyo, olmazsa olmaz palto ve takım elbise, kış mevsimi , beyaz gömlek yakışmaz, giy laciverti ve davidoff parfümüm her yerde,
Saat akşam altı buçuk gibi,ışıklı tabelası ile tenha bir yere açılmış ARARAT Restaurant’ın önündeyim…
Birazcık erken gelme amacım, canlı müziğe yakın iyi bir masa ayarlamak mekanda….
Kapıyı açtım, Vestiyerin önünden geçtim, Aman Allah’ım dışarıdaki ıssızlığa nispet, içerisi tıklım tıklım…
Ortalığı şöyle bir süzerken ( Allah’ım bu kadar güzel bir kız nassı bir arada olur, öldüm ve cennette hurilere bakıyorumda , öldüğümden haberim mi yok) arkamdan bir ses duydum;
Şef Garson olduğu her halinden belli:
—— Buyrun?
—— Aaaaa iyi akşamlar, iki kişilik bir masa istiyorum
—— çok özür dilerim, bu gece Restaurant’ımız özel bir şirket yemeği nedeniyle başka müşterilere kapalı,
Lütfen yarın misafirimiz olun
—–Offf, bu çok kötü, kız arkadaşımla burada buluşacaktım
—- çok özür dilerim, yapabileceğim birşey yok
Köskös mekanın bahçesine çıktım ve hava eksi 20 ile dans ediyor…
Yulia’yı soğukta beklemek varmış kaderde…
Mekanın kapısı açıldı ve benden daha genç bir adam , pürüzsüz bir İngilizce ile
—–Merhaba, nerelisiniz? dedi
Bu soruyu soran herkese verdiğim klasik cevabımı yineledim.
—– i am from İstanbul Turkey
—– aaaaa dedi adam, siz Ermeni Restaurant’ımıza gelen bu şehirde ki ilk Türk’sünüz herhalde, ve devam etti: sizi Ermeni sandım gerçekten, Şef Garson söyledi, galiba bir arkadaşınızı bekliyormuşsunuz, ben bu restaurant’ın işletmecisiyim…
Buyrun üşümeyin, barda oturun, arkadaşınız gelene kadar…
Şövenistliğim ufak tefek bir kaç ayrıntı hariç hiç yoktur….
Hele hele, New York’ta Üniversite bitirmiş bu yarı Amerika’lı Ermeni kardeş için, soğuk hava ve belde kar için kapris mi yapacağım!!!
—- çok teşekkür ederim, Yulia gelene kadar o zaman barda bekleyeyim…
İçeri girdik, oturdum barda ki tahta tabureye…
Ayıp olur baabından, kafam barmene dönük ve gözlerim Canlı Shanson müziğin ritminde pistte dans eden, soğuğa inat giydikleri mini etekli güzel Ukrayna’lı kızlara bakmayı red ediyor.
Bir iki dakika sonra, beni içeri davet eden centilmen , yarı Amerika’lı yarı Ermeni ama Ukrayna menşeili kardeş yanımda ki tabureye oturdu :
—– siz Türk’ler, dedi, pek bizim gibi votka içemezsiniz
Biraz yerme, biraz küçümseme mi var ne bu cümlede ve bakışlarda!!!!
—- yooooook, dedim votkayı gerektiğinde gerektiği kadar içeriz
Gözlerini kısarak, küçük bir tebessümle:
—– içelim mi o zaman biraz beraber, dedi
—– zevkle kardeşim, dedim
Mekanın patronu, barmen’den Rusça Nimirnof Leks şişesini( konik)istedi buzdolabından ve yanında iki shut bardağı birlikte…
Kapağı açtı, ilk 50’şer gramları doldurdu bardaklara …
—– dazdarovya, dedi ve diktik kafaya…
Yanında ne meyva suyu, ne ağıza atılacak bir parça peynir var
Yan gözle baktı bana
—– iyimisin, dedi?
—– halen soğuk burası, dedim
Kahkaha attı:
—– o zaman ısınalım, dedi ve daha iki dakika olmadan ikinci 50 gramlık shut’ları yuvarladık…
Bildiğin, şövenist Ermeni kardeş votka ile meydan okuyordu, bendenize efendim üçüncü shut’lar mideye inerken…
Umutla baktı bana, ona dur diyeceğimi sanarak, ama hain kedi Şerafettin kıvamında gülüşümle dördüncü shut için onayı verdim…
Beşinci shut’ları daha bara oturalı 20 dakika olmadan yuvarlamıştık….
Keşke bir parça ekmek olaydı…
Yirmi dakikada beş shut içmek,
Zaten başlı başına olaydı)))
Bara yakın masalarda oturanlar, merakla bize bakıyor, fısıldaşıyor, kısa sürede tüketilen yarım litre votkanın devamı olacak mı diye bıdır bıdır aralarında konuşuyorlardı…
Meydan okumasının buralara varacağını düşünmeyen , atıyorum adı Tigran Efendi, altıncı shut’ları doldururken, bir umut geri adım atarım diye bana bakıyordu…
Cevabım shut bardağım ona doğru uzanırken
—— Dazdarovya, oldu…
Artık garsonlar çevremizde, barmen pür dikkat, hele hele o Ukrayna’lı kızlar nassı mavi gözleriyle bakıyor bize, değil 6 , yeminle 16 olsa yıkılmam hissediyorum…
Tigran Efendi yedinci shut’ları doldururken
—- are you sure ( eminmisin) dedi?
—- hundred percent (%100) dedim
Yedinciler boğazdan boş mideye inerken,
Boğazdan lodosta geçen boş gemi gibi Sallandık hem o, hemde ben…
Gözlerini kapattı,
Kafasını bara dayadı,
Yanakları kırmızı,
Alnında pıtırcık ter taneleri;
Eeeee hadi Tigran Efendi…
Şişeyi ilk defa ben elime aldım, sekizinci shut’ları doldurdum …
—– Buyur, dedim
—– hmnıohhhhh, diye inledi
Tek başıma yuvarladım, son shut’ı…
Tabureden kalktım, kenarda duran Paltomu elime aldım…
Tigran’ın omuzuna dokundum ve o tarihi cümleyi söyledim
—– Benim adım Cemil ulennnn
Yulia üç beş dakika sonra, taksiyle geldi, bahçede eksi yirmide, ben ateş gibi yanarken karşıladım onu…
Gece nassı bitti hiç sormayın, hatırlıyorsam namerdim)))
Erhan Şengül
17.07.2023
Meksika Körfezi
Müge Anlı’nın en sadık izleyicilerinden birisiyim…
İzinde olduğum zaman, sezonluk YouTube üzerinden bilgisayarıma yükler, Okyanus seyirlerinde peşpeşe her günü atlamadan seyrederim…
Yıllar içinde, öyle ilginç olaylar gördüm ki; yok yahu bundan daha beterini izleyemem diye düşünmüşümdür.
Sapıklığın, ağır sapıklığa terfi ettiğini, dolandırıcılığın telefon modeli gibi, kademe kademe yükseldiğini, katilliğin canilikten, ağır caniliğe tırmandığını her seferinde şaşkınlık sınırımı aşarak görmüşümdür..
Denizcilik her geçen gün aynı Müge’deki gibi beni kötü yönde dumura uğratmaya devam ediyor artık…
İki yıl önce, Amerika’da Houston ve Mobile Alabama limanlarında o kadar çok stres yaşadım ki, bundan beterini göremem artık demiştim…
Gemi nihayet o acayip limanlardan kurtulduğunda, beş no’lu ambar kapağının üstünde sevinçten halay çekmeye yeltenmiştim ruhumun özgürlüğü kutlama coşkusundan.
Bugün, Fildişi Sahilleri Abidjan limanından, nihayet ayrıldık, Casablanca’ya doğru yola çıktık…
Şükür namazımı kılayım, iki duble ile mi yaşadığımız berbatlıkları uğurlayayım, karar veremedim…
Berbatlığın nirvanasını yaşadım bu son 20 günde
Kocaman bir çember düşünün; gemi bu çemberin tam ortasında duruyor.
Çemberin etrafında dkilenlerin hepsi gemiden nemalanmak için gemiadamına saldırıyor
Kimmi bunlar :
Armatör
Gümrük
Shipchandler
Broker
Acenta
Denizci Aileleri
Ofis elemanları
Charterer
Isps savsatası
Pasaport Polisi
Bayrak Devleti
Class Kuruluşu
Port State Kontrol
Ambar Sörveyleri
Marpol
Imo
Solas
Mlc
Liman Başkanlıkları
Aklınıza kim geliyorsa ekleyin bu çemberin etrafına…
Sonuçta İşletmeler ; başarısızlıklarını, hatalarını Geminin üstüne yıkmak için, her türlü alavere dalavere konularında üstad olmuş insanları gördükçe, aklım artık kesinlikle inanmaya başladım…
En iyi Ofis adamı, ölü ofis adamıdır.
Kendisi Denizci ve Ruhu Denizci olarak kalan her yüce yüreğe selam olsun
Erhan Şengül
06.04.2025
Abidjan – Fildişi Sahilleri
Not: Şükür namazını başka bir gün kılarım inşallah
Bugün buralarda yirminci gün…
Bir ihtimal yarın akşam kurtulacağım bu gayya kuyusundan …
İlkönce hava sıcaklığından bahsedeyim; ortalama günlük veri 34 diyorlar…
Ama hissedilen; nefes alamıyorum hali…
Bazı internet siteleri 43, bazısı 45 derece yazıyor. ama bana göre cehennem sıcağı..
Gemide klima da tamiri kısa sürede imkansız bozuldu mu sana…
Aman Allahım sabahlar olmasın durumu…
RatGuard : Türkçe meali, Farelik, Halatlarla gemiyi bağladığımız zaman, limanda ki fareler halatlardan gemiye tırmanmasın diye taktığımız bir aparat…
İcat edenden Allah Razı olsun…
Çünkü Abidjan limanının içinde fink atan abartısız söylüyorum binlerce fareye fare demek günah kardeşim…
Kedi onlar kedi…
Gemiye girebilseler, isyan çıkartır namussuzlar…
Birkaç üst seviye semtini saymazsak, şehirin her yerine sinmiş, atık sularını akıta akıta geçen çöp kamyonunun kokusu var…
Bir de, şehirin kanalizasyon alt yapısı, yarı açık olduğu için, koku körü değilseniz, o lağım aromasını her yerde duyarsınız…
Allahım Yarabbim, lağım kokan Paris mi olur!!!!
Yetmişli yıllarda Lübnan iç savaşından kaçarak buraya yerleşen Lübnan’lılar
Artık dünyanın her yerinde görmeye aşina olduğumuz Çin’liler
Afrika’nın kaymağını götüren Avrupa’lılar, özellikle Belçika ve Fransızlar kendilerine kalburüstü bir hayat kurdukları siteler içinde koloniler halinde yaşıyorlar.
Uçurum bir hayat var bu ülkede…
Yüz dolara asgari ücretle çalışan nüfusun büyük bir kısmı, toplu taşımaya dahi binemeden otobanlarda dahi kervan kervan işine yürüyerek giderken, AVM’de üç kişi macburger menüye 50 usd veriyorsunuz.
Rüşvet burada hayatın gerçeği…
İki Fildişi Sahili limanında, toplam 4000 usd civarı Kaptan Kasasından kolaylık adı altında para dağıttım.
Vermesem ne olur…
Geminin ve benim başım bir şekilde belaya girer…
Bu kadar negatif hikâyeden sonra, yok mu iyi birşeyler bu ülkede!!!!
Olmaz olur mu)))
Kaju çok ucuz ve lezzetli
Rihanna edasıyla fink atan, figure ve yüz güzelliği efsane olan, manken boylarında bir sürü afet var bu ülkede…
Irkçı değilseniz çıkın çıkın gelin
Erhan Şengül
04.04.2025
Abidjan-Fildişi Sahilleri
1993 senesinin birinci ay’ında , ilk ikinci kaptanlığımda KALE 1 Gemisi ile Türkiye’den Taiwan Kaoshung’a çubuk demir götürüyorduk.Singapur’a kadar süt liman geldik. Sonrasında bir fırtına musallat oldu bize, Allah düşmanıma vermesin…
Yani denizin şiddeti ve sertligi icin yorum yapmam gerekirse, karaya varabilirsek denizde artık çalışmam kıvamındayız…
Bir sabah vardiyamı tamamladıktan sonra kamarama indim; yaklasik 2 saat kadar sonra Süvari Bey beni çağırtmış…
Yanına gittigimde biraz gergince ”Erhan güvertede kurtarma hazırlığı yap 14 mil uzaklıkta bir gemi SOS veriyor, yardım istiyor, batıyorlarmış” dedi…
Yani inanilmaz kötü bu havada nasil alacağız diğer geminin personelini,beni sahiden sardi bir düşünce…
Bizim dışımızda bir Alman Konteyner gemiside olay mahalline ilerlemeye basladı; ancak hem 30 mil uzaktaydı, hemde bir süre sonra benim freeboard’um yüksek bahanesi ile Kaptanı kurtarma operasyonuna katılamayacağını söyledi…
Süvari Bey. (Bahriye emeklisi ve ancak Baba diye hitap edilecek tarzda muhterem bir kisi Melih Engin) yaklaşabileceği kadar sokuldu eski Filipin gemisine.. 7500 tonluk küçük birşey..
Borda şiddetli hava nedeniyle saç atmis,ambara su giriyor, sancak tarafına doğru yatmış ha battı ha batacak gibi duruyor eski Filipin teknesi…
Biz el inceleri, bordaya ağlar,işte aklınıza ne geliyorsa hazırladık.Filipinli personel can salını indirdi; ilk gurup bize doğru yola çıktı.İçinde 9 kisi var (sonradan anlıyoruz 68 yaşındaki Filipinli Kaptanda can salına personelinin ısrarı ile bindirilmis)
Çok büyük dalgalar ve şiddetli rüzgara rağmen dogru istikamette geliyor sal… Fenercim Zulkarin Karaoglan “ya Allah” diyerek el incesini fırlattı sala doğru…
Eger yanılmıyorsam 3.denemede saldakiler yakaladı el incesini…”Heyamolalar” eşliginde bütün personelimin çabasiyla salı bordamıza kadar çektik… 5 ambarlı gemimizin 3 no’lu ambar civarında sancak tarafta nihayet salı emniyete alabildik… Her ne kadar sal bordaya çarpıp hırpalansa dahi full yüklü gemimizin küpeştesinden birer birer cok telaşe olmadan 9 filipinli gemici, gemime tırmandı…
Geriye kalan 11 filipinli gemicinin 2.can salını indirmeye çalıştığını görüyoruz. Sal suda; fakat Allah kahretsin, sal şansızlık, acemilik, aksilik ile gidiyor batmasına ramak kalan geminin pervanesine takılıyor.
Gemi iyice bayıldı. Can salını pervaneden kurtaramıyorlar…
Yapacak bir şey yok, 2.kaptanları motorlu filikayi indirme talimatı veriyor…
Allahım hava nasıl oluk yapıyor,nasıl can almak istercesine bindiriyor…
Filika suda…11 kişi doluşuyor içine…Bu talim değil, bu gerçek, bu anasını satayım can pazarı…Nasıl zavallılar sokuldular birbirlerine… 4.Kaptan’ım alaylı deniz nakliyat emeklisi Şefik Amca ;
”Efendi Kaptan bu filikayi can salı gibi rahatça durduramayabiliriz çocuklar manevra haladı hazırlasınlarmı???” diye sesleniyor bana rüzgarın uğultusunda…
Abicim sorudaki zerafete bak… Ben çok yeni cırnık bir 2.kaptan’ım… Ama Şefik Amca soru sormuyorda hayat dersi veriyor… iyi ki dinlemişim eski deniz emekçisini… Filika iyice yaklaştığında yolladığımız bosalık halatlar ne kadar volta yapsakta; yüksek dalgalar, denizler nedeniyle hep koptu…
Ulan adamları tutamayacağız… Nihayet manevra haladımız, başaltından gemicilerin insanüstü çabasıyla olabilecek en çabuk zamanda güverteye getirildi…
Kıç taraftan ise, aşçım ve gemide yolcu olarak bulunan üç yenge ne olur ne olmaz ya gerekirse baabından ikinci bir halatı çektire çektire taşıyorlar…
Nihayet filikayi tutabildik… Geldi yanaşabileceği kadar. Ama arkadaş hem benim koca gemim,hemde ceviz kabugu kadar filika deliler gibi baş kıç yapiyor,yerinde durmuyor… Nihayetinde bir filipinli gemici,gemi ile filika aynı hizaya geldiğinde kendisini boşluğa doğru firlatıverdi… Yemin ediyorum bizim çocuklar;, adamı havada yakaladılar..Ikincisi,üçüncüsü, dördüncüsü birer birer boşluğa atlıyorlar… tabiiki pek nadir gemi ile filika aynı seviyede olunca…Ve herbirisi, ayağından, omuzundan,kolundan ve uzun saclisi, saçından olmak üzere benim Aslanlarım tarafından havada tutuluyorlar…
Fakat filikanın aşağıya iniş çıkışlarında sert bordaya çarpmaları oluyor … Son 3 kişi kaldığında çok şiddetli vurdu ve filika parçalanmaya başladı… Tam bu esnada 1 adam daha kendisini gemiye fırlatma şansını yakaladı.. O’da tamam,emniyette… Ama Allah kahretsin; son 2 adam parçalanan filika ile birlikte suda…Filipinli yaşlı Kaptan adamlarım ölüyor diye feryat ediyor…
İnanın ki bundan sonrası sözlerin yetemeyeceği bir gayret,bir meşakkat gösterisidir…Ne kadar el incesi, ağ, can simidi varsa suda…
Adamların artık nefeslerinin bittigini, enerjilerinin sıfıra vurduğunu saniye saniye izliyoruz…
Nihayet birisi bir el incesini tutabildi; yemin ediyorum, sadece birkaç saniye icinde 25/30 kişilik bir güruhun balık çeker gibi adamı sudan yukarı aldığını bu gözlerimle gördüm…
Allah’ım son adamıda bize bağışla … Hadi be Filipinli tut şunun ucunu artık… Kafası suyun içinde tamamen kayboluyor kırılan filikaya ait tahtaların arasında , son anda eli ile birşeylere tutunma çabası o an ilahi adalet denk geliyor, bosalık halata sarılıveriyor…
Hooooppp, vallahi yemin ediyorum adam saniye icinde yukari cekildi…
Abi varmı bundan büyük mutluluk… Sevinç gözyaşları herkeste… Silicim Hamza sarilmis kendisi gibi 18 veya 19 yaşında hayatında ilk defa gördüğü Filipinli Miço Manuel’le beraber hıçkıra hıçkıra ağıiyorlar…
Ne mi oldu sonra ; bizimle beraber Taiwan’a kadar geldiler… Demirledik… Bir kac saat sonra acentaları, servis botu ayarlamış… Vedalaşma sahneleri, hepsi teker teker indiler, biz güvertedeyiz tekmil takım…
Bot bordadan ayrılmaya basladı ; ve bottaki bütün Filipinliler yasli Kaptan dahil BİZİ ALKISLAMAYA BAŞLADI…
Bot uzaktayken halen alkış sesleri devam ediyordu…
Allah bütün denizcilere selamet versin
Erhan Şengül
İstanbul
2004
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.