21 Mayıs 2024 Salı
Kurucusu eşsiz önder Atatürk’ün devlet modeli olarak ulusal ve üniter bir devlet yapılanmasıyla ortaya çıkmış olan Türkiye Cumhuriyeti, küresel sermayenin emperyal saldırılarının hedefi konumundadır. Bu açıdan bakıldığında bir Kamu Hukuku Profesörü olan Sayın Anıl Çeçen, Türk kamuoyuna Cumhuriyetimizin geldiği noktadaki bugünkü konumunu genel hatlarıyla “Türkiye’de Cumhuriyetçilik” adlı önemli eserinde “Türkiye Cumhuriyeti Tasfiye Ediliyor” başlığı altında şöyle özetlemektedir:
Türkiye, son yıllarda sürekli olarak dıştan dayatılan reformlarla uğraşmak zorunda bırakılıyor. Yeni dünya düzeni kurmak için birilerinin çok acelesi olduğu için, bir an önce istedikleri aşamaya gelebilmek üzere dışarıdan içeriye doğru sürekli olarak bir inisiyatif yönlendirmesi yapmaktadırlar.
Böylesi dış merkezli bir emperyalist oyuna bütünüyle Türk toplumu alet edilmek istenirken,
* Türk ekonomisinin köşe başlarını tutan kadrolarla,
* Medyada etkili olan işbirlikçi mandacı gruplar,
ülkemizi böylesi bir maceraya doğru el birliği ile sürüklemektedirler.
Yüzyıllar önceden hazırlanmış bir plan ve bu doğrultudaki proje uğruna büyük bir ulusal kurtuluş savaşı vererek Türk milletinin kurmuş olduğu TÜRKİYE CUMHURİYETİ tasfiye edilmektedir. Bu gerçek, artık saklanamayacak kadar açık ve net bir biçimde Türk kamuoyunda kesinlik kazanmıştır.
Hiç kimse cumhuriyet yıkıcılığı ya da Türkiye düşmanlığı yaptığını kabul etmiyor. Her şey “değişim” kavramı içerisinde ve Türk devleti dıştan zorlanan bir plan dâhilinde çözülmeye mahkûm ediliyor. Değişim sözcüğünün sihirli görünümünün arkasına sığınan
– İkinci cumhuriyetçiler,
– Maddeci işbirlikçiler,
– Alt kimlikçi federasyoncular,
– Ilımlı İslamcı görünümlü şeriatçılar,
– Emperyalizm ve Siyonizm ile her türlü işbirliğine açık olan oportünistler (fırsatçılar) koalisyonu elbirliği ile
* ATATÜRK’ÜN CUMHURİYETİ’NE saldırmaktalar ve
* Kültürel alt kimlikçilik dış desteklerle hortlatıldığı gibi,
* Kayıt dışı ekonominin sağladığı olanaklarla
* Yeraltı ilişkileri doğrultusunda birçok mafya ve benzeri hukuk dışı çıkar örgütlenmelerinin de gündeme geldiği görülmektedir.
Kurtlar Vadisi gibi televizyon dizileri ile böylesine hukuk dışı bir yapılanma iç ve dış menfaat çevreleri tarafından hem özendirilmekte hem de desteklenmektedir.
Böylesine olumsuz bir süreç içinde ülkenin birliği ve bütünlüğü tehlike altına sürüklenmekte, seksen beş milyonluk bir milletin gelecek güvencesini sağlamakla görevli Türk devleti her gün biraz daha gerileyerek devre dışı kalmaktadır. Bu aşamada Türkiye’yi yöneten bir zihniyet, yeni dönemin plan çalışmalarında devletin küçültülmesini ana hedef olarak ilan etmektedir. Bu tür bir hedef belirleme, şimdiye kadar yarısı tasfiye edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin geri kalan diğer yarısının da tasfiye edilmek istendiğinin en açık göstergesidir. Sürekli olarak dış baskılarla iyice küçülmüş olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin geleceği ile ilgili planlama çalışmalarında devletin küçültülmesi ana hedef olarak belirlenirse, bu gelecekte Türkiye Cumhuriyetinin ulusal ve üniter yapısının ortadan kaldırılmak istendiğinin en açık göstergesi olarak anlaşılmasıdır. Çünkü OECD istatistiklerine göre; Avrupa ve Amerika gibi kıtalardaki batı ülkelerine oranla en küçük devlet Türkiye Cumhuriyeti’dir. Batı ülkelerinde devletin ekonomideki ağırlığı ortalama olarak yüzde kırk ya da elli oranında olmasına rağmen, Türkiye’deki devletin ekonomideki büyüklüğü son yıllarda yüzde yirmilerden yüzde onlara doğru küçülmüştür. Kendi devletlerini güçlü ve büyük tutan batılı emperyal ülkeler sıra Türkiye’ye gelince, Osmanlı İmparatorluğu’nun bugünkü mirasçısı Türkiye’yi daha da küçültmenin yollarını aramaktadırlar. Avrupa Birliği sürecinde yeni bir Yugoslavya modeli yaratarak Türkiye’nin ülkesini bir Sevr haritasına dönüştürmek isteyenler, bu doğrultuda devletin küçültülmesi için sürekli olarak baskı yapmaktadırlar. Avrupa Birliği’ne paralel olarak IMF ve Dünya Bankası gibi uluslar arası kuruluşlar da Türk devletinin küçültülmesi için devletin yetkili organlarını baskı altında tutmaktadırlar.
Kabuk devlet suçlamaları ile medyadaki papağanlarını Türk devletinin üzerine süren emperyal merkezler, kendi devletlerini daha da büyütmenin arayışı içindedirler. Bu doğrultuda dünyanın her bölgesini sömürge durumuna düşürürlerken, Türkiye’yi de iyice küçülterek çeşitli eyaletlere bölebilmenin çabasına girmişlerdir.
– Büyük Avrupa,
– Büyük Ortadoğu,
– Büyük İsrail gibi
* Dünyanın merkezini içine alacak bölgesel federasyon planlarına Türkiye’nin ülkesini merkez yapmak isterlerken,
* Bu ülkenin üzerinde kurulu bulunan Türk devletinin ortadan kaldırılmasına giden yolu açmak istemektedirler.
Demokrasi, küreselleşme, değişim gibi sihirli sözcüklerle Türk Devleti yavaş yavaş ortadan kaldırılmakta, gelecekte bir dış destekli federasyona giden yeni bir yol açılmaya çalışılmaktadır. Batılı merkezlerin hepsi bu doğrultuda çalışırken, Yugoslavya’dan sonra dünyanın merkezinde kurulmuş olan Türk devleti de tasfiye edilmek istenmektedir. Son yıllarda reform adı altında gündeme getirilen bütün yasal düzenlemelerin devletin merkezi gücünü ortadan kaldırdığı, parçalı bir yapıyı ortaya çıkarabilmek üzere, merkezin yetkilerinin sürekli olarak yerel yönetimlere devredildiği artık iyice görülmektedir.
Tablo kesin hatları ile belli olduğuna göre, Türk devletinin geleceğine bir büyük ulusal kurtuluş savaşı vermiş olan Türk milleti karar verecektir. Türk milleti, ulusal ve üniter cumhuriyet devleti tasfiye edilirken, bu gidişe bir dur diyecek, ulusal egemenliğine sahip çıkarak yeni yüzyılda da bağımsız Türkiye Cumhuriyetinin çatısı altında yaşamını sürdürecektir. Artık ulus devleti ve çağdaş cumhuriyeti ortadan kaldırmakta olan bu reform görünümlü deforme sürecine Türk Milleti acilen “dur” demelidir.
Böylesine olumsuz bir sürece karşı çıkmak için aslında çok geç kalınmıştır. Ama genelde zararın neresinden dönülürse dönülsün, ortaya çıkarak birşeyler yapmak dedelerimizden miras kalan cumhuriyetin yaşatılabilmesi için yaşamsal öneme sahiptir.[1]
Varoluş ilkeleri üç uygulama ilkesi ile somutlaşır, gerçekleşir, hayata geçirilir. Bunlardan ilki Cumhuriyetçilik ilkesidir. Cumhuriyetçilik, Milli Egemenliğin ete kemiğe bürünmesidir. Bütün ülkeyi kaplamış, dal dal ayrılan dev bir örgüt olarak karşımıza çıkar. Cumhuriyetçilik ilkesi Milli Egemenliği somutlaştırır. Tam Bağımsızlığı destekler. Eğer Milli Egemenliği ruha benzetirsek, Cumhuriyet o ruhun bedenidir.
Bu konuyu en veciz şekliyle Atatürk şöyle açıklıyor:
“Benim için tek bir hedef vardı: Cumhuriyet hedefi!…
Bu hedefe ulaşmak için belirli yolda yürüyen arkadaşların başarılı olması için, girişilen doğru yolda, namus yolunda çalışmak ve faal olmak lazımdı. Yeni Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun ilk maddeleri şöyleydi: ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. İcra kudreti, kanun yapma yetkisi, milletin biricik gerçek temsilcisi olan Meclis’te tecelli etmiş ve toplanmıştır.’ Bu iki maddeyi bir sözcükte özetlemek mümkündür: ‘Cumhuriyet’…” [2]
(a) Atatürk’e Göre Cumhuriyeti Türk Millet Kurmuştur
“Cumhuriyet, Türkün yüksek siyasi kurumu, Türk milletinin tabiat ve karakterine en uygun idaredir. Türkler demokrat, özgür ve sorumluluklarını bilen yurttaşlardır. Cumhuriyetin kurucuları ve sahipleri bizzat kendileridir. Türkiye Cumhuriyeti, milletimizin doğrudan doğruya, kendiliğinden kurduğu devlet teşkilatı ve hükümettir. Cumhuriyet idaresi Türk milletinin öz ve paha biçilmez malıdır.”
“Türkiye Cumhuriyeti sağlam temeller üzerine kurulmuştur. Bu temeller;
– Devrimler, devrim kanunlarıdır;
– Türk toplumudur,
– Yüksek Türk kültürüdür.
İnancım odur ki, toplumun bireyleri Türk kültürüyle ne kadar dolu olursa, cumhuriyetimiz de o kadar sağlam olur. Türk kahramanlığının, ulusal azmin ve ulusal bilincin ürünüdür.”[3]
Türkiye Cumhuriyeti, İngiliz egemen kapitalist emperyalizme karşı verilen silahlı bir hürriyet ve istiklâl mücadelesi sonunda kurulmuştur. Temelinde antiemperyalist bilinç vardır.
“Afyonkarahisar–Dumlupınar Meydan Muharebesi ve onun son safhası olan 30 Ağustos Muharebesi… Türk tarihinin en önemli bir dönüm noktasıdır. Yeni Türk devletinin, genç Türk Cumhuriyeti’nin temelini orada attık. Sonsuz hayatını orada taçlandırdık. O sahada akan Türk kanları, semasında uçan şehit ruhları devlet ve Cumhuriyetimizin sonsuza kadar muhafızlarıdır. Ordumuzun kahraman genç subayı ve Cumhuriyet’in idealist öğretmen topluluğunun değerli üyesi Kubilay da öyle… Cumhuriyetimiz onun tertemiz kanıyla hayatiyetini tazelemiş ve kuvvetlendirmiştir.”
“Ancak biz Cumhuriyetimizi çok daha güçlendirmeyi amaç edindik: Bunun için maliyemizi güçlü ve düzenli kılmaya çalıştık, barışı savunduk. Birlik, azim ve çalışma en esaslı prensibimiz oldu. Yaptıklarımızı asla yeterli görmedik, daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeydik. Onuncu Yıl Nutkumda da belirttim, şöyle dedim: Yurdumuzu, dünyanın en bayındır ve en uygar ülkeleri düzeyine çıkaracağız. Milletimizi, en geniş refah araç ve kaynaklarına sahip kılacağız. Millî kültürümüzü, çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkaracağız. Bunun için, bizce zaman ölçüsü, geçmiş yüzyılların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın hız ve hareket kavramına göre düşünülmelidir. Geçen zamana oranla daha çok çalışacağız, daha az zamanda daha büyük işler başaracağız. Bunda da başarılı olacağımıza şüphem yoktur.”[4]
(b) Cumhuriyetin Bazı Nitelikleri
(b.1) Cumhuriyette hükümet, millet birdir.
Cumhuriyet rejimimiz milletimize en uygun olan, ulusal ve merkezî nitelikli bir rejimdir. Bu ve bazı diğer hususları Atatürk, Cumhurbaşkanı olarak yaptığı kimi konuşmalarında, şöyle dile getirmiştir:
“Bugünkü hükümetimiz, devlet teşkilâtımız doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet teşkilatı ve hükümettir, adı Cumhuriyet’tir. Cumhuriyette hükümet millettir, millet de hükümet.. Milletle hükümet arasında ayrılık yoktur. İkisi arasında geçmişte olan ayrılık kalmamıştır. Hükümet ve onun üyeleri kendilerinin milletten ayrı olmadıklarını bilir; milletin, yalnızca milletin efendi olduğunu da!”
Cumhuriyet idaresi Türk milletinin karakterine en uygun olan idaredir. Türk milleti, egemenliğini en kapsamlı şekilde ortaya çıkaran yeni idareye kavuşuncaya kadar daima mevcut siyasi kuramlara yabancı kalmıştır. Çünkü geçmişin kuramları, başından sonuna kadar milletin başında yumruk tutan bir sürü despotlar kadrosundan başka bir şey değildir.”[5]
Cumhuriyet idaremizin bir özelliği de şudur.
(b.2) Ulusaldır, herkesindir, demokrasi ile özdeştir.
Türkiye Cumhuriyeti kat kat ulusallık üzerinde yükselmiştir:
Ulusal savunma, ulusal ekonomi, ulusal kültür, ulusal eğitim ve öğretim! Yurttaş olarak “ne mutlu Türküm” diyen herkesin cumhuriyetidir. Bu nedenledir ki, adı “Türkiye Cumhuriyeti” olmuştur. Şunu da eklemeliyiz ki, cumhuriyetle demokrasi birdir; asla birbirinden ayrılamaz.
“Cumhuriyet rejimi halkın kendi eliyle kendini idare etmesi demektir. Asla bununla, her ilin veya her bölgenin ayrı ayrı birer yönetim birliği kurmasını kastetmedik. Maksadımızı, Büyük Millet Meclisi’nin ilk günlerinde açıkça ifade ettik. Maksat ve gayemiz, millî iradenin kendini gösterdiği tek yer olan Millet Meclisi’nin bütün vatanın mukadderatını eline almış olmasını ifade etmekten ibarettir.”
(b.3) Cumhuriyet, Millî Egemenliğin güvencesidir.
Türk zekâ, yetenek ve kaynaklarını işlemeyi, Türk varlığını ve çıkarlarını korumayı, yurttaşların güvenliğini sağlamayı amaçlar. Ülkemizi geçmişin kör dövüşü ve idari kötülüklerinden uzak tutar. Ülkenin saygınlığını artırır. Halka hizmet, gönenç ve mutluluk götürür; özgüven ve devletine güven duygusu kazandırır. Milletimize parlak bir gelecek hazırlar. Milletimiz bütün bu alanlarda önemli başarılar elde etti. ATATÜRK bunları “Medeni Bilgiler” kitabında, Meclis ve diğer bazı konuşmalarında açıklamıştır:
“Cumhuriyet’in ilk işlevi millet egemenliğini gerçekleştirmektir. Cumhuriyet, Millî Egemenliği en gelişmiş şekilde ortaya çıkarır. Milletvekillerinden meydana gelen meclisi ve sınırlı zaman için seçilmiş Cumhurbaşkanı ile Millî Egemenliğin korunmasının en sağlam güvencesidir.”[6]
Mevcut Anayasamızda teminat altına alınmış bulunan “Cumhuriyetin Değişmez Nitelikleri” olan
* “Demokratik olmak,
* Laik olmak,
* Sosyal devlet olmak,
* Hukuk devleti olmak” ilkelerini tüm Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının hiç unutmaması gerekiyor.
Cumhuriyet yönetimi herhangi bir biçimde değişmemek üzere Anayasamıza girmiştir; öyle ki Anayasamızın ilgili maddesiyle devlet biçiminin cumhuriyet olduğu, bu hükmün değiştirilemeyeceği, değiştirilmesinin önerilemeyeceği esası konmuştur.
ATATÜRK, Türkiye Cumhuriyetini gençliğe emanet etmiştir,
“Cumhuriyeti biz kurduk, onu siz yükseltip sürdüreceksiniz’’ demiştir.
Cumhuriyeti yükselterek sürdürmek her Türk Genci’nin kutsal ve ulusal görevidir. Bu görev, kaynağını ve ilhamını ATATÜRK’ten alır. Bunun için Türk Gençleri, gönül birliği, inanç ve amaç birliği ile bu görevi yapmak zorundadırlar. Çünkü bu, onların insanlıklarının, yurtseverliklerinin, vatandaşlık haklarının, Türklük geleneklerinin bir gereğidir.[7]
Atatürk, 1926 İzmir suikast girişiminden sonra milletin binlerce telgrafla bu iğrenç girişimi lanetlemesi ve üzüntülerini bildirmesi nedeniyle Anadolu Ajansı’na şöyle demeç vermiştir:
“Temeli büyük Türk milletinin ve onun kahraman evlâtlarından oluşan büyük ordumuzun vicdanında, akıl ve bilincinde kurulmuş olan cumhuriyetimizin ve milletin ruhundan doğmuş ilkelerimizin, bir vücudun ortadan kaldırılması ile bozulabileceği fikrinde bulunanlar, çok zayıf beyinli bahtsızlardır. Bu gibi bahtsızların, cumhuriyetin adalet ve kudret pençesinde lâyık oldukları davranışla karşılaşmaktan başka talihleri olamaz.
BENİM DEĞERSİZ VÜCUDUM, BİR GÜN ELBET TOPRAK OLACAKTIR; FAKAT TÜRKİYE CUMHURİYETİ SONSUZA DEK YAŞAYACAKTIR.
Ve Türk milleti güvenlik ve mutluluğunun kefili olan ilkelerle, uygarlık yolunda, duraksamadan yürümeye devam edecektir.”(1926)[8]
“Efendiler! Size şunu söyleyeyim ki, devrimci Türkiye Cumhuriyeti’ni benim kişiliğimde var zannedenler çok aldanıyorlar. TÜRKİYE CUMHURİYETİ, HER ANLAMI İLE BÜYÜK TÜRK MİLLETİNİN ÖZ VE AZİZ MALIDIR. Değerli evlâtlarının elinde daima yükselecek, sonsuza dek yaşayacaktır.”[9]
Cumhuriyetimiz bugün neden tehlikededir, onu neden ve nasıl korumamız gerekiyor?
Bu soruların yanıtını Atatürk’ün söylemiyle Nutuk’ta buluyoruz:
“Arkadaşlar. Gelecek kuşakların, Türkiye’de Cumhuriyetin ilân edildiği gün, ona en insafsızca saldıranların başında “cumhuriyetçiyim” diyenlerin yer aldığını görerek asla şaşıracaklarını sanmayınız! Aksine, Türkiye’nin aydın ve cumhuriyetçi çocukları, böyle cumhuriyetçi geçinmiş olanların gerçek düşüncelerini tahlil ve tespitte hiç de kararsızlığa düşmeyeceklerdir. Onlar kolayca anlayacaklardır ki, çürümüş bir hanedanın, halife unvanını taşıyarak başının üstünden zerre kadar uzaklaşmasına imkân bırakmayacak şekilde korunmasını şart kılan bir devlet şeklinde, cumhuriyet rejimi ilân edilse bile, onu yaşatmak mümkün değildir.”[10]
Ve 2000’li yıllar… Birileri var ki, tutturmuşlar “Cumhuriyet’’ rejimiyle yüzleşelim diye; hiçbiri bugünün musibetleri ile yüzleşelim demiyor.
Varsa, yoksa Cumhuriyet dönemi…
Neden, düşündünüz mü hiç?
Çünkü asıl istedikleri başkadır, asıl istedikleri Cumhuriyeti bitirmektir! Emperyalizmin sıkıntısı orada… Soruyorum:
– Neden altı yüzyıllık Osmanlı’nın yaptığı onca yanlışla yüzleşmekten söz etmiyorsunuz?
– Neden, bin yıldır yaşadığımız dini, bir Arap ideolojisine dönüştürerek Müslümanları mahveden Emevi zulüm ve ihanetiyle yüzleşmekten söz etmiyorsunuz?
Çünkü orada emperyalizmin çıkarı yok, öyle değil mi! Onun çıkarı ülkeyi ve milleti bertaraf etmekte.. Bunu da ancak Cumhuriyetin altını oyarak yapabilirlerdi, işte yapıyorlar da…
Ne acıdır ki, günümüzde artık yüzleşmeye de gerek kalmadı. Çünkü Cumhuriyete istedikleri kıyafeti giydirdiler.
O dinciler ve o sahte Atatürkçüler…
Onlar Haçlı kodamanlarla işbirliği halinde Türkiye Cumhuriyeti’ni, bugün neredeyse agoniye sokmuş bulunuyorlar. Peki, kendi zekâlarıyla mı elde ettiler sanıyorsunuz bu başarılarını? Asla! Arkalarında iki büyük güç kaynağı vardı onların:
* Biri, Emperyalizmin, Atatürk’ün mirasını ve Türkiye Cumhuriyeti’ni tahrip için verdiği her türlü destek;
* Diğeri, Cumhuriyet düşmanlarının rakibi, hatta düşmanı olduklarını söyleyenlerin, o yetersiz Atatürkçülerin zavallılıkları, zekâ yetersizlikleri ve basiretsizlikleri…
Evet, doğrudur, genç Cumhuriyetimiz çağdaş uygarlık yolunda büyük atılımlar yapmakla birlikte, halkımıza arzu edileni, verilebilecek olanı tam olarak verememiştir. Uygulamada aksaklıklar, aykırılıklar ve başarısızlıklar olmuştur. Ancak bunların vebalini asla Cumhuriyet’in kendisine yükleyemeyiz. Çünkü;
– Dünya krizi,
– İkinci Dünya Savaşı gibi olağanüstü durumların ve
– Kalkınma zorunluluklarının yarattığı sıkıntılar, düşük fiyatlar, eşraf sömürüsü olmuştur.
– Atatürk’ün yolundan ayrılan yöneticilerin, ayrımcılığa, bölücülüğe, dinsel ve etnik sömürülere, emperyalizme ödün verenlerin,
– Atatürk’ün görüşlerinden habersiz kifayetsiz Atatürkçülerin büyük kusurları olmuştur.
Bunları nasıl görmezden geliriz?[11]
Her ne olursa olsun, bugün Cumhuriyetçiler olarak asıl yapılması gereken, geçmişten ders alarak, Atatürk’ün Nutuk’ta uyardığı gibi davranmaktır:
* “Cumhuriyet düşmanlarına karşı sağ görülü ve uyanık olmaktır, tek vücut olmaktır.
* Cumhuriyet yönetimine, çağdaş harekete karşı cehalet, bağnazlık ve her çeşit düşmanlık ayağa kalktığı zaman, ilerici ve cumhuriyetçi olanların yeri; gerçekten ilerici ve cumhuriyetçi olanların yanıdır.
* Yoksa gericilerin umut ve faaliyet kaynağı olan taraf değil.”
Ey yurtsever, sanma ki hayat düz, rahat bir yoldur; kıvrımsız, engebesiz uzar gider! Tam aksine inişleri vardır onun, yokuşları, sapakları vardır. Cumhuriyetimiz için de doğrudur bu! Dostları olduğu gibi, düşmanları da oldu onun. Birilerinin çıkıp Cumhuriyet’i inkâr ettiği de bir gerçektir. Onlar Cumhuriyet’in sağlam temellerini kemirmiş, Türk Milleti’nin güvenli geleceğini yok etmeye kalkışmıştır. Sahte Atatürkçüler de ikbal uğruna göz yummuşlardır onlara. Geçmişte vardılar, bugün de varlar, yarın da olacaklar.
İç ve dış bedhahlardır onlar. Yine iş başındalar! Yine güçlüler, yine yurdumuza sızmış bulunuyorlar. İç düşmanlar, iktidar sahipleri yine işbirliği yapıyor onlarla. Silahsız bir işgal bu seferki… Halkımız yine yoksul, bezgin, yine umutsuz. Tıpkı Millî Mücadele yıllarında olduğu gibi… Köstebekler gibi kemiriyorlar Cumhuriyetimizin temellerini. Devlet ve vatan tehlikede…
Öyleyse sen, evet sen! Neden duruyorsun, neden harekete geçmiyorsun? Bu atalet niye? Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü hatırla, O’nu düşün, Atatürk gibi düşün. Şartlar ne olursa olsun O hiç durdu mu, hemen harekete geçmedi mi? Ve hiç geri adım attı mı? Tarihe, millete, bizlere örnek olacak şekilde davranmadı mı? Ve hep başarmadı mı? Öyleyse bizler de başarabiliriz. Ancak bir koşulla:
Atatürk’ün bizlerden istediği şekilde donanımlı isek, O’nun ilkelerine göre düşünüyor, O’nun ilkelerine göre davranıyorsak.
O zaman, içinde bulunduğumuz imkân ve koşullar nasıl engelleyebilir bizleri? Atatürk boşuna mı “damarlarındaki asil kan” dedi, boşuna mı “Türk, öğün, çalış, güven” dedi?[12]
Bu konuda yine Atatürk’ün şu ifadeleri rehberimiz olacaktır:
“Herkes, bütün dünya bilsin ki, benim için tek bir taraftarlık vardır: Cumhuriyet taraftarlığı, düşünsel ve toplumsal devrim taraftarlığı!… Biz bu yolda büyük ve önemli işler yaptık.”[13]
İçselleştirmemiz gereken bu olmalıdır bizler için de…
(a) Cumhuriyet İçin Ne Yaptım?
Her gün kendinize bu soruyu sorunuz. Örneğin, şöyle deyiniz:
– Ben gerçek bir cumhuriyetçi miyim?
– Halkın emeği ve kanı üzerine kurulmuş olan Cumhuriyet’e karşı görevlerimi yapıyor muyum?
– Cumhuriyetin temellerini emeğimle sağlamlaştırıyor muyum?
– Cumhuriyeti, bir köy çocuğundan cumhurbaşkanı çıkaracak eşitliklerle, olanaklarla beziyor muyum?
– Ben, Cumhuriyet kuşağı, ben aydın, ben halk devletinin vatandaşı, halkın emeğine ve kanına karşı olan borcumu ödüyor muyum?[14]
Bilindiği üzere Cumhuriyet, temelini oluşturan kurucu değerleriyle, halkımıza özgüven vermiştir, devletine güven duygusu aşılamıştır. Esasen milletimizin sahip olduğu değer ve yetenekleri Cumhuriyet rejimi sayesinde bugün de ulusal bilinç ve bütünlük içinde bu kurucu değerlerimizi milletçe daha kolay gösterebilir, geliştirebiliriz.
(b) Cumhuriyet İçin Ne Yapılmalı?
Herkes umut verici bir çıkışı beklemektedir.
Türkiye’nin geleceğini karartan, ülkeyi yok olmaya doğru sürükleyen politikalara karşı, ATATÜRK CUMHURİYETİ’Nİ güncel koşullara göre yenileyecek ve bu doğrultuda ulusal çıkarları savunacak alternatif bir siyasal hareketin Türk demokrasisi içinde örgütlenerek öne çıkmasını ve iktidara gelmesini milyonlarca insan beklemektedir.
Ulusal ve üniter devleti çağın gerçeklerine uygun olarak yenileyecek bir siyasal çıkışın, güncel Kemalizm anlayışı çerçevesinde örgütlenerek iktidara taşınması gerekmektedir. Güncelleşen bir Kemalizm Türkiye’nin bütün sorunlarına çözüm getirerek, Türkiye Cumhuriyeti’nin yoluna devam etmesini sağlayacaktır. Bu doğrultuda Atatürk’ün partisinin yeniden Kemalist bir çizgiye yönelmesi, ya da bu doğrultuda yepyeni bir Kemalist hareketin örgütlenerek Türk siyasetinde yerini alması gerekmektedir.[15] Demokrasi içerisinde çarenin tükenmeyeceğini iyi bilen Türk halkı, Atatürk Cumhuriyeti’nin, yirmi birinci yüzyılda yoluna devam etmesine sağlayacak bir Kemalist anlayışı yerel yönetimlerde ve başkentte yeniden iktidara getirmesini bilecektir. Cumhuriyetin yüzüncü yılının Kasım ayında, yeniden Cumhuriyet güneşinin doğuşunun belirtileri/ışıkları artık ufukta görülmektedir. Unutmayalım, kurucu önder ATATÜRK’ÜN söylemi ile; “Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.”
[1] Prof.Dr. Anıl ÇEÇEN, Türkiye’de Cumhuriyetçilik, İstanbul, 2020, Nergiz Yayınları, s.9-11.
[2] Prof.Dr. Cihan DURA, ATANAME, İstanbul, 2017, s.328.
[3] Cihan DURA, ATANAME, s.329.
[4], [5], [6] Cihan DURA, ATANAME, s.330; s.331; s.329-330.
[7] Osman Güngör FEYZOĞLU, Atatürk İlkeleri ve İnkılâbımız, İstanbul, 1982, Milli Eğitim Basımevi,s.59.
[8] ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, Ankara, 1954, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayını, cilt: III, s.80.
[9] Hasan Rıza SOYAK, Doğumundan Cumhuriyetin İlanına Kadar Fotoğraflarla Atatürk ve Atatürk’ün Hususiyetleri, Hayat Yayınları, 1965.
[10] Cihan DURA, ATANAME, s.401.
[11] Agoni: ‘Can çekişen’ anlamında. Ölümden hemen önceki dönemde merkezi sinir sistemi işlevinin bozulmasına verilen isim. Sinir sistemindeki bu bozukluk nedeniyle bu devrede kişinin hukuki ehliyetinin olmadığı var sayılır. Örneğin, o an kişi vasiyette bulunamaz, vs…
[12], [13], [14] Cihan DURA, ATANAME, s.402; s.403; s.404.
[15] Prof.Dr. Anıl ÇEÇEN, Türkiye’de Cumhuriyetçilik, İstanbul, 2020, Nergiz Yayınları, s.305-306.