21 Mayıs 2024 Salı
ATATÜRK’ÜN HUKUK, EĞİTİM, KÜLTÜR, SANAT VE EKONOMİK ALANLARDAKİ DEVRİMLERİ
1. Hukuk Alanında Devrimler
– Toplumun bugünkü gereksinimleriyle uygunluk göstermeyen, mezhepsel ilmihalden oluşan şeriata dayalı hukuk anlayışının terki,
– Mecelle’nin kaldırılarak yerine lâik hukuk sisteminin ve
– Bu sisteme bağlı Medenî Yasa, Borçlar Yasası, Ticaret Yasası, Ceza Yasası gibi çağdaş yasaların uygulamaya konulması, Türk Devrimi’nin hukuk alanında başardığı başlıca devrimleri oluşturur.
Atatürk, Türk Devrimi’nde hukukun yerini, önemini ve yönünü açık şekilde belirtmiştir. O’na göre, hukukta izleyeceğimiz yol, uygarlık yolu olacaktı; yüzyılın gereklerine, milletin gerçek gereksinimlerine göre yasa yapılacaktı. Çünkü uygar bir devlet makinesi, eski yasalarla işleyemezdi.
OSMANLI HUKUK SİSTEMİ, son yüzyılların yeniliklerle geçen hızlı yürüyüşüne kayıtsız kalmış, eski dönemlerin mezhepsel ilmihal bilgilerinden oluşan şeriat yasalarından kendini sıyıramamıştı.
TANZİMAT, I. ve II. MEŞRUTİYET gibi büyük devrimler yapılmasına karşın, hukuk alanında, çağa gerektiği şekilde ayak uydurulamamış,
– Yeni mahkemelere rağmen
– Şer’iye mahkemeleri ve
– Yabancılar için özel yargılama şekli de varlığını korumuştu.
Hukuk alanında da bu ikiliği kaldıran, sadece ve sadece çağdaş yolu gösteren Atatürk devrimleri oldu. MEDENÎ YASAMIZ, CEZA YASAMIZ, BORÇLAR YASAMIZ ve diğer yasalarımız, toplumun gereksinimlerine en iyi cevap veren, çağdaş düşünüş biçimiyle hazırlanmış, lâik yasalardı. Bu nedenle hukuk alanında yapılan yenilikler, Türk Devrimi’nin çağdaş niteliğini simgeleyen başlıca atılımlar oldu.[1]
2. Eğitim, Kültür Ve Sanat Alanlarında Devrimler
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan hemen sonra MİLLÎ, DEMOKRATİK ve LÂİK BİR EĞİTİM programı çizilerek:
* Öğretim birliğinin sağlanması;
* Üniversite reformu;
* Arap harflerinin yerine yeni Türk harflerinin kabulü;
* Dilimizin yabancı sözcüklerden temizlenerek öz benliğine kavuşturulması;
* Tarihimizin yanlış görüşlerden kurtarılarak doğru temeller üzerine oturtulması;
* Türk milletinin dünya uygarlık tarihi içindeki yerinin bütün açıklığı ile belirtilmesi;
* Güzel sanatlarda gelişmeler Türk Devrimi’nin kültür alanında gerçekleştirdiği başlıca devrimlerdir.
( a ) Öğretim Birliğinin Sağlanması;
Yeni Türk Devleti’nin kurulmasından sonra millî, demokratik ve lâik bir eğitim programı çizilmesi gerekiyordu. Bu gereksinimi karşılamak üzere 3 Mart 1924 tarihinde “Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğretim Birliği Yasası)” çıkarıldı. Öğretim Birliği Yasası, eğitim ve öğretimde birliği amaçlıyordu. Yasanın gerekçesinde bu hususu belirtmek üzere “BİR MİLLETİN BİREYLERİ ANCAK BİR EĞİTİM GÖREBİLİR. İKİ TÜRLÜ EĞİTİM, BİR MEMLEKETTE İKİ TÜRLÜ İNSAN YETİŞTİRİR. BU İSE DUYGU, DÜŞÜNCE VE DAYANIŞMA BİRLİĞİ AMAÇLARIYLA BAĞDAŞMAZ” deniliyordu.
On sekizinci yüzyıl ortalarından başlayarak medreseler, Batı’daki yeniliklere kapalı, sadece mezhepsel din anlayışına dayalı teokratik öğretim yapan kurumlar haline gelmişti. Zaman zaman, bu kurumları düzeltme amacıyla bazı girişimler yapılmışsa da olumlu bir sonuç sağlanamamıştı. Hâlbuki son yüzyıllarda pozitif bilimlerde büyük ilerlemeler olmuştu. Bu dönemde bir yandan HARBİYE, MÜLKİYE, TIBBİYE, MÜHENDİSHANE kurulurken, öbür yandan medreseler de varlıklarını korumuşlardı. Bu ikilik “Öğretim Birliği Yasası’nın” kabul tarihi olan 3 Mart 1924 tarihine kadar sürdü. Bu yasa ile öğretimde birlik esas alınarak Türkiye’deki bütün öğretim kurumlan Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlandı; medreseler kapatıldı, yerlerini “çağdaş, millî ve lâik eğitim yapan cumhuriyet okulları” aldı. AMAÇ,
* Öğrenim çağındaki Türk çocuklarına aynı eğitimi uygulamak;
* Onları özgür düşünceli, çağdaş vatandaşlar olarak yetiştirmekti.[2]
Türkiye’deki YABANCI OKULLAR da (Amerikan koleji gibi) devlet denetimi altına alınarak bunların
– Millî kültürü zedeleyici,
– Millî duyguları gevşetici eğitim yapmalarına imkân verilmedi.
İLKÖĞRETİMİN İSE TÜRK OKULLARINDA YAPILMASI YASA HÜKMÜ HALİNE GETİRİLDİ. İlk ve ortaöğretimdeki bu yeniliklerin yanı sıra YÜKSEKÖĞRETİMDE de büyük atılımlar oldu. 1933 yılında gerçekleştirilen üniversite reformu ile millî ve çağdaş Türk üniversitesinin temelleri atıldı. Bu suretle üniversiteye yeni bir düşünce biçimi, dinamik bir yapı kazandırıldı.
( b ) Yeni Türk Harflerinin Kabulü:
Türk dili, kendine özgü bir alfabe ve yazı ile ifade edilmesi gerekirken yüzyıllar boyunca Arap harfleri ve Arap alfabesi ile yazılmıştı; hâlbuki bu alfabe, bu yazı, Türk dilinin zenginliğini, genişliğini ifadeden çok uzaktı. Bu ihmal nedeniyledir ki
* Türkçe, kendi kuralları ile yazılan ve söylenen bir dil olmaktan çıkmış;
* Arap ve Fars dil kurallarının etkisi altına girmişti.
* İşte yeni Türk harflerinin kabulü, yazıda da millî benliğimize dönüş yönünden büyük bir devrim oldu.[3]
( c ) Dil Devrimi:
Atatürk, Türk diline büyük önem veriyordu;[4] çünkü
– DİL, millî kültürünün ifade aracı,
– Millî birliğin en sağlam dayanağı idi.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde Türk dili saray çevresinin ve onlara yakın aydınların çokça kullandıkları Arap ve Fars kelimeleriyle nerdeyse benliğini kaybederek karmaşık bir dil haline gelmişti. Bu dile tekrar öz benliğini kazandırmak, onu yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak gerekiyordu. Bu amaçla Türk Dil Kurumu kurularak bilimsel çalışmalar yapıldı.[5] Yeni Türk harflerinin kabulü ve dil devrimi, okuma yazma oranının kısa zamandayükselmesinde şüphesiz ki büyük rol oynadı. Yine bu devrimler, millî kültürümüze dönüş ve bu kültürün gelişmesi açısından da büyük atılımlar oldu.[6]
( d ) Millî Tarih Anlayışı ve Türk Tarih Tezi:
Atatürk’ten önce Türk tarihi,
– Ya birhanedanın tarihi olarak ele alınıyor, Osmanlı Devleti’nin kuruluşu ile başlatılıyordu
– Ya da İslâm tarihi içinde eritiliyor, Türklerin bu tarih içinde oynadıkları rol de ümmet anlayışı nedeniyle yeterince belirtilmiyordu.
– Türklerin, İslâmlığı kabulden önceki tarihleri, bu dönemdeki zengin kültür ve edebiyatları göz ardı ediliyordu.
– Selçuklu tarihçileri de Osmanlı tarihçileri gibi, Türk tarihinin kendilerinden önceki bölümünü karanlıkta bırakmış, İslâm tarihinden geriye gitmemişlerdi:
* Oysaki Türk tarihini doğru temelleri üzerine kurmak, onun Orta Asya (Türkistan)’dan başlayan gerçek seyir ve gelişim yollarını incelemek, bu yol üzerinde Türklerin dünya tarihindeki rollerini, uygarlık zincirindeki yerlerini belirtmek gerekiyordu. Bu bilimsel işi başarmak şerefi de Türk Devrimi’ne düştü. Bu amaçla Türk Tarih Kurumu kurularak Türk tarihi üzerinde geniş araştırmalar yapıldı.
TÜRK TARİH TEZİ,[7]
– Alışılagelen ümmet tarihi yerine,
– TÜRK’Ü ESAS UNSUR KABUL EDEN MİLLET TARİHİ üzerine oturtulmuştu.
1930’dan itibaren geliştirilen bu tez, o yıllar Türkiye’sinde önemli bilimsel çalışmalara sahne oldu; 1932 ve1937 yıllarında toplanan Birinci ve İkinci Türk Tarih Kongreleri’nde[8] yabancı bilim adamlarının da katılımıyla büyük ölçüde tartışmalar yapılarak gerçekler ortaya konmaya çalışıldı.
Türk Tarih Tezi’ne göre
* Anadolu’nun tarih öncesi ilk halkının kökleri Orta Asya’da idi.
* Bugünkü Türk milleti, tarih öncesi dönemlerde Orta Asya’da büyük bir uygarlık yarattıktan sonra, coğrafî zorunlulukların doğurduğu göçler nedeniyle Mezopotamya’ya, Anadolu’ya, Mısır’a ve Avrupa’ya yayılmış, buralarda yeni uygarlık aşamalarına sahne olmuştu.
Bu bakımdan Türklerin anayurdu olan Orta Asya, insanlık tarihinde bir uygarlık beşiği olma özelliğini taşıyordu; çünkü kendisinden sonraki uygarlıklarda, az veya çok onun izlerini görmemek, onun etkilerini sezmemek mümkün değildi.[9]
( e ) Güzel Sanatlarda Gelişmeler:
Cumhuriyet döneminde güzel sanatlara da büyük önem verildi. Atatürk’e göre: “Güzel sanatlarda başarı, bütün devrimlerin başarıldığının en kesin kanıtı idi.”[10]
Bu görüşledir ki başta musiki, resim, heykeltraşlık ve mimarî olmak üzere her tür sanat dalında çağdaş anlamda büyük ilerlemeler oldu. Ankara’da Devlet Konservatuarı açılarak müzik, tiyatro, opera ve bale dallarında öğretime başlandı.
5. Ekonomik Devrimler
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra çağdaş uygarlığa erişme yolunda gerçekleştirilmesi gereken hususlardan biri, belki de birincisi, ekonomik kalkınma idi. Bu bakımdan Cumhuriyet yönetiminin devraldığı fakir ekonomi mirası üzerinde,
* Türk Milleti’ne yeni bir yaşam vermek üzere yapılan girişimler,
* Millî ekonomi ile ilgili yasa ve kararlar,
* Kamu yararını gözeten büyük yatırımlar,
* Kurulan büyük tesisler Türk Devrimi’nin ekonomik alanda gerçekleştirdiği başlıca büyük işler oldu.
Türk Devrimi’nin ekonomi politikası da diğer alanlardaki politikalar gibi bir doktrinden değil, doğrudan doğruya memleket gerçeklerinden, milletin gereksinimlerinden kaynaklanıyordu. Atatürk bu hususu ifade ederken:
“Özellikle ekonomik faaliyeti dayandıracağımız esaslar, her türlü bilgiyle beraber DOĞRUDAN DOĞRUYA MEMLEKETİMİZ TOPRAKLARINI KOKLAYARAK VE BU TOPRAKLARDA BİZZAT ÇALIŞAN İNSANLARIN SÖZLERİNİ İŞİTEREK BELİRLENECEKTİR. SANAYİ VE TİCARETİMİZ İÇİN DE AYNI DÜŞÜNÜŞ EGEMEN OLACAKTIR”[11] diyordu.
24 Temmuz 1923’de imzalanan Lozan Antlaşması ile kapitülâsyonların kaldırılması, yeni Türk Devleti için başlı başına bir devrimdi. Kapitülâsyonlar yıllarca ekonomik gelişmeyi zincir altına almış, yabancı çıkarlarını ön planda tutarak millî ekonominin aleyhine, milleti ve devleti durmaksızın sömürmüştü. Osmanlı Devleti’nin dış borçlanmaları da bağımsızlığımıza zarar verecek yabancıların maliyemize karışmalarını gerektirecek biçimde işlemişti. Lozan Antlaşması ile bu borçlar da ödeme koşulları bağımsızlığımıza dokunmayacak şekilde düzenlendi; çünkü yeni devlet, bir daha eski hatalara düşmek, çıkmaz yollara sürüklenmek istemiyordu.
Türk Devrimi, ekonomik yaşam denince; tarım, ticaret, sanayi faaliyetlerini ve bütün bayındırlık işlerini birbirinden ayrı düşünülmesi mümkün olmayan bir bütün sayıyordu. Bu anlayış içinde Türk ekonomisini kalkındırmak üzere büyük atılımlar yapıldı ve MİLLÎ BİR EKONOMİ DÖNEMİ BAŞLATILDI. Bütün bu gelişmelerde devlet ve birey, “Atatürkçü Devletçilik’’ anlayışına uygun olarak birbirlerine karşıt değil, aksine birbirlerinin tamamlayıcısı olarak görev yaptılar. Ekonomide PLÂNLI KALKINMAYA ÖNEM VERİLEREK 1933’de ilk beş yıllık, 1937’deikinci beş yıllık plân uygulamaya konuldu.
Bu dönemde TARIM, millî ekonominin temeli kabul edildi. Bu nedenle tarımda kalkınmaya büyük önem verildi. Tarımsal ürünlerimizin miktarını artırmak, kalitesini yükseltmek, üretim masraflarını azaltmak için gerek teknik gerekse yasal her önlem alındı. Her çiftçi ailesinin geçineceği ve çalışacağı toprağa sahip olması da memleketin üretimini çoğaltacak, artıracak başlıca çarelerden biri olarak görüldü.
1925 yılında âşarın[12] kaldırılması, KÖYLÜNÜN FERAHLAMASI bakımından büyük bir aşama oldu. Osmanlı döneminde köylü, tarımsal ürününün yüzde 10’unu devlete vermekle yükümlü idi ve bu vergi “âşar” adını alıyordu. Mezhepsel din anlayışı kaynaklı şeriattan kaynaklanan bir usul olarak yüzyıllarca yaşatılmış olan bu sistem, fakir Anadolu köylüsünü belini doğrultamaz hale getirmişti. Çünkü ürün alsın almasın, köylü bu vergiyi miktarı değişmeksizin ödemek zorunda idi. Mültezim[13] adı verilen kişiler her yıl köye gelir, bu ürünü zorla alırlardı; bu vergiye itiraz hakkı yoktu. Zamanla mültezimlik kurumu da tamamen bozulmuş, devlet yetkililerinin dilediğine verdiği bir görev haline getirilmişti. Mültezimler, para ile satın aldıkları bu görevde halka zulmetmekten çekinmiyorlardı. Cumhuriyet yönetimi bu haksız vergi sistemine son vermek, yerine âdil bir sistemi getirmekle tarım alanında büyük bir atılım yapmış oldu.
Cumhuriyet döneminde MİLLÎ TİCARETE büyük önem verildi. KÜÇÜK ESNAFA ve KÜÇÜK SANAYİ ERBABINA, gereksindikleri krediyi kolay ve ucuza vermek suretiyle bu kesim de desteklendi. İÇ VE DIŞ TİCARETTE üreticinin emeğini değerlendiği büyük atılımlar yapıldı. SANAYİ faaliyetlerine de önem verildi. 1927 yılında “Sanayii Teşvik Yasası” çıkarılarak sanayi hareketleri büyük ölçüde özendirildi. Büyük, küçük her çeşit sanayi geliştirildi. Bireysel girişimin olanaklarını aşan alanlarda DEVLET YATIRIMLARI ile büyük tesisler kuruldu. Bu arada ORDUNUN GEREKSİNİMİ olan araçları da karşılamak üzere büyük fabrikalar kuruldu. Madenlerin, ormanların, kara, deniz ve hava yollarının işletilmesinde büyük gelişmeler oldu.[14] Bütün bu etkinliklerin yanı sıra bayındırlık işleri de hız kazandı. Atatürk,
“BU GENİŞ MEMLEKETİ BAYINDIR HALE GETİRMEK GEREKİR. BU HALK, ZENGİN OLMAYA MECBURDUR. MEMLEKET BAYINDIR OLMAZSA, BU HALK ZENGİN OLMAZSA, SİZE HÂLÂ YAŞAMAK İMKÂNINDAN SÖZ EDERLERSE İNANMAYINIZ”[15] diyordu.
Cumhuriyet hükümetlerinin o zamanki bütçesi ile tutumlu davranışlara son derece dikkat edilerek büyük bayındırlık çalışmalarına girişildi. Yollar, demiryolları, köprüler ve barajlar yapıldı. Cumhuriyet Türkiye’sinde yepyeni kentler kuruldu.
***
Kaynakça
[1], [2] Prof.Dr. Utkan KOCATÜRK, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara, 2007, Atatürk Araştırma Merkezi yayını, s.102.
[3] Bkz. Bilâl N. ŞİMŞİR, Türk Yazı Devrimi, Ankara, 2008, 2.Baskı, Türk Tarih Kurumu Yayınları.
[4] Bkz. KORKMAZ, Zeynep (Yayına Hazırlayan), Atatürk ve Türk Dili Belgeler, Ankara, 1992, Türk Dil Kurumu Yayınları.
[5] Bkz. Vecihe HATİPOĞLU, Cumhuriyetin 50. Yılında Ölümsüz Atatürk ve Dil Devrimi, Ankara, 1973, Türk Dil Kurumu Yayınları.
[6] Kâzım YETİŞ (Hazırlayan), Atatürk ve Türk Dili 3, Ankara, 2005, (Atatürk Devri Yazarlarının Türk Dili Hakkındaki Görüşleri), TDK Yayını. Cilt:1-3.
[7] Türk Ocağı “Türk Tarih Heyeti” azalarından Afet Hanımefendi ile Mehmet Tevfik, Samih Rifat, Akçura Yusuf, Dr. Reşit Galip, Hasan Cemil, Sadri Maksudi, Şemseddin, Vasıf, Yusuf Ziya Beyler tarafından iktitaf, tercüme ve telif yolları ile yapılmış olan Türk Tarih Tezi için bakınız: Türk Tarihinin Ana Hatları (Kemalist Yönetimin resmî tarih tezi), İstanbul, 1930, Devlet Matbaası.
Ayrıca bakınız: Türk Tarihinin Ana Hatları Methal Kısmı, İstanbul, 1931, Devlet Matbaası; Liseler için Tarih I-IV, Türkiye Cumhuriyeti, (Hazırlayan: Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti), 1931.
[8] Bkz. Birinci Türk Tarih Kongresi, (Konferanslar- Müzakere Zabıtları), 1.Baskı, İstanbul, 1932. (2.Baskı ‘Tıpkıbasım’), Ankara, 2010, Türk Tarih Kurumu Basımevi) ve İkinci Türk Tarih Kongresi, İstanbul: 20 – 25 Eylül 1937, (Kongrenin Çalışmaları, Kongreye Sunulan Tebliğler), 1.Baskı, İstanbul, 1943. (2.Baskı ‘Tıpkıbasım’), Ankara, 2010, Türk Tarih Kurumu Basımevi).
[9] Utkan KOCATÜRK, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s.103-104.
[10] Cevat Abbas GÜRER, Cumhuriyet gazetesi, 10.11.1941.
[11] ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, c.II, s.56.
[12] Âşar: İklim ve diğer şartları ne olursa olsun, topraktan yeterli ürün alınsın alınmasın, Osmanlı döneminde köylünün, tarımsal ürününün yüzde 10’unu devlete vermekle yükümlü olduğu verginin adı.
[13] Mültezim: Osmanlı Devleti’nde herhangi bir devlet gelirini toplama görevi verilen kişi.
[14] Utkan KOCATÜRK, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, s.104-105.
[15] Mahmut SOYDAN, Gazi ve İnkılâp, Milliyet gazetesi, 2.2.1930.