21 Mayıs 2024 Salı
A-) Emperyalizme Karşı Çıkmak Rahmânî/İnsanî Görevdir
1. Sömürgecilik Ve Emperyalizm Nedir?
Sömürgecilik, “bir milletin ve devletin başka bir milleti ve ülkeyi kendi devlet ve milletinin çıkarları doğrultusunda işletmesi, tekeline ve boyunduruğuna almasıdır veya başka bir deyişle, elde ettiği o ülkenin her türlü imkânlarıyla insanların emeğinden yararlanarak kendine maddi ve manevi çıkarlar sağlamasıdır” şeklinde tanımlamak mümkündür.
Sömürgecilikte maddi çıkarlar yanında manevi çıkarlar da söz konusudur. Çünkü sömürgecilik maddi ve manevi çıkarlarla sömürgeci millete tarih boyunca üstün bir saygınlık sağlamış, onu gerek kendi ve gerekse başkalarının gözünde yüceltmiş, övülmüş, övünmüş, sömürgeliyi ise aşağılamıştır.
Sömürgecilik faaliyeti,
– Sömürgeciye gurur ve manevi zevk kaynağı olurken,
– Sömürülende ise derin bir aşağılık duygusunun gelişmesine yol açmıştır.[1]
Sömürgecilik kavramı ile emperyalizm sözcüğü arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır.
Emperyalizm sözcüğü aslı Latince İmperium = İmparatorluk’tan gelen Fransızca[2] bir kavram olup bu şekliyle dünya kültürüne girmiştir. Tarihte sömürge kurmak, büyük toprak sahibi olmak, büyük devlet olmanın temel şartıdır.[3] Esasında emperyalizm imparatorluk kelimesinden gelmektedir. Empire, İmperial, emperyalizm gibi terimler toprak genişliğini, toprak büyüklüğünü ifade etmektedir. Başka topraklara sahip olma gerekçesi türlü etkenlere dayanmaktadır. Avrupa’yı 1880’lerden itibaren sömürgeciliğe iten faktör tamamen ekonomiktir. Avrupa’da endüstrinin gelişmesi ve üretilen ürünlerin satılmasını gündeme getirmiştir. Yani sömürgecilik politikası sanayi politikasının doğurduğu bir çocuktur. 19. ve 20. yüzyıllarda sömürgeciliğin en etkin araçlarından birisi demiryoludur. Çünkü demiryolu yapımı esnasında demiryolunun her iki tarafında bulunan yeraltı ve yer üstü kaynaklarını işletme hakkını elde ettikleri gibi, demiryolunu inşa ettikleri o ülkenin içlerine kadar girme hakkını elde etmişlerdir. [4]
2. Emperyalizmin Üç Farklı Dönemi Vardır
Emperyalizm sözcüğünün kullanılması çok eskilere dayanmakla birlikte yaygın bir şekilde kullanımı 19. yüzyılda olmuştur. Tarihsel süreçte emperyalizm üç farklı dönemden geçmiştir.
Birincisi, eski çağ dönemidir.
Bu dönemde Babil, Asur, Mısır, Pers, Yunan ve Roma imparatorlukları yabancı toprakların ele geçirilmesi ve buralarda yaşayan halkların sömürülmesine dayanmaktadır.
İkincisi, Avrupalı milletlerin XV. ve XVI. yüzyıllardaki ticarî sömürgeciliğidir.
Bu dönemde İspanya, Portekiz, Britanya gibi denizlerde güçlü olan devletler donanmaları aracılığıyla denizlerde egemenlik kurarak dünyada belli başlı ticaret merkezlerini ele geçirmelerinden başka, büyük toprak parçalarını da ele geçirerek egemenlik alanlarını genişletmişlerdir. Örneğin; bu dönemde altın arayıcılığı ve baharat ticareti ön plandadır.
Üçüncü aşama, 1870’lerde başlamış ve II. Dünya Savaşı’nın sonunda bitmiştir.
Bu dönemdeki emperyalizm şekline modern emperyalizm adı verilmektedir. Bu üçüncü devrede Britanya (İngiltere), Rusya, Fransa, Belçika, Almanya, İtalya gibi Avrupalı devletlerle, ABD arasında bir yarışın sürdüğü görülmektedir.[5]
Bu bilgiler ışığında emperyalizm, sözcük anlamıyla “imparatorluk kurma eğilimi” manasına gelmektedir. Sonuçta etnik ve kültürel yönden birbirinden çok farklı bir takım halklar, bir başka halkın otoriter rejimi altında aynı ekonomik ve sosyal bütünlük içerisinde bir araya getirilmek istenir. Emperyalist eğilim sadece otoriterliği değil, saldırganlığı da beraberinde taşımaktadır. Bu nedenle emperyalizmle sömürgecilik olayı arasında güçlü bir bağlantı bulunmaktadır.[6]
3. Emperyalizmin Tarihinde Üç Büyük Evre
Emperyalizm tarihi üç büyük evreye ayrılmaktadır:
Birincisi, 16. yüzyıla kadar devam eden ve imparatorlukların genişlemesiyle somutlaşan evredir.
İkincisi, coğrafi keşiflerle başlayıp 19. yüzyıla kadar süren olup, “eski emperyalizm” olarak adlandırılır.
Üçüncüsü ise “yeni emperyalizm”dir ve yaklaşık 1880‘lerde başlamış ve sömürgelere yeniden büyük ilgi duyulmasına, Asya ve Afrika’nın yeniden paylaşılmasına yol açmıştır.[7]
Rosa Luxemburg’a göre kapitalist olmayan alanlara doğru olan kapitalist yayılma sadece daha fazla birikimin bir aracı değil, aynı zamanda kapitalizmin yaşaması için de gerekli ve olmazsa olmaz bir şartıdır. Öyleyse, emperyalizmi kapitalizmin “son evresi” olarak görmek dünya üzerinde olan biteni anlamlandırmada son derece önemli açılımlar getirecektir.[8]
Emperyalizm teorisyeni olan Lenin’e göre kapitalizm genişledikçe hammaddeye olan ihtiyaç artar ve rekabet sertleşir. Böylece dünya çapında hammadde arayışı alevlenir ve sömürge elde etme mücadelesi amansızlaşır. Buna neden olan ise sermaye ihracının zorunlu olmasıdır. Lenin’e göre kapitalist üretim tarzı, üretimi hiç durmadan genişletecek bir birikim eğilimidir. Ona göre dış pazarların varlığı zorunludur. Çünkü var olan bütün eski üretim biçimlerinin aksine kapitalist üretim, esas olarak sınırsız bir yayılma eğilimi göstermektedir.[9]
Lenin, emperyalizmin kapitalizmin tekelci ve zorunlu bir aşaması olduğunu belirtiyor ve emperyalizmi şöyle tanımlıyor:
“Emperyalizm, tekellerin ve malî sermayenin egemenliğinin ortaya çıktığı; sermaye ihracının birinci planda önem kazandığı; dünyanın uluslararası tröstler arasında paylaşılmasına başlanmış olduğu ve dünyadaki bütün toprakların en büyük kapitalist ülkeler arasında bölüşülmesinin tamamlanmış bulunduğu, bir gelişme aşamasına ulaşmış kapitalizmdir.”[10]
4. Emperyalizmin Beş Aşamalı Hazırlık Dönemi
(a) İlk bilgi toplama dönemi: Bu süreç 12. yüzyılla, Marko Polo macerası ile başlatılabilir. Bu dönem misyonerler, tacirler (kosmos vb..) döneminin dünyayı tanıma ve bilgi toplama dönemidir.
(b) Keşif yapma dönemi: 14. yüzyıldaK.Kolomp ile başlatılabilir.
(c) Bilgi ve deneyimleri sistematize etme dönemi: Üniversitelerin ve derneklerin, bilgileri branşlarına göre toparladığı ve felsefenin adım adım oluşturulduğu dönem. Bu dönem 15-16. yüzyıl sürecini kapsar(Mason örgütlenmeleri vb).
(d) Gerek bilgi, gerekse de askerî teknik birikimin pratiğe yansıtıldığı dönem: 17-18. yüzyıl bu süreci ifade eder.
(e) Bu ise, Dünya Sömürgeler İmparatorluğu’nu ilan etme dönemidir(18. yüzyıl sonrası): Bu dönemde bilim dalları derinleştirilmiş, üst bir otorite düzeyine çıkarılmıştır. Fizik, kimya, biyoloji, doğa bilimleri, mühendislik alanındaki uzmanlıklar geliştirildiği gibi, kıtalara yönelik Mason locaları kurulmuştur. Asya toplumlarının ve özellikle Ortadoğu’nun ekonomik, sosyal, kültürel, psikolojik vs. gerçeklerini en ince ayrıntısına kadar inceleyen, irdeleyen özel bölümler oluşturulmuştur. Bu bölüm; Doğu bilimi ya da oryantalizm olarak ifade edilmektedir.[11],[12]
Emperyalizm, “dünya egemenliği” iddiasındaki bir azınlığın dünyaya hükümran olmak üzere her tür gücü, kaynağı ele geçirme; ülkeleri, toplumları sömürgeleştirme eylemidir. Bu bağlamda 1492de başlatılan “Mesih Planı”, emperyalist bir uygulamadır. Birinci aşamasında Batı Hıristiyan dünyada Protestanlık hareketiyle gönüllü Hıristiyan Siyonist oluşumlar oluşturulmuştur(Püritenlik, Evanjelizm gibi).
20. yüzyıla girilirken İsrail Devleti’nin kurulması aşamasında Osmanlı İmparatorluğu’nu, Türklüğü, İslamlığı tarihin arşivine kaldırmak üzere I. Dünya Savaşı çıkarılmış, sonunda Mondros mütarekesiyle Anadolu coğrafyası İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan askerleriyle işgal edilmiştir.
19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkmakla başlattığı Millî Mücadele, İngiliz egemen emperyalizmin yürüttüğü “Mesih Planı”’na karşı bir “özgürlük ve tam bağımsızlık” hareketidir. Rahmanî, insanî, meşru, ulusal bir “kurtuluş, kuruluş” hareketidir.
B/1. ATATÜRK, Sömürgecilik Ve Emperyalizme Karşı Savaşan İlk Dünya Lideridir
ATATÜRK’Ü anlamak, Atatürk’ün Cumhuriyet Değerleri üzerine kurduğu ulus devleti özümsemek, bu değerler üzerinden yaşamı sürdürmek, insanlaşmanın ve uygarlaşmanın ilk şartıdır. Bunun için her tür emperyalizmden korunmak tam bağımsız olmanın da ilk şartıdır. İngiliz egemen emperyalizme, birlikte olduğu müttefiklerine tarihte ilk yenilgiyi tattıran, onlarla ulusal Millî Mücadelesi’nden zaferle çıkan Atatürk’ün, çağındaki sömürgeciliğe karşı emsalsiz başarısı günümüzde de gelecekte de örnek alınacak önem ve değerdedir.
Atatürk emperyalizm konusunda şöyle diyor:
“Efendiler, biz hakkımızı saklı bulundurmak, bağımsızlığımızı emin bulundurabilmek için heyeti umumiyemizce, heyeti milliyemizce, bizi mahvetmek isteyen EMPERYALİZME KARŞI ve bizi yutmak isteyen KAPİTALİZME KARŞI heyeti milliyece mücahedeyi uygun gören bir mesleği takip eden insanlarız.”
“En büyük düşman, düşmanların düşmanı, ne falan ne de filan milletler. Bilakis bu, adeta her tarafı kaplamış ve saltanat halinde bütün dünyaya hâkim olan KAPİTALİZM ÂFETİ ve onun çocuğu olan EMPERYALİZMDİR.”[13]
“Bizi mahvetmek isteyen EMPERYALİZME KARŞI ve bizi yutmak isteyen KAPİTALİZME KARŞI SAVAŞIYORUZ.”[14]
ATATÜRK, “Kurtuluş Savaşı”, emperyalizme karşı verilen bir tam bağımsızlık savaşıdır, demişti.
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı /UNESCO üyesi olan 156 ülkenin oybirliğiyle aldığı kararla 1981 yılını “Atatürk yılı” ilan etmiş ve Atatürk’ü şöyle tanımlamıştır:
“* Uluslararası anlayış ve barış yolunda çaba harcamış üstün bir kişi,
* Olağanüstü bir devrimci,
* SÖMÜRGECİLİK VE EMPERYALİZME KARŞI SAVAŞAN İLK LİDER,
* İnsan haklarına saygılı,
* Dünya barışının öncüsü,
* İnsanlar arasında hiçbir renk, din, ırk ayrımı gözetmeyen EŞSİZ BİR DEVLET ADAMI.”
UNESCO’nun da vurguladığı gibi, sömürgecilik ve emperyalizme karşı savaşan ilk lider olan MUSTAFA KEMAL ATATÜRK, öngörüleriyle tarihin akışını değiştirmiştir. Bu nedenle Ulu Önder Atatürk’ün, emperyalizme ilişkin sözleri de bu olgunun anlaşılmasında büyük önem taşımaktadır.[15]
2. Türk Üniter Ulus Devletini Kuran Atatürk, Tarihte Mesih Planına Karşı İlk Darbeyi Vuran Dünya Lideridir
“Mesih Planı”, dünya egenliği iddiasındaki emperyalizmin 1492 yılından günümüze yürüttüğü küresel bir projedir. Bu projenin ikinci aşamasını “Türklüğün ve İslamlığın” tarihin arşivine kaldırılması ve İsrail Devleti’nin kurulması oluşturuyordu. Bunun için Birinci Dünya Savaşı çıkarıldı, 30 Ekim 1918’de Osmanlı Yönetimine Mondros Mütarekesi’nden sonra Sevr Antlaşması dayatıldı. Anadolu coğrafyası İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan askerleri tarafından fiilen işgal edildi. Tam da bu aşamada Mustafa Kemal, Anadolu Türklüğünü Müdafay-ı Hukuk bağlamında Kuvay-ı Milliye Hareketi olarak emperyalist işgale karşı örgütledi.
“Özgürlük ve Bağımsızlık Benim karakterimdir” diyen ATATÜRK, emperyalizmin her türüne karşı fikren, fiilen karşı durmuş ve sömürgeciliğin İngiliz Egemen döneminde onu, müttefikleriyle birlikte askeri, siyasi alanda benzeri görülmeyen nitelikte bir Hürriyet ve İstiklâl savaşı vererek tarihte ilk kez büyük bir yenilgiye uğratmıştır. Mustafa Kemal Atatürk, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milleti’ne ait olacağı Türkiye Cumhuriyeti “Ulus Devleti”ni, zaferden sonra kurmuştur. Peşinden O’nu örnek ve önder olarak alan mazlum milletler de “ulus devletlerini” oluşturdular. Böylece Mustafa Kemal, sadece Türkiye Cumhuriyeti Ulus devleti’nin “Kurucu Babası” değil, aynı zamanda açtığı çığırdan kurulan tüm ulus devletlerin de “Kurucu Babası” olmuştur.
Atatürk’e karşı yönetilen/yönlendirilen küresel “Atatürk düşmanlığı”nın birinci temel nedeni budur.
3. Mustafa Kemal’in “Dinde Öze Dönüş Projesi”, Tarih, Dil, Din/İnanç, Kültür Emperyalizmine Karşı Çıkışıdır
Emperyalizm ahtapotunu oluşturan kollar çoktur. Bunlar herkes tarafından biliniyor: Siyasal, ekonomik, kültürel, gıda, dil, tarih, inanç vb. gibi..
Atatürk’ün “dinde öze dönüş projesi” bu tür sömürülerden “dil, tarih, inanç/din emperyalimi”ne akıl ve bilimle karşı duruşu kapsıyordu. Atatürk, bunların üçünü birlikte kesin çözüm oluşturacak şekilde ele aldı. Bilindiği üzere O’nun yöntemi, ele aldığı konuyu, çağın akıl, bilim, idrak, entelektüel düzeyinde olması gereken gerçekliğiyle ve kurumlaştırarak çözüme ulaştırmak şeklinde idi.
– Türk Tarih Tezi için Türk Tarih Kurumu’nu,
– Türk Dili için Türk Dil Kurumu’nu,
– Kur’an’daki Gerçek İslam’ın “gerçek din” olarak anlatılması, Ortadoğu coğrafyasında görülen, din diye bilinen, aslında uydurulan mezhep/tarikat/cemaat İslam’ının yanlışlığının akıl ve bilim ışığında aydınlığa çıkarılması için Diyanet İşleri Riyaseti’ni oluşturdu.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurulması esasen “dinde öze dönüş projesi” kapsamında tek başına alınan ve yürütülen bir karar/uygulama, yöntem değildi. Bu anlamda;
* 1922’de “Saltanatın Kaldırılması” ile başlayan ve
* Peşinden 3 Mart 1924’de yasalaştırılan “Tevhid-i Tedrisat Kanunu”, “Hilafetin Kaldırılması”, “Diyanet İşleri Riyaseti’nin” kurulmasını âmir yasalar hep, kurumlaşarak yüzyıllar boyu gelen “uydurulan dinin tasfiyesi” bağlamındaki işlerden bazılarıdır.
* Daha sonra çıkarılan tekke, zaviye, türbe, türbedarlık, kılık, kıyafet hakkındaki yasalar ile
* “Devletin Dini İslam’dır” hükmünün Anayasa’dan çıkarılması;
* Hafta tatilinin cumadan pazara alınması, miladi takvimin kullanılmasına geçiş,
* Türk Alfabesi’nin kabulü ve millete öğretilmesi için yurt sathında seferberlik ilan edilmesi vb. yasa ve uygulamalar hep aynı konu odağında birlikte ele alınmıştır.
* Ayrıca “Hukuk”, “Eğitim” vb. alanlarda Türkiye’yi Laikleştiren yasalar çıkarılmıştır.
Bütün bunlar Türk vatanındaki vatandaşları, emperyalizmin “dil, tarih, inanç/din” üzerinden oluşturduğu zihinsel tutsaklığından özgürleştirerek kurtarmak ve onları “hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir” diyerek, akıl ve bilimin kılavuzluğunda “insanlaştırmak”, “uygarlaştırmak” içindi. Bu konu o kadar çok yönlü ki, alınan tüm tedbirler, çıkarılan yasalar, yapılan uygulamalar birlikte uzun süre, yeni nesiller oluşturacak düzeyde olmalıydı. Ortaya kadın-erkek her kişinin aracısız, ana dilinde bizzat gerçek İslam’ı/dini kendisi öğrensin, diye bir Kur’an çevirisi açıklamalı olarak hazırlanması bile on yıl; 9 cilt halinde “Hak Dini Kur’an Dili” halinde basılması, toplumun yararına sunulması dört yıl sürdü. Sadece “Hak Dini Kur’an Dili” adlı çalışma Şubat 1925’te başladı ve 1938’de sona erdi.
4. Mustafa Kemal, “Din ve İnanç Sömürüsünü” Cumhuriyetin Temel Dayanağı Laiklik İle Engellemek İstiyordu
Din ve inanç özgürlüğünü sağlamak, kişiye sorumluluk yükleyen dinin, bireye ait olacağı, soyut bir kavram olan devletin dininin olamayacağını da içeren Laikliğin çok tanımı var. Ancak insanlık tarihinde din, inanç sömürüsü, İlahi vahye karşı savaş açanlar tarafından beş bin yıla yakın bir süredir sürdürülmektedir. Elçi Musa’nın ölümünden sonra başlatılan bu savaş, indirilen Tevrat’ın, Zebur’un, İncil’in yerine aynı adlarla oluştulan kitaplar ile sistemleştirildi. Bu kitaplar üzerinden sanki gerçek din öğretisi bunlar imiş gibi “Kutsal din öğretisi semavi kitaplar” şeklinde dünyanın birçok tarafında taraftar ve bağlıları oluştu/oluşturuldu.Kur’an’ın vahyedilişine kadar süregelen bu durum, daha sonraki yıllarda, “Kur’an’ın aslını yok/imha edemeyenler”, onun çeviri ve tefsirlerine hurafeler içeren dogmaları yerleştirmeye çalıştılar. Bu anlamda yüzyıllardır “Allah ile savaşı”, “Allah ile Aldatma” şeklinde her çağın kitle iletişim araçları, algı operasyonu yöntemleri, sivil toplum kuruluşu şeklinde tarikat/cemaat yapılanmaları üzerinden değişik devlet istihbarat örgütlerince yönlendirilerek zihinsel tutsak olarak alınan insanları, “indirilen din”den “uydurulan yalanlar”dan oluşan tarikat/cemaat mensuplarını “akla, bilime, gerçeğe” doğru 15 yıl gibi kısa bir zamanda kurtarmak nasıl mümkün olabilir?
Din ve inanç sömürüsünü engellemek üzere devlet içinde yasalar çıkarılır, kurumlar oluşturulurken, dış destekli iç isyan ve kalkışmalar peşpeşe ortaya çıkmaya başladı. Bu isyanlar nelerdir, ne şekilde bastırıldı, devlet bu sorunları nasıl aştı konuları, tarihsel gerçekliğiyle günümüzde yeniden bilinmeli, hatırdan hiç çıkarılmamalıdır. Çünkü Cumhuriyetin kurucu değerlerine karşı başlatılan “karşı devrim” ve 1945-1960 arasında sistemleştirilen “mukaddesatçı anti-Kemalizm” günümüze kadar kendi başına masum bir hareket olarak mı gelişti? Devlete karşı çıkış ve duruşlar, devlet politikaları ile engellenir, durdurabilir. Hedefe konan devlet olunca, devlet kurumları devleti koruma görevini üstlenir.
Devrimler bir bütündür, birlikte uygulanırsa sonuç alınabilir.
Devlet, milletin ortak aklını her dal ve alanda kurumsallaştırarak özgür ve bağımsız varlığını sürdürebilir.
Mustafa Kemal Atatürk, Türk Milleti’nin tarihsel ortak, birleşik aklını yasama, yürütmeyi gerçekleştirmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak kurumsallaştırdı. Bunun gibi her konu ve alanda çağın, akıl, bilim, idrak, entelektüel düzeyinde kurumlar oluşturdu. Bu kurumlar ile Cumhuriyet Uygarlığı oluştu. Bu uygarlığın bileşiminde/oluşumunda ilahi vahiylerdeki evrensel değerler de var.
* Bu ilahi evrensel değerlerden dört ayet (Âl-i İmrân/159; Şûra/38; Nahl/70; Nisâ/59) Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşunda Atatürk tarafından esas alındı.[16]
* Türk Hürriyet ve İstiklâl Savaşı’nın Manifestosu olarak dünyaya açıklanan “Millete Dâhili Beyanname”nin omurgası yine Kur’an’dan beş ayet (Nahl/125; Bakara/191; Âl-i İmrân/103; Mâide/2; Hucurât/6) üzerine bina edilmişti.[17]
Evet, UYDURULAN “Din belasından ne hale düştük!”
Öncelikle bu beladan millet olarak kurtulmak zorunda ve durumundayız. Bu konuda milletin önüne “gerçek din /Kur’an” ile “uydurulan din” karşılaştırmasını akıl ve bilim ışığında yapabilmesi için bir seçenek, bir fırsat sunulmalıdır. Bunun elbette yönü, yöntemi, uygulayanı, yürüteni olmalı. Kendiliğinden olamayacağına göre.. Günümüzde en uygunu, doğrusu ne olabilir? Birlikte milletin ortak aklı ile bulmalıyız.
5. Atatürk’e Karşı Küresel Düşmanlık Neden?
Atatürk’e karşı küresel düşmanlık konularından bazıları:
* “Mesih Planı”na karşı “özgürlük ve bağımsızlık” savaşı vermek üzere, İngiliz egemen emperyalizme karşı çıkmak, dünya kamuoyu önünde onu unutulmaz müthiş bir yenilgiye uğratmak, dünya egemenliği iddiasında olanların planlarını en az elli yıl erteletmek ve kapitalist emperyalizme karşı çıkışta model, yöntem ve örnek kılavuzluk oluşturmak, O’na karşı küresel düşmanlığın başlatılmasının önemli ve öncelikli nedenidir.
* Ulus devlet, küresel sermayenin, emperyalizmin aşmak, yok etmek istediği devasa bir barajdır. Atatürk, sadece Türkiye Cumhuriyeti’nin değil; dünyadaki elliden fazla ulus devletin de “kurucu babası” olduğu için küresel düşmanlığın hedefindedir. [18] ATATÜRK;
“Biz Mîsak-ı Millî sınırları içindeki topraklarda tam olarak siyasal ve ekonomik bağımsızlığa sahip olmak istiyorduk. Bu hedefe ulaştığımız takdirde bunun diğer mazlum milletler tarafından da bağımsızlığın elde edilmesi için gayet kuvvetli bir örnek olmasından korktukları içindir ki, düşmanlarımız bir türlü buna razı olmuyordu. Türkiye büyük devletlerin ve onların uydularının açık veya gizli, azgın saldırılarına hedef olmaya devam ediyorsa, bunun nedeni; her şeyden önce mazlum sömürge halklarına örnek olarak kurtuluşa giden yolu göstermesiydi”[19] demişti.
* Emperyalizm, her tür sömürüsünü yürütebilmesi için bir tarih tezine muhtaçtır ki, bu nedenle Avrupa/Batı Merkezci Tarih Tezi’ni oluşturmuştur. Bu uydurulan tarih ve uygarlık tezine karşı, Mustafa Kemal Atatürk, gerçek uygarlık ve tarih tezi olarak arkeoloji, antropoloji ve benzer bilimlere dayalı Türk Tarih Tezi’ni oluşturduğu için küresel düşmanlık hedefindedir.
* Emperyalizm, ülkelerin yeraltı ve yerüstü maden, servet, güç, enerji kaynaklarını elde etmek ister. Bunun için ülke insanlarını zihinsel tutsak kılmak ister. Bu bağlamda din, mezhep, inaçlar üretir. Din/inanç sömürüsünü sürdürebilmesi için de insanlığı, “Allah ile Aldatması” gerekiyordu. Bunun için Allah’ın indirdiği vahiylerden oluşan Tevrat, Zebur ve İncil’in içindeki emirleri, YASAK; yasakları BUYRUK halinde tersine çevirerek, işte “semavi dinler (Yahudilik, Hıristiyanlık), hepsi de birdir, aynı kaynaktandır ve birbirinin devamıdır; bunlar Kitabı Mukaddes’teki Tevrat, Zebur, İncil’den oluşmaktadır” söylemini, “gerçek din” olarak yüzyıllardır kabul ettirmeye çalışmaktadır. Müslümanlığın da bu kitaplarla bağlantısı olduğu yalanını değişik bilgi, bilim dalları kullanılarak yaygınlaştırılmıştır. Mustafa Kemal’in “Dinde Öze Dönüş Projesi” tam da bu noktada devreye girer. Çünkü O; “Gerçek İslamiyet’ten uzaklaşanlar, düşmanlarının ayakları altında kalmaya mahkumdur” gerçeğini tespit etmiş ve söylemiştir. Bu durumda “Gerçek İslamiyet’i” açığa çıkarmak gerekiyordu. Mustafa Kemal Atatürk;
– “Gerçek İslam, Kur’an’dadır; İslam dininin kaynağı Kur’an’dır.”
– “Türkler dinlerinin ne olduğunu bilmiyorlar. Bunun için Kur’an Türkçe olmalıdır.”
– “Türk, Kur’an’ın arkasından koşuyor; fakat O’nun ne dediğini anlamıyor, içinde neler var, bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım, arkasından koştuğu kitapta neler olduğu Türk anlasın”[1](*) söylemleri ile,
Türk insanının “Allah ile Aldatılması”nı önlemek için, Kur’an’ın, Türkçeye çevirisini yaptırmıştır. Böylece dileyen kadın-erkek her kişi dini/İslam’ı aracısız, anadilinde Kur’an’dan Kur’anca öğrenmesi çığırını açmış ve bunu Türkiye’yi laikleştiren yasalarla destekleyerek emperyalist din/inanç sömürüsüne karşı çıktığı için küresel bağlamda düşmanlığın hedefi olmuştur.
Atatürk, dini, milli kimliğin oluşmasında en önemli temel unsurlardan biri olarak görüyordu. “Milletimiz, din ve dil gibi kuvvetli iki fazilete maliktir. Bu faziletleri hiçbir kuvvet, milletimizin kalb ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz”[20] diyen Mustafa Kemal Atatürk, Kur’an’ın Türkçeye çevrilmesini bir devlet politikası uygulaması halinde gerçekleştirmekle, Anadolu’da gerçekten Müslüman olmak isteyenleri “Allah ile Aldanmak”tan; din ve inanç sömürüsünü yaşam biçimi edinen din bezirganlarının tutsağı olmaktan kurtamıştır.
Bugün emperyalizme karşı karşı duruş ne demek oluyor?
ATATÜRK, 20. yüzyılda “Mesih Planı”nı yürüten İngiliz egemen emperyalizme karşı çıkmış, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştu.
Günümüzde “Mesih Planı”nın üçüncü aşaması, ABD egemen emperyalizm tarafından BOP uygulaması olarak, Türkiye’nin de içinde bulunduğu 22 ülkenin bölünmesi/sınırlarının değiştirilmesi şeklinde “Büyük İsrail”in kurulması için yürütülmektedir. Atatürk’ün bu plana karşı başlattığı Milli Mücadele, günümüz için de geçerli değil mi? Sanki bugün, Amasya genelgesinin yayınlandığı 22 Haziran 1919 tarihindeki durum gibidir ve şöyledir:
“Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.”
Bilindiği üzere Mustafa Kemal Paşa tarafından 21-22 Haziran gecesi son şekli verilen ve Millî Mücadele tarihimizde haklı bir ün kazanan “Amasya Tamimi”, yeni Türkiye devletinin kuruluşu için başlatılan örgütlenmenin hedefini ve meşru araçlarını gösteren ilk “millî strateji” belgesi, bir diğer anlatımla “millî eylem” planıdır.[21]
***
Kaynakça
[1] Sabri AKDENİZ; Kültür Sömürgeciliği, İstanbul, 1988, s.3.
[2] Ahmet Çetin ERTÜRK; Bilge Sözlük (Fransızca-Türkçe /Türkçe-Fransızca), İstanbul, 1995, s.420. “İmperialisme=Sömürgeci politika demektir”.
[3] Sömürgecilik ile “Emperyalizm” aynı şey değildir. Saygıdeğer Prof.Dr. Cihan DURA Hocamın tanımıyla “emperyalizm” kısaca, “sanayi kapitalizminin pazar ve hammadde kaynaklarına ulaşmak amacıyla ulusal sınırların dışına taşmasıdır”.
[4] Prof.Dr. Fahir ARMAOĞLU; 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914), Ankara, 2003, s.416-417.
[5] Ahmet GÜNDÜZ, Sömürgecilik Kavramı Ve Sömürgeci Devletlerin Uyguladıkları Taktikler “Ortadoğu Örneği”, Tarih Okulu Dergisi, Mart 2016, Yıl: 9, Sayı: 25, s.763, 764, 765.
[6] Server TANİLLİ; Uygarlık Tarihi, İstanbul, 2006, Alkım Yy. s.129
[7] www.vikipedi/özgürânsiklopedi.com.tr
[8] Rosa LUXEMBURG, Accumulation of Capital, (Çeviren: Agnes Schwarzschild, Routhledge, London, 1963, s.186,187.
[9],[10] Viladimir İlyiç LENİN, Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, (Çev. Cemal SÜREYA), Sol Yayınlar, Ankara, 1974, s.100; 101.
[11] İbrahim ÜLGER, SÖMÜRGECİLİK Batı İdeolojisinin Sefaleti, İstanbul, 2018, Ulak Yayınları, s.221-222.
[12] Sedat ŞENERMEN, ATATÜRK, Emperyalizm ve Batı Merkezcilik, İstanbul, 2022, s.122-123; s.390-391; s.395.
[13] Hâkimiyet-i Milliye, 20 Temmuz 1920.
[14] ATATÜRK’ÜN Bütün Eserleri, istanbul, 2003, Kaynak yayınları, Cilt: 12, s.121.
[15] Turan KARAKAŞ, “Emperyalizm ve Türkiye”, Prof.Dr. Alpaslan IŞIKLI Anısına (Kitabı içinde), (Derleyen: Barış Doster), İstanbul, 2014, Kaynak Yayınları, s.110-111.
[16] Sedat ŞENERMEN, ATATÜRK DEVRİMLERİ KUR’AN TEMELLİDİR, İstanbul, 2022, Şira Yayınları (Bkz. s.252-259).
[17],[18] Sedat ŞENERMEN, Atatürk Devrimleri Kur’an Temellidir, (Bkz. s.259-268; s.35-38)
[19] Prof.Dr. Cihan DURA, ATANAME, İstanbul, 2017, Nergiz Yayınları, s.260.
[20] Genel Kurmay, Atatürkçülük: Atatürkçü Düşünce Sistemi, İstanbul, 1984, GenelKurmay Başkanlığı Yayınları, Cilt: III, s.457.
[21] Bkz. Hikmet ÖZDEMİR, Amasya Tamimi, Atatürk Ansiklopedisi.