DOLAR 34,5756 0.27%
EURO 36,1046 -0.37%
ALTIN 3.008,131,57
BITCOIN 34042780,97%
İstanbul
10°

AÇIK

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

Rıza Kesemen

Rıza Kesemen

03 Mayıs 2024 Cuma

İNSANDA AİDİYET NEDİR NE DEĞİLDİR

İNSANDA AİDİYET NEDİR NE DEĞİLDİR
0

BEĞENDİM

ABONE OL

OLMASI GEREKEN YAŞAM
Günümüzün insanı psikolojik olarak bir sıkıntı içindedir.
Bu sıkıntılı durum kurgulanmış planlanmış bir projenin ya da programın eseridir.
Sosyalleşmek ve özgürleşmek isteyen insanı, hayatın anlamını düşünmeden sorumsuzca
yaşamaya sevk eden çılgın bir projedir.
Bu projede; tüketim, temel ihtiyaçların giderilmesinden çok, kimlik ve aidiyet oluşturma
aracıdır. Burada toplum içindeki sosyal konum, statü, insanın neleri, nasıl, nerede, kimlerle
tükettiği değerler üzerine inşa edilip, bunların üzerinden sanal olarak kimlik ve aidiyet
oluşturulmaktadır.
Yani, bu projenin özünde; sen neye sahipsen, o’sun denmektedir.
Oysa ihtiyaç duymadan, sonradan pişman olunacak lüzumsuz şeyleri tüketirken elde edilen
şey, bir şeylerin üzerini örtmek üzerine kurgulanmış, projelendirilmiş anlık olarak haz verip,
zihni bir süreliğine uyutup, gerçekleri unutturan bir deneyimdir. Sosyal medya ise bu işin
vitrini durumundadır.
Bu süreçte, sosyal medya araçları kapitalizmin insanları yönlendirip, kullanabilmesi için adeta
zihinlere takılan, elektronik bir prangadır. Bu yolla sanal değerler ile beklenti oluşturup hayal
aleminde yaşamaya sevk edilen insan, kendi hayatının gerçeğine yabancılaşmaktadır. Kendi
gerçek aidiyetine yabancılaşmanın getirdiği yalnızlığın neticesi oluşan ruhsal boşluklar ise
tüketilen nesnelerle doldurulmaya çalışılmaktadır.
Giyilen bir tişörtün üzerindeki amblem, alış veriş sonrası elde taşınan poşetin üzerindeki
markanın tanınırlığı, kahve içilen mekanın imajı, kola takılan saatin markası sosyal sanal
statüyü belirlemektedir. Bu yüzden insanlar neye sahip olduklarını, ne tükettiklerini, nerede
vakit geçirdiklerini sosyal medya vasıtası ile vitrine koyup, paylaşarak kendince “ben buyum,
bu kadar değerliyim” demekte ve bundan mutlu olarak değil sadece haz duyarak ruhen tatmin
olmaya çalışmaktadırlar.
Bu projenin ya da planın bir başka ayağı olan özgürlük anlayışı ile de genç insanlara; sen
özgürsün, kimse sana karışıp, sınır koyamaz, canının istediğini yap, hayatını yaşa, keyfine
bak, eğlenmek senin hakkındır, eğer canının istediği şeyleri yapamıyorsan özgür değilsin
diyerek bencilliği, nefsi, egoyu, isyanı teşvik edici bilinçaltı manupülasyonlar yapılmaktadır.
Bunun neticesinde zeka olarak ergenlik çağına yeni ulaşmış bir genç kendisine söylenen her
“hayır” sözcüğünü özgürlüğüne vurulmuş bir darbe olarak görmekte, ailesiyle ve toplumla
çatışmaktadır. Aidiyetini oluşturan (aile, örf, gelenek, inanç) değerlerden hızla uzaklaşmakta,
buradan doğan boşluğu sosyal medya ile oluşturduğu sanal dünyasındaki vitrininde bulmaya
çalışırken ruhen ve manen yalnızlaşmaktadır. Özünde özgürleşmek isterken gerçek
kimliğinden ve aidiyetinden kopup, uzaklaşan insan, ruhsal yalnızlığını vicdanında hissettiği
anlarda ise huzuru, mutluluğu bilinçsizce yaptığı tüketimin içerisinde aramaktadır.
Başkalarının dikkatini çekmeyi amaç edinen, kendi gerçeğinden ve sorumluluğundan uzak,
zevkleri kısıtlayan her şeyi özgürlüğünü kısıtlayan bir unsur olarak algılayan, aradığını
bulmak için hızla tüketen insan, uygulanmakta olan proje gereği kurgulanmış üründür aslında.
Böyle birisinin, kendi varlığını ifade etmesinin tek yolu marka ve pahalı tüketim ürünlerini
vitrinine koymasıdır. Bunun içinde bir uyuşturucu bağımlısı gibi her seferinde artan oranlarda
marka, imaj yüklenip, tükeninceye kadar tüketmek zorundadır. Tüketirken tükendiği anlarda
ise gerçeklerden zihnini uzaklaştıracak daha kuvvetli uyuşturuculara yönelme ihtiyacı
duymaktadır.
Sonuç, aile kurma çaba ve sorumluluğundan uzak, bencil, kendisi için yaşayan, giderek
yalnızlaşan ve yabancılaşan, bunalımlı, kullanılmaya ve sömürülmeye her an hazır insanlar,
dolayısı ile toplumlar oluşur.
Hayatın anlamını düşünmeden yaşamaya zorlanan günümüz insanın anlamsızlığı, gayesizliği
ne yazık ki bazı çevrelerin istediği kolay sömürülecek müşteri kimliğindeki bu tarz modern
köle insan modelini ortaya çıkartmıştır. Düşünce ve duyguların hakim olduğu insan
psikolojisini kullanarak bu trajediden beslenen, milletler üstü, kapitalist sistem ve onun oyun
kurucularının gözünde ise tüm insanlık, hiçbir ayırım gözetilmeksizin, kullanılıp işi bittiğinde
atılacak ürün durumundadır.
Sahip olunan, harcayıp tüketilen, teşhir edilen nesneler üzerinden değer biçilen bu sanal
dünyada, sistemin dışında kalmaya çaba gösteren farkındalıklı insana karşı oluşturulan
olumsuz algı bombardımanı ise çok güçlüdür. Çünkü hayatın anlamını, huzuru, mutluluğu,
nesnelerde değil, kendi içinde arayan gerektiği için gerektiği kadar tüketme bilincinde,
farkındalık sahibi, manevi bilinci gelişmiş insan, bu acımasız işleyen çarka çomak
sokmaktadır. Bu yüzden, bu çarkın içine girmeyen, sadece gerektiği için gerektiği kadar
tüketmenin bilincine sahip insanlar, oluşturulan olumsuz algı operasyonları ile çağ dışı

örümcek kafa imiş gibi şekillerde gösterilerek her fırsatta itibarsızlaştırılmaktadır. Aslında,
gerçek özgürlüğün ne olduğunu ve bunun sınırlarını bilerek yaşayan, hayatın anlamını dışta
değil, içte arayan, manevi olarak güçlü, farkındalık sahibi insan, bu modern köleliğin sömürü
düzenini durduracak potansiyel bir tehlikedir. Ne şekilde olursa, olsun itibarsızlaştırılıp, yok
edilmelidir.
Onun için maneviyatın olduğu her şeye, her düşünceye acımasızca saldırılmakta. Manevi
duyguları, farkındalığı uyandırıcı her hareket öcü gibi gösterilip “Aman! maneviyatı
düşünme!” maneviyat, eziklik, çağ dışılık geri kalmışlıktır denmektedir.
Yapılan bu tespitten kesinlikle geçmişte ebeveynlerimizin yaşam, kültür, örf, gelenek, bilgi
eksikliği, sömürüye açık ve hazır olan tarzlarını aynen kopya ederek hayatımızı idame
ettirmemizin en iyi ve doğru yol olması gerekir gibi bir sonuç çıkarılmamalıdır. Elbetteki
yetişen yeni nesillerin hazzı, mutluluğu aradıkları yerin geçmiş örneklemelerden edinmesinin
kaçınılmaz gerekliliğin yanında bilimin ve en yeni bilimsel gelişmelerin yanında dünyaya
entegre olarak daha fazla bilgiyi araması ve bu aramanın sonucunda edinmiş olduğu bilgide
kendi iç aidiyet hissini bulması yanında manevi tatmini saçma sığ egolarını geliştirerek değil
tamamiyle vicdan ve zeka, akıl doğrultusunda vicdanlarını ve akıllarını geliştirerek ve
dinleyerek bulması gerekliliğidir.
Hiç bir zaman unutulmamalıdır ki kendimize rol model olarak aldığımız bir insan iki yönlü
olarak bize yol gösterir;
birincisi onun gibi olarak onun yaptıklarını yaparak,
ikincisi ise onun yapmış olduğu hata ve yanlışları yapmayarak.
Burada belirleyici olan bizim kendi bilgi, vicdan ve aklımızdır. Bilgimiz gelişmediği sığ kaldığı
sürece vicdanımız ölçüp biçerek irdeleyemez ve aklımız karar veremez.

Devamını Oku

OLMASI GEREKEN YAŞAM

OLMASI GEREKEN YAŞAM
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Günümüzün insanı psikolojik olarak bir sıkıntı içindedir. Bu sıkıntılı durum kurgulanmış planlanmış bir projenin ya da programın eseridir. Sosyalleşmek ve özgürleşmek isteyen insanı, hayatın anlamını düşünmeden sorumsuzca yaşamaya sevk eden çılgın bir projedir. Bu projede; tüketim, temel ihtiyaçların giderilmesinden çok, kimlik ve aidiyet oluşturma aracıdır. Burada toplum içindeki sosyal konum, statü, insanın neleri, nasıl, nerede, kimlerle tükettiği değerler üzerine inşa edilip, bunların üzerinden sanal olarak kimlik ve aidiyet oluşturulmaktadır. Yani, bu projenin özünde; sen neye sahipsen, o’sun denmektedir. Oysa ihtiyaç duymadan, sonradan pişman olunacak lüzumsuz şeyleri tüketirken elde edilen şey, bir şeylerin üzerini örtmek üzerine kurgulanmış, projelendirilmiş anlık olarak haz verip, zihni bir süreliğine uyutup, gerçekleri unutturan bir deneyimdir. Sosyal medya ise bu işin vitrini durumundadır. Bu süreçte, sosyal medya araçları kapitalizmin insanları yönlendirip, kullanabilmesi için adeta zihinlere takılan, elektronik bir prangadır. Bu yolla sanal değerler ile beklenti oluşturup hayal aleminde yaşamaya sevk edilen insan, kendi hayatının gerçeğine yabancılaşmaktadır. Kendi gerçek aidiyetine yabancılaşmanın getirdiği yalnızlığın neticesi oluşan ruhsal boşluklar ise tüketilen nesnelerle doldurulmaya çalışılmaktadır. Giyilen bir tişörtün üzerindeki amblem, alış veriş sonrası elde taşınan poşetin üzerindeki markanın tanınırlığı, kahve içilen mekanın imajı, kola takılan saatin markası sosyal sanal statüyü belirlemektedir. Bu yüzden insanlar neye sahip olduklarını, ne tükettiklerini, nerede vakit geçirdiklerini sosyal medya vasıtası ile vitrine koyup, paylaşarak kendince “ben buyum, bu kadar değerliyim” demekte ve bundan mutlu olarak değil sadece haz duyarak ruhen tatmin olmaya çalışmaktadırlar. Bu projenin ya da planın bir başka ayağı olan özgürlük anlayışı ile de genç insanlara; sen özgürsün, kimse sana karışıp, sınır koyamaz, canının istediğini yap, hayatını yaşa, keyfine bak, eğlenmek senin hakkındır, eğer canının istediği şeyleri yapamıyorsan özgür değilsin diyerek bencilliği, nefsi, egoyu, isyanı teşvik edici bilinçaltı manupülasyonlar yapılmaktadır. Bunun neticesinde zeka olarak ergenlik çağına yeni ulaşmış bir genç kendisine söylenen her “hayır” sözcüğünü özgürlüğüne vurulmuş bir darbe olarak görmekte, ailesiyle ve toplumla çatışmaktadır. Aidiyetini oluşturan (aile, örf, gelenek, inanç) değerlerden hızla uzaklaşmakta, buradan doğan boşluğu sosyal medya ile oluşturduğu sanal dünyasındaki vitrininde bulmaya çalışırken ruhen ve manen yalnızlaşmaktadır. Özünde özgürleşmek isterken gerçek kimliğinden ve aidiyetinden kopup, uzaklaşan insan, ruhsal yalnızlığını vicdanında hissettiği anlarda ise huzuru, mutluluğu bilinçsizce yaptığı tüketimin içerisinde aramaktadır. Başkalarının dikkatini çekmeyi amaç edinen, kendi gerçeğinden ve sorumluluğundan uzak, zevkleri kısıtlayan her şeyi özgürlüğünü kısıtlayan bir unsur olarak algılayan, aradığını bulmak için hızla tüketen insan, uygulanmakta olan proje gereği kurgulanmış üründür aslında. Böyle birisinin, kendi varlığını ifade etmesinin tek yolu marka ve pahalı tüketim ürünlerini vitrinine koymasıdır. Bunun içinde bir uyuşturucu bağımlısı gibi her seferinde artan oranlarda marka, imaj yüklenip, tükeninceye kadar tüketmek zorundadır. Tüketirken tükendiği anlarda ise gerçeklerden zihnini uzaklaştıracak daha kuvvetli uyuşturuculara yönelme ihtiyacı duymaktadır. Sonuç, aile kurma çaba ve sorumluluğundan uzak, bencil, kendisi için yaşayan, giderek yalnızlaşan ve yabancılaşan, bunalımlı, kullanılmaya ve sömürülmeye her an hazır insanlar, dolayısı ile toplumlar oluşur. Hayatın anlamını düşünmeden yaşamaya zorlanan günümüz insanın anlamsızlığı, gayesizliği ne yazık ki bazı çevrelerin istediği kolay sömürülecek müşteri kimliğindeki bu tarz modern köle insan modelini ortaya çıkartmıştır. Düşünce ve duyguların hakim olduğu insan psikolojisini kullanarak bu trajediden beslenen, milletler üstü, kapitalist sistem ve onun oyun kurucularının gözünde ise tüm insanlık, hiçbir ayırım gözetilmeksizin, kullanılıp işi bittiğinde atılacak ürün durumundadır. Sahip olunan, harcayıp tüketilen, teşhir edilen nesneler üzerinden değer biçilen bu sanal dünyada, sistemin dışında kalmaya çaba gösteren farkındalıklı insana karşı oluşturulan olumsuz algı bombardımanı ise çok güçlüdür. Çünkü hayatın anlamını, huzuru, mutluluğu, nesnelerde değil, kendi içinde arayan gerektiği için gerektiği kadar tüketme bilincinde, farkındalık sahibi, manevi bilinci gelişmiş insan, bu acımasız işleyen çarka çomak sokmaktadır. Bu yüzden, bu çarkın içine girmeyen, sadece gerektiği için gerektiği kadar tüketmenin bilincine sahip insanlar, oluşturulan olumsuz algı operasyonları ile çağ dışı örümcek kafa imiş gibi şekillerde gösterilerek her fırsatta itibarsızlaştırılmaktadır. Aslında, gerçek özgürlüğün ne olduğunu ve bunun sınırlarını bilerek yaşayan, hayatın anlamını dışta değil, içte arayan, manevi olarak güçlü, farkındalık sahibi insan, bu modern köleliğin sömürü düzenini durduracak potansiyel bir tehlikedir. Ne şekilde olursa, olsun itibarsızlaştırılıp, yok edilmelidir. Onun için maneviyatın olduğu her şeye, her düşünceye acımasızca saldırılmakta. Manevi duyguları, farkındalığı uyandırıcı her hareket öcü gibi gösterilip “Aman! maneviyatı düşünme!” maneviyat, eziklik, çağ dışılık geri kalmışlıktır denmektedir. Yapılan bu tespitten kesinlikle geçmişte ebeveynlerimizin yaşam, kültür, örf, gelenek, bilgi eksikliği, sömürüye açık ve hazır olan tarzlarını aynen kopya ederek hayatımızı idame ettirmemizin en iyi ve doğru yol olması gerekir gibi bir sonuç çıkarılmamalıdır. Elbetteki yetişen yeni nesillerin hazzı, mutluluğu aradıkları yerin geçmiş örneklemelerden edinmesinin kaçınılmaz gerekliliğin yanında bilimin ve en yeni bilimsel gelişmelerin yanında dünyaya entegre olarak daha fazla bilgiyi araması ve bu aramanın sonucunda edinmiş olduğu bilgide kendi iç aidiyet hissini bulması yanında manevi tatmini saçma sığ egolarını geliştirerek değil tamamiyle vicdan ve zeka, akıl doğrultusunda vicdanlarını ve akıllarını geliştirerek ve dinleyerek bulması gerekliliğidir. Hiç bir zaman unutulmamalıdır ki kendimize rol model olarak aldığımız bir insan iki yönlü olarak bize yol gösterir; birincisi onun gibi olarak onun yaptıklarını yaparak, ikincisi ise onun yapmış olduğu hata ve yanlışları yapmayarak. Burada belirleyici olan bizim kendi bilgi, vicdan ve aklımızdır. Bilgimiz gelişmediği sığ kaldığı sürece vicdanımız ölçüp biçerek irdeleyemez ve aklımız karar veremez.

Devamını Oku

MUTASYON

MUTASYON
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Canlılar, DNA dizilimi içinde çok ender, hatta milyonda bir çevreye uyum çerçevesi kapsamında mutasyon geçirir. Tür içinde bu mutasyon geçirebilen birey, doğaya uyum sağlayabilir ve sağlıklı olarak hayatta kalabilmeyi becerebilirse yeni bir türün ilk bireyi olarak farklı bir tür oluşturur. Önceki tür ise, ya yaşamına devam eder ya da değişen doğa ve iklim yapısına dayanıklılık sağlayamayarak tükenir.

Yapılan bu tanımla, şu anda yeryüzündeki tüm türlerin birer mutasyon ürünü olduğunu anlaşılabilir.

İnsanın da, doğada bir canlı türü olması, yapılan bu tanım çerçevesinde bir mutasyon eseri olarak var olduğunu kabul edilmesi gereken bir sonuçtur. İnsanın aklı ve aklını kullanabilmesi canlı türü olması sebebinden doğan doğal bir gelişimdir. Yani insanın aklını kullanabilmesi de bir mutasyon sonucudur.

Sonuç olarak, insan herhangi bir türün mutasyon geçirmiş devamıdır, dolayısıyla insan bu hali ile var olmamıştır.

Bunun birçok ispatı vardır. Örnek olarak, farklı fiziksel yapıdaki insanların dünyanın iklim ve doğa yapısına göre dağılımları gösterilebilir.

İnsanın diğer canlılardan en belirgin farkı aklını kullanmasıdır. Bu fark, zeka değildir, akıldır ve bu sadece bir farktır, yanlış anlaşılmasın insan diğer canlılardan daha üstün değildir. Canlıların tamamı fiziksel yapılarına uygun akıla ve yeteneklere sahiplerdir. Dikkat edilirse her canlı türü yaşadığı ortama ve iklime göre uygun bir fizik yapısına, canlı kalabilmesi için de yeterli bir akıla sahiptir, aksi taktirde yaşamlarını devam ettiremez, beslenemez ve üreyemeyerek tükenirlerdi. Ancak bu sayılanlardan daha fazla da akıl ve yeteneğe sahip değillerdir.

İnsanın yapısı, diğer canlılara göre, ilk doğuş gününden itibaren daha zayıftır ve bu insan türünün hatalı bir mutasyon sonucu oluştuğunun en çarpıcı örneğidir. Tüm canlılar içinde yanlızca insan, yetişkin olup tüm ihtiyaçlarını ve hayatta kalabilme yetisini tek başına karşılayabilene kadar diğer türlerden çok daha uzun bir süre ebeveynleri tarafından bakıma ve korunmaya muhtaçtır. Bu da hatalı bir mutasyon sonucu oldğunun bir diğer ispatıdır

Daha birçok ispat veya göstergeler vardır. Diğer bir örnek de, insanın giysisi olmadan doğada canlı olarak hayatını devam ettirebilme yetisinin olmayışıdır.

Bugün bile, insan türü üreyip çoğaldıkça hatalı mutasyon devam etmektedir, insanın hastalanması ve hasta olan ebeveynlerin üremesi, doğa ile insanın aslında uyum içinde olmadığının bir diğer göstergesidir. Örneklemeler çok daha fazla verilebilir, sonuç aslında basittir, insanın bu dünyanın doğa ve iklim şartlarına uygun olarak var olamamasıdır.

Aslında yukarıda saydığımız örneklemeler insanın uygun olmadığı doğa ve iklim şartlarına daha uygun hale gelerek yaşamını ve hayatını devam ettirebilmesi için akıl ve zeka yönünün daha fazla gelişme göstermesi gerekliliğini bize işaret etmektedir. Yani insan DNA’sı bundan böyle akıl ve zeka gelişimi üzerine mutasyon geçirecektir. İşte bu gerçek, tarih boyunca devamlı olarak yaşanmıştır. Tarih boyunca yapılan savaşlar, icatlar, devrimler ülkelerin halkı yönetmek için uyguladığı yönetimsel formüllerin hepsi akıl ve zekanın evrim geçirerek gelişmesinin göstergesidir. Bu gelişmeler bize göre uzun süre almasına rağmen dünya tarihine bakıldığında çok kısa bir süredir.

Akıl ve zekanın gelişmesi önemlidir. Neden önemlidir?

Şöyle, diğer canlı türlerine baktığımız zaman şunu görebiliriz; hiç bir canlı türü, toplumlarında düzeni ve refahı sağlamak adına bir birlerini sömürmez veya ezmez. Çünkü doğaya uygun yaşarlar, çünkü doğa ile entegredirler, doğaya karşı gelmezler veya gelemezler. İşte, insan türü bunu yapamaz, tarihte de yapamadı, insanlık tarihi boyunca ideal olarak her bireyin mutlu ve huzurlu olacağı ve güven içinde yaşayabileceği bir sistemi bulamadı, ya da bulmak istemedi. Çünkü insan bir varlık olarak doğa sisteminden uzak kaldı, uzaklaştı.

Bu yazılanlarla, insanlık doğaya dönmeli, gibi bir sonuç çıkmamalıdır. Anlatılmak istenen, konunun öneminin farkına varılarak yüksek farkındalığa erişilmeli, tarih incelenmeli, bilim ve teknolojideki gelişmeler takip edilmeli ve sığ çıkar çatışmaları çerçevesinde değil, akıl ve bilim çerçevesinde gerçekten toplumun nabzını tutabilen insanlar tarafından yönetilen toplumlar inşa edilmelidir. Halk manipüle edilerek, devamlı aklı ile oynanarak farklı algılanma sağlamak, olsa olsa hainliktir.

Toplumların kitlesel olarak iç huzuru bulması ve kişi olarak tek tek insanlığın iç huzuruna kavuşması sağlanmalıdır.

Devamını Oku

KAİNAT’IN TARİFİ

KAİNAT’IN TARİFİ
0

BEĞENDİM

ABONE OL


*Geçmişi veya yaşadığımız anı gelecekten, geçmişe doğru organize eden, oluşturan veya değiştiren; Bizim kişisel bilincimizin de an itibarı ile bilgi alış ve veriş içinde bulunduğu hatta bir parçası olduğu Kollektif (ortak kâinat) bilinçtir.
*Kâinatın tamamı; yaşayan, varlık ve bilinç sahibi olan tek bir canlı ve bizlerin BOYUT adını verdiğimiz farklı farklı titreşim hızındaki enerjinin iç içe bulunduğu tek bir enerji bulutu dur / okyanusu dur,
*Bu bulut veya okyanus tek bir bilinçtir, tek bir hafızadır. Tek olan bu canlı, bu bilinç veya bu enerji bulutu enerjinin titreşim hızına göre farklı farklı boyutlarda, farklı farklı titreşimlerde farklı farklı görünüşlerde holografik olarak görüntü oluşturur, görüntü kelimesini anlaşılabilmesi açısından kullandım aslında oluşan görüntü falan yoktur bizim algımız yani bir algı organımız olan gözümüz belirli titreşimdeki enerjiyi madde olarak algılamak için ayarlıdır.
*Dolayısı ile gözün beyine gönderdiği sinyal, ayarlı olan enerji titreşim hızını beyinin madde olarak algılamasına sebep olmaktadır.
*Bahsettiğimiz bu bulutta bulunan bilgi tüm boyutların ortak bilgisidir, fikridir, düşüncesidir. Kâinatta bahsettiğimiz tek bir enerji bulutu vardır başka da hiçbir şey yoktur. Bu bulut ki saf bilinçtir. Evrende bulunan tüm maddenin veya bildiğimiz, bilemediğimiz elementlerin değişik halleri, cinsleri bu bulutun boyutlara göre farklı farklı görünüşleridir, algılanışı dır yani kendisidir.
*Bizim 5 duyu organımızın ayarları ise bu enerji bulutunun içinde bir titreşim frekansını görülen, hissedilen, bilinen madde olarak algılamamızı sağlamaktadır, Bahsettiğim sadece bir titreşim frekans aralığıdır.
*Konumuz olan bulutun içindeki farklı hızdaki enerji titreşimleri, bizim “boyutlar” olarak tabir ettiğimiz küme yapısında bulunmaktadır, oluşmuştur ama dediğimiz gibi bulut tektir, varlık tektir ve bilinç tektir.
*Bahsettiğimiz boyutlar ışık hızında titreşimden, ışık hızının altındaki titreşime kadar çeşitli kümeler halindedir,
*Yani burada sır ve sınır ışık hızıdır. Evrende ışığın hızı (yaklaşık 300 bin km/sn) evrenler arası bir limittir, sınırdır, adeta kâinatın sınırıdır.
*Bizim bildiğimiz, algıladığımız madde bu hıza hiçbir zaman ulaşamaz, eğer yaklaşırsa bile madde özelliğini kaybeder kütle olarak genişler ve o madde için zaman akışı yavaşlar hatta durur. Gene o madde için bize göre geçmiş / an / gelecek kavramlarının hepsi “AN” olarak hissedilmeye başlar. Demek ki o titreşim hızında her şey, var ise varlıklar “AN” ı yaşamaktadırlar.
*Burada şu soru akıllara gelebilir “AN” ı yaşamak ne demektir?
Anı yaşayan bilinç geçmişi de geleceği de an içinde görebilen hissedebilendir, çünkü o bilinç için zaman kavramı yoktur. Eğer madde hızını dahada artırıp ışık hızının üzerinde bir hıza ulaşabilseydi. O durumda zamanın akış yönü de ters akmaya başlayacaktı ama bu terslik bizim algımıza göre olacaktı.
*İşte evrende ki gerçek yaşam ışık hızı boyutunda yaşanandır, çünkü evrenin oluşumuna, yaşantısına nihai olarak yön veren bir anlamda bizler için geleceği belirleyen bu boyuttur. Tüm diğer alt enerji kümeleri yani ışık hızının altında titreşime sahip olan boyutlar an olarak oluşmuş olan olayların nedenselliğini, yani sebeplerini oluşturmaktadır. Bahsetmekte olduğumuz nedensellik gene bizim algımıza göredir, Çünkü bizim algımız yaşanan her olayı bir nedene bağlamak üzerine oluşmuştur yani algımız yaşadığımız ortamı bazı kanun ve kurallar çerçevesinde algılayabilir mesela taşı atarız o taşın ağırlığı vardır ve havada asılı durmaz yere düşer mesela adım atarsak yürüyebiliriz şeklinde örnekleri çoğaltabiliriz oysa ki yaşanan olayların herhangi bir nedene ihtiyacı yoktur.
*Gerçek şudur ki; Işık hızında titreşimdeki boyutta sahne açılır sanatçılar vardır anlık oyunlarını oynarlar ve sahne kapanır. Yaşanan olaylarda nedensellik yoktur, sebep yoktur, sonuç yoktur. Sahnede ki olay herhangi bir sebebe bağlı olarak sahnelenmez, bu boyutta yaşanan sahnede sadece fikir vardır, düşünce vardır ve sadece olayın geçtiği anlık “olay sahnesi” yada “olay fotoğrafı” vardır.
*Fakat bu sahneler / fotoğraflar arka arkaya önce ve sonra olarak sıralıdır, birbirinden bağımsızdır, birbiri ile alakalı / bağlantılı veya birbirinden doğma veya birbirinin doğurduğu değildir.
*Bu boyutun enerji titreşim hızı ışık hızında olması, yazdığım bu yaşam ve kâinat sistemini / yapısını gerekli kılar. İki sahne yada iki perde arasında olması gereken aralık yada zaman farkı bu boyutun içinde yaşayan varlıklar tarafından hissedilemez çünkü varlıklara hangi boyutta yaşamını sürdürüyosa eğer o boyutu algılayabilmek için gerekli olan nitelikte algı organları verilmiştir. Dolayısı ile o boyutun varlıkları tarafından olay fotoğrafları devamlı sürekli akış olarak algılanır, yani yanlış algılanmanın sebebi algı organlarının ayarıdır sistem değildir.
*Kollektif saf bilinçte “AN” lık oluşan fikirlerin getirisi olarak olaylar yaşanır. Fikrin oluşması ile olması “an”dır, nedensizdir, sebepsizdir “OL” denilmiştir olmuştur, olacaktır. Aslında “OL” denilmesi ile “OLMASI” aynı şeylerdir. Olay fotoğraflarının oluşma nedeni elbette vardır fakat olay fotoğrafları arasında bir neden ve sonuç ilişkisi yoktur. Olay fotoğraflarının oluşma nedeni kollektif bilincin beslendiği bilginin ortak yoğunlaşmış, şekillenmiş ve oluşmuş kararlarıdır.
*Olayların sahnelenmesi ise ortak bilincin oluşturduğu fikrin, düşüncenin hologrofik bir yansımasıdır, sahnelenen olay fotoğrafı kainatın bütününü bağlayıcı ve yön verici niteliktedir.
*Bu boyutta ardı ardına yaşanan olay fotoğrafları arasındaki aralık ışık hızının altındaki boyutlarda elbette uzunca bir süre olarak algılanacaktır. Çünkü bir alt boyutta enerjinin titreşim hızı bahsettiğimiz üst boyuttaki gibi ışık hızının üstünde değil, tam tersi ışık hızının altında hatta çok altındadır, dolayısıyla olayların akış yönü de bize göre düz yani gene bize göre geçmişten geleceğe doğru olacaktır.
*Yani Işık hızında ol denmiştir olmuştur yada zorunlu olarak olacaktır anlaşıldığı üzere aslında ikiside aynı an dır.
*Bizler, bahsettiğim alt boyutun varlıkları olduğumuz için biz bu oluşumu geçmişten geleceğe doğru akış olarak algılarız. Bize göre doğru olan bizim için yaşanan zamanın akışıdır. Dolayısıyla da bizlerin yaşantısı üst boyutta olmuş bitmiş yaşanmış olan, ama fakat bize göre daha yaşanmamış gelecek olan olay fotoğraflarına nedensellik oluşturmak, gerçekleştirmek şeklindedir.
*Çünkü bizim için yaşam üst boyutta oluşmuş, yaşanmış olan iki olay fotoğrafının arasındaki aralığın yada sürenin açılımıdır. Bizim için gelecek olan, üst boyutta zaten yaşanmıştır, olmuştur yada olacaktır. Tabi bahsettiğim olay anlaşılması çokta basit değildir. Çünkü bahsettiğim gibi sadece iki boyut yoktur ışık hızının altında toplam 7 boyut olmalıdır.
*En üstte bulunan teklik boyutu olan ışık hızı titreşiminde olan boyut yani evrendeki gerçek yaşam. Altındaki diğer boyutlar ise farklı farklı fakat ışık hızının altında hızlara sahip titreşimde boyutlardır. Bizim bulunduğumuz boyut 3 seviyede olan boyuttur. Tüm boyutlarda ortak olan ise, zamanın akış şekli olay fotoğraflarının birbiri arkasına dizilişi halindedir. Keza bizim boyutumuzdaki yaşamımızda da olay fotoğrafları birbiri arkasına dizilmiş şeklindedir, ama fakat biz yaşadığımız saniyede 25 kare olay fotoğrafını süreklilik olarak algılarız, aslında ayarlanmış olan bizim algımızdır, yoksa üst boyutlarımızın hiç birinde bize göre devamlılık nedensellik yoktur. Ama tabi her boyutun kendi bilinç ve düşünce sisteminde nedensellik vardır;
*Benim bu yazdığım şu anlama gelir: Işık hızı titreşim hariç tüm alt titreşimdeki her boyut yaşayanları, varlıkları yaşadıklarını bir neden sonuç ilişkisi içinde yaşarlar ama bu neden sonuç ilişkisi diğer boyut canlı varlıkları için anlam ifade etmez. Işık hızı referans alındığı taktirde bu hıza göre oluşmuş boyutlarda zaman akışıda gene hıza göre farklılık gösterecektir yani bir üst boyutta iki olay fotoğrafı arası bir aşağı boyutta binlerce yıl açılımında olacaktır ve daha yavaşlamaya doğru inildikçe bizim boyutumuz anlaşılacaktır her boyutta yaşam, olay fotoğrafları şeklinde üst boyuttaki gibi önce ve sonra olarak dizilecektir. Bizde diğer üst boyutlarda olduğu gibi yaşamı bir üst boyutun ardı ardına gelen olay fotoğraflanın açılımı olarak gene olay fotoğrafları dizilimine göre önce ve sonra olarak açılımını yaşarız ve biz bu önce sonra olayını sürekli akan zaman olarak algılarız çünkü yukarıda bahsettiğim gibi bizim proğramımızın algısı saniyede 25 kareyi sürekli olarak algılar, bizim için “gelecek” bir üst boyuttaki bir sonraki olay fotoğrafıdır. Yani yaşanmıştır bitmiştir. Biz ne yaparsak yapalım bir sonraki olay fotoğrafını değiştiremeyiz ancak bir şekilde olabilir o da yazımdan anlaşıldığı gibi bir üst boyuta yaklaşarak bir üst boyutta sonraki olay fotoğrafını değiştirmektir. Onun bir üstündeki boyutunda bir sonraki olay fotoğrafı değiştirmek ise imkansız derecesinde zordur. devamında onun da 7 kat üstündeki zamanın an olduğu boyutta olay fotoğrafını değiştirmek ise imkansızdır. Unutmayalım o boyutta zaman yoktu “ol” denmişti ve o olacaktır.
*Görüldüğü gibi bizler bizim üst boyutumuzdaki “AN” olarak yaşanmış olay fotoğraflarının sebeplerini /nedenlerini oluşturuyoruz. Yoksa yaşayacağımız herşeyin sonucu zaten olay fotoğrafı halinde bellidir. Adem yaratıldığına göre demekki en üst boyutta gelecek var olmuş bitmiş. Adem bizim geleceğimizde yaratılmıştır aynı zamanda da geçmişimizde dir. Dünya yaratılması da keza aynı şekildedir dünya var olduğuna göre demek ki en üst boyutta gelecek var olmuş bitmiştir. Dolayısıyla değiştirmek imkansızdır.
*Peki biz neden üst boyutları veya alt boyutları göremiyoruz, bilemiyoruz?
Aslında bu sorular herkezin aklına gelmesi gereken sorulardır. Biz üst boyutları göremeyiz. Açıklaması şöyle olmalı: bizim algı ayarlarımız yada bedenimizin ayarları 7.23 dalga boyuna ayarlıdır bu bizim varlığımızı sürdürdüğümüz enerji dalga frekansıdır onun için biz bu frekansta var olan enerjiyi görürüz hissederiz bizler üst titreşim frekansındaki boyutu algılamaya ayarlı değilizdir. Sistem de ise tüm dalga boyutları iç içe geçmiş haldedir.
*Bir gitarın tellerine dokunmadan tellerini görürsünüz, ve dokunursunuz çünkü sizin boyutunuzdadır ama tellere vurun tel titreşmeye başlasın artık göremezsiniz, çünkü artık bize göre bir üst boyuta çıkmıştır. Bu örnek bir üst boyutumuz için bir örnektir. Bir taş alın ve cama fırlatın eğer attığınız taşı ışık hızının üzerinde bir hız ile yani saniyede 300 bin km bir hız ile atarsanız taş camı kırmadan karşı tarafa geçer. Bu örnekte en üst boyut içindir.
*Diğer bir soruda şu olmalıdır. Biz görmüyoruz ama o boyutlarda yaşayanlar bizi görüyorlarmı? Evet görürler ama bizim hareketlerimiz onlara çok yavaş, çok ağır gelir aynı bizim gördüğümüz bitkilerin ağır hareketleri gibi, aslında bitkilerin hepsi hareket eder ama biz onların hareket ettiğini çok uzun zaman aralıklarında fark ederiz.
*Bizimde alt boyutumuzda yaşayan var olan varlıklar kimler? Bitkiler ve cansız dediğimiz taş toprak. Aslında tüm dünya ve üzerinde olanlar ile beraber canlıdır ama biz fark etmeyiz çünkü bize oranla çok ağır hareket ederler.

Devamını Oku

İNSANIN FITRATI

İNSANIN FITRATI
0

BEĞENDİM

ABONE OL

📍Hayatınız’da her hangi bir şeyi değiştirmek istiyorsanız, kendi düşüncelerinizi değiştirerek  bulunduğunuz frekansı değiştirin, çünkü şu AN düşünmekte olduklarınız, gelecekteki yaşantınızı oluşturmakta, en çok neyi düşünüp, neye odaklanıyorsanız (iyi veya kötü) bir sonraki AN’ınızı yaşantınız olarak oluşturmaktasınız.

📍Zihin sebep, sonuçlar yaratır. Bir olayla karşılaştığında mevcut verilere göre beklentiye girer. Başarısız olmuşsa yine başarısız olacağını düşünür. Sınırlı kapasitesi, kendi yaşantısını da sınırlar. Zihin aradan çıktığı zaman ise “mucizeler” “raslantılar” gerçekleşir.

📍İnsan da farkındalık devreye girip, uyuduğu uyku’sundan, uyandığı an’da, üst frekans’dan okuma başlar. Ve alt frekans kayıtlarını tesbit eder. Tesbit ettiği an’da ise evren bunların ortadan kalkması için çalışmaya başlar. Biz bunun adına sıkıntı, bela deriz, ama aslında kendi arınmamızı kendimiz dilemişizdir…

📍Evrenin her zerresi birbiriyle bağlantılıdır. Hiç bir şey, hiçbir zaman, tümden bağımsız, hareket edemez. Ben ve evren, madde ve mana ayırımı atom altı (kuantum) boyutuna inildiğinde kaybolmakta, geçersiz kalmaktadır. Tüm evren, her zerresine kadar aynı bütünlüğün ve tekliğin ifadeleridir. Dünyadaki bütün her şey arasında var olan karşılıklı ilişkiler dokusudur. Evrenin bir noktasına yaptığımız etki, bütünü etkilemektedir. Kuantum fiziği kısaca tek cümle ile tüm evrene şunu söylemektedir. “Her biri aynı şeyden meydana gelmiş, birbirinden bağımsız ayrı ayrı şeyler değiliz, tümümüz aynı şeyiz.”

📍Beynimiz beş duyumuz vasıtasıyla, her şeyi biyoelektrik frekans dalgaları olarak algılamaktadır.

📍Rengin kırmızılığı, metalin sertliği, gül’ün kokusu beyin açısından sadece frekans dalgaları’ ndan ibarettir. Görüyorum dediğimiz, algıladığımız her şey, beynin içinde oluşan çok boyutlu ”holografik dünya” beyne gelen tüm frekans dalgaları, beyin tarafından deşifre edilerek beynin içindeki holografik çok boyutlu görüntü halinde dünyamızı oluşturuyor.

📍Yani dış dünyada değil, her kişi, her terkipsel yapı beynin’in içinde oluşan hayal dünyasın’da yaşamaktadır.

📍Madde enerjidir, ve bizim gördüğümüz, dokunduğumuz, kokladığımız, işittiğimiz, tattığımız, kendi vücudumuz, beynimiz, kalbimiz dahil herşey ama herşey enerjidir, fakat biz bu enerjiyi duyu organlarımızın sayesinde beyine elektirik sinyali olarak iletiriz, beyin ise bu sinyalleri bize madde olarak yansıtır.

📍Beyinimiz, aslında kendimizde içsel olarak yaşadıklarımızı, beden dışında varmış zannı vererek bizi aldatmaktadır.

📍Tüm insanlığın duyu organlarının ayarların aynı olması, tüm yaşanılan madde dünyasının insanlık tarafından aynı olarak algılanmasını sağlamaktadır.

📍Bu algılanış ise insanlarda, yaşamın doğal olarak ve var olduğu, metafizik hiçbir katkının olmadığı yanılgısını uyandırır.

📍Gerçek ise madde dünyası diye bir dünyanın olmadığı, madde olarak var olan dünyanın ise sadece beynimiz tarafından yorumlanan bioelektirik sinyalleri olduğudur…

📍Her varlık, kendi fıtratında ne varsa onunla olmak ister, onu yapmak ister. Bu doğrultuda hareket eder. Bu yönde fiiller ortaya koyar ve yaptıklarını kendi özgür iradesi olduğunu zannederek mutlu olur. Halbuki: Yaptığı herşey onun kendi ilahi kaderidir. Bülbül gülü sever, gül ister. Gübre böceği ise gübreyi sever. Gülü versen, ben gül, istemem bana illa gübre verin, ben onu severim der. Çünkü o orası için yaratılmıştır. Bu yüzden “şaki” (cehennemlik) olup, şiddetle iş yapan, asan, kesen birisi, terkibinde “celal” sıfatına ait isimleri (kahhar, müntakim, cebbar, vb.) bulundurduğu için yaptıklarından memnun ve huzur içerisindedir. Çünkü yeryüzündeki kendi varlığının var oluş sebebi, bu isimlerin oluşturduğu manalardır. Bu mana ile var olabilmektedir. Bu yüzden, yılan yılanlığını, çakal çakallığını, şeytan şeytanlığını, melek melekliğini yapmak zorundadır. “Herkes ne iş için yaratılmış ise, ona o iş kolaylaştırılır.” (Hz. Muhammed) İşte bu varlıktaki yaratılış sırrıdır. İnsan bunu idrak ettiği zaman, kimseyi suçlamaz, kimse hakkında kötü düşünemez. Herkesin kendi ismi yönünde hareket ettiğini anlar. Korunarak, sevmeye başlar. (Fakat bizler toplum algısı ile başkalarını örnek alarak yani yaşadığımız dünyanın değer yargısı ile yaptıklarımızı doğru yanlış diye değerlendirip üzülürüz veya mutlu oluruz oysaki yaptıklarımızın tamamı yaşama nedenimiz, doğma nedenimiz yani fıtratımızın gereğidir, zaten yaptığımızdan farklı bir hareket veya düşünce tarzımız olamaz. İnsan ne yapmasına izin verilmişse onu yapar, başka bir davranışta bulunamaz.)

Devamını Oku