DOLAR 36,3131 0%
EURO 37,9269 -0.01%
ALTIN 3.421,43-0,12
BITCOIN 34938761,56%
İstanbul

PARÇALI BULUTLU

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

Meriç Köyatası

Meriç Köyatası

02 Şubat 2025 Pazar

Gerçek enflasyona göre en düşük emekli aylığı 36.900 lira

Gerçek enflasyona göre en düşük emekli aylığı 36.900 lira
0

BEĞENDİM

ABONE OL

ABONE OL

Yayınlanma: 05.01.2025 06:00

TÜİK Aralık ayı enflasyonunu yüzde 1.03 olarak açıkladı. Son 6 ayın enflasyonu da yüzde 15.75 imiş… Yıllık enflasyon da yüzde 44.38… Yersen… 

Yemiyoruz ama ceremesini çekiyoruz. Maaşlar, ücretler, emekli aylıkları hep TÜİK’in bu yanlış ölçülen enflasyon hesabına göre yapılıyor.

Bağımsız iktisatçılardan oluşan ve TÜİK’in enflasyon hesabında kullandığı ürünlerin aynısını kullanan ENAG’ın Aralık ayı enflasyonu yüzde 2.34, yıllık enflasyonu ise yüzde 83.40…

Ben de 2022 Ocak ayı başından bu yana TÜİK sepetindeki mal ve hizmetlere ve bunların ağırlığına göre değil, kendi tüketim sepetimdeki mal ve hizmetleri ağırlıklandırıp kendi yaşadığım enflasyonu bire bir ölçüyorum. Adına da MERİÇ K enflasyonu diyorum. Her ay, ENAG ve TÜİK’ten bir gün önce Facebook, X ve Youtube hesabımdan paylaşıyorum. Benim ölçtüğüme göre Aralık enflasyonum yüzde 3.08, yıllık enflasyon ise yüzde 86.38 oldu.

Benim enflasyon sepetim, bana ait. Toplumun tümünü yansıtmaz. Ama fiyatlardaki genel değişimin ne seviyede olduğunu gösterir. Bu nedenle, Türkiye’nin yaşadığı gerçek enflasyonun ENAG’ın ölçtüğü yüzde 83.40 olduğunu düşünüyorum.   

Benim iddiam şu:

2020 Ocak ayından itibaren elimizde iki enflasyon verisi var. Biri TÜİK, diğeri ENAG… O nedenle 2020 Ocak ayına kadar geri gidiyorum. 

2020 Ocak ayından bu yana kadar geçen süre içinde TÜİK’e göre fiyatlar genel seviyesi 6 kat artmış. 5 yıllık enflasyon yüzde 507 olmuş.

ENAG’a göre de 2020 Ocak ayından bu yana fiyatlar genel seviyesi 24.6 kat artmış. Beş yıllık birikimli enflasyon yüzde 2363 olmuş.

TÜİK’in son açıklamasına göre, eğer Cumhurbaşkanı yeni bir düzenleme yapmaz ise en düşük emekli aylığı 14.469 lira olacak. Şimdi son 5 yıldır yaşadığımız enflasyona göre bakalım.

Bu durumda Ocak ayının 1500 lirası olan en düşük emekli aylığının 2025 yılı başında olması gereken seviye TÜİK’e göre 9000 lira… Yani AKP, TÜİK marifeti ile emeklilerin yaşam standardını artırmış. Cumhurbaşkanının da, Mehmet Şimşek’in de söylediği bu. Peki gerçek mi? Emekliler memnun olmadıkları 2020 yılını bile şu anda mumla arıyorlar.

ENAG enflasyonuna göre 2020 Ocak ayındaki 1500 liranın alım gücüne ulaşmak için en düşük emekli aylığının 36.875 lira olması gerekiyor. (1500 x 24.6 = 36.900)

Bireylerin kul değil özgür yurttaş olduğu demokratik ülkelerde devlet-vatandaş ilişkisinde toplumu daima ileri taşıyan bir diyalektik vardır. Bunun için toplumun demokratik kurallar çerçevesinde haklarını talep etmesi ve siyaseti ona göre belirlemesi gerekir. Aksi takdirde hak aramayan, verilene razı olan toplumda ekonomik anlamda sefalet yaygınlaşır. Bir avuç insan zenginleşir. Toplum, “özgür bireyler” yerine “otoriter bir rejimin kulu – tebaası” olur.  

Emekliler, bir toplumun sırtındaki yük değil, o toplumu inşa eden gerçek sahipleridir. 17 Aralık 2023 tarihinde 12 Punto’da yazmıştım.

100’er yıl arayla üç farklı düşüncenin üç büyük filozofu “Servetin kaynağı birikmiş emek” olarak tanımlamıştı.  Emekliler çalıştıkları dönemde ödedikleri primlerin yanı sıra, bu ülkede kamu bütçesi tarafından yapılan bütün servetin de sahibidir. Bazı düşüncelerin yaygınlaşması için tekrarda yarar vardır. 17 Aralık 2023’teki yazıdan bir özet:

J.LOCKE, A.SMİTH, K.MARX VE EMEKLİLER

Liberalizmin, Avrupa Aydınlanması ve Akıl Çağının kurucusu, İngiliz, Amerikan ve Fransız Devrimlerinin ilham kaynağı olan filozof John Locke (1632-1704) mülkiyetin, dolayısıyla servetin kaynağı olarak emeği görür. 

Aradan yaklaşık 100 yıl sonra yaşayan Kapitalist ekonominin kuramcısı (kurucusu değil kuramcısı, var olan bir sistemin işleyiş biçimini sistematik ve bilimsel şekilde açıklayan)  filozof Adam Smith (1723-1790), kendi geliştirdiği emek değer teorisi kapsamında, servetin kaynağı olarak emeği görür. 

Yine Adam Smith’ten yaklaşık 100 yıl sonra yaşamış, Sosyalist ekonominin kuramcısı filozof Karl Marks (1818-1883), Adam Smith’in emek değer teorisini kapitalizmi eleştirmek amacıyla geliştirmiş, kârın ve servetin kaynağını emeğin yarattığı artı değer olarak tanımlamıştır. 

Yüzer yıl arayla yaşamış, farklı düşünce sistemlerinin kuramcısı üç filozofun da servet konusunda görüşleri aynı kapıya çıkar. Oluşan tüm servetlerde emeğin, dolayısıyla emeklilerin yadsınamaz hakları vardır. Ve yaşları itibarıyla emekliler, hayat ipinin uzun tarafını değil, kısa tarafını tutuyorlar. Emeklilerden sabır beklemek çok büyük haksızlıktır. 

KAMUSAL MÜLKİYET VE EMEKLİLER

Güçlü birey hakları ve güçlü bir sosyal devlet için, kamu mülkiyeti ve kamusal (toplumsal) mülkiyet tanımlaması yapmak gerekiyor. Bu hakların meşru kaynağı, yurttaşların eşitliği ilkesi ve kamusal (toplumsal) mülkiyet tanımlamasıdır.

Yurttaşların eşitliği ilkesi sadece yasal konularla sınırlı değildir. Bir ülkenin, denizleri nehirleri, gölleri, ovaları, madenleri, meraları gibi doğal kaynakları o ülke yurttaşlarının tamamına aittir ve küçük bir gruba kazanç kapısı (imtiyaz) olarak kullandırılamaz.

Yanı sıra, biraz önce yukarıda üç büyük filozofun, “servetin kaynağı emektir” tanımlamasından hareketle, kamuya ait tüm alt yapıların, yolların, otoyolların, elektrik santrallarının, barajların, elektrik dağıtım şebekelerinin, telekomünikasyon alt yapısının, gökyüzündeki uyduların, devlet tarafından yapılan tüm yatırımların ve elde edilen kazanımların kamusal (toplumsal) mülkiyeti, o ülke vatandaşlarına eşit olarak aittir. Bitmedi, yine çeşitli yasalar, yönetmeliklerle ortaya çıkan imar rantları gibi rantlar bir avuç imtiyazlı kişinin değil o ülke vatandaşlarının eşit hakkıdır. 

Bütün bu hakların arkasında; çalışan, sonrasında emekli olan, çalışmaya devam eden, çalışmasa da yüksek enflasyon karşısında bedel ödeyip devletin alt yapı yatırımlarını ya da  negatif faizlerle, arazi, ayni ve nakdi kamu teşvikleriyle özel sektör yatırımlarını sübvanse eden yurttaşlar vardır.

Kısacası bir müteşebbis emekli olup işlerini ailesine ya da profesyonellere devrettiğinde şirket kazancından hisse sahibi olarak nasıl pay alıyorsa, tüm emekliler, tüm vergi verenler,  enflasyonla bedel ödeyen tüm yurttaşlar, bu kamusal varlıklardan doğan kazançlardan pay almalıdırlar. 

Bir örnek vermek gerekirse…

Finansmanını zamanında vergi ödeyerek ya da yüksek enflasyona katlanarak hepimizin karşıladığı telekomünikasyon alt yapısı ile halka para ile internet hizmeti satamazsınız. Buradaki hizmet bedeli, şirketlere kar olarak aktarılamaz. Kamu tarafından hizmetin devamını sağlayacak seviyede bir bedelle fiyatlandırılmalıdır.. Aynı şey, elektrik dağıtımında da, sahip olduğumuz madenler başta olmak üzere tüm doğal varlıklar için de geçerlidir. 

Kamusal mülkiyet, iktidarı ele geçiren bir zümre ve onların yandaşları için değil, yurttaşların eşitliği ilkesi gereği hepimizindir ve bu varlıklardan ilk faydalanması gerekenler, servetin kaynağını oluşturan emek ve emeklilerdir.

Verilene razı olmamalı, haklarımızı talep etmeliyiz.

Devamını Oku

 Tarih sadece geçmişi değil, geleceği de yazar: Türkiye ve Suriye’de ne olacak?

 Tarih sadece geçmişi değil, geleceği de yazar: Türkiye ve Suriye’de ne olacak?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

İktidar ve yandaş medyadan bakınca, Erdoğan ve Türkiye Suriye’de büyük zafer kazanmış. Üstüne ABD’nin seçilmiş Başkanı Trump’ın da doldurmasıyla Osmanlı’nın fetih günlerine geri dönmüş gibi bir hava estiriliyor. Trump’ın yaptığı, Erdoğan’ı gaza getirip Büyük Orta Doğu Projesinde bir evreyi daha Türkiye’nin yardımı ve desteği ile tamamlamak. Sonu Türkiye için hiç de hayırlı değil.

Büyük bir zafer kazanmışız. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a göre, Türkiye 784 bin kilometrekareden büyükmüş, tarihin Türkiye’ye yüklediği bir misyon varmış. Komşularımızı mı işgal edeceğiz? Hayır, kast edilen sanırım Suriye’de kurulacak olan otonom Kürt bölgesi ve Irak’taki otonom Kürt bölgesine garantör ülke olmak… “Toprak kazanacaksınız” diye gösterilen bir ABD havucu…  

Tarihe, özellikle iktisat tarihine bakarsak, savaşı kazananın her zaman kazanmadığını, hatta savaşı kazanların bile kaybettiğini görürüz. İktisat tarihi, sadece geçmişi yazmakla kalmaz, gelecekte ne olacağının ipuçlarını da verir. Savaşlara iktisat tarihi penceresinden bakıp yakın gelecekte Türkiye’de ve Suriye’de neler olacağını kestirmeye çalışalım.  

Genel kural şudur: Savaşı kaybeden öder.

Kimi zaman, savaşın kazananı da kaybeder. Osmanlı – Rus Kırım Savaşı… (Ekim 1853-Mart 1856). İngiltere ve Fransa, Rusya’nın Avrupa’da güçlenmesini ve Akdeniz’e inmesini istemiyordu. Osmanlı’yı destekledi. Osmanlı savaşı kazandı.  Savaşın finansmanı için Osmanlı ilk kez dış borçlanma yoluna gitti. Kırım Savaşı nedeniyle girdiği dış borç batağından kurtulamadı. Osmanlı’nın parçalanma ve batış nedenlerinin en önemli nedenleri arasında dış borçlanma vardır. 

SAVAŞ KAZANANLARIN KAYBETTİKLERİ

Kırım Savaşının rövanşı, 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşıdır. Rumi takvimle 1293 yılına denk geldiği için 93 Harbi de denir. Rus Ordusu o zamanki adı Ayastefenos olan Yeşilköy’e kadar girdi. Osmanlı ağır bir yenilgi aldı. Balkanları, Doğuda da Batum, Kars, Ardahan’ı kaybetti. Rusların talep ettiği ağır savaş tazminatını indirtmeleri karşılığında da Kıbrıs’ı İngilizlere verdi. Savaşın kazananı Rusya’dır ama savaşın ağır finansmanı sefaleti artırdı. Bu savaşın neden olduğu sefalet nedeniyle Çarlık rejimi Bolşevik Devrimi ile çöktü, yerine Sovyetler Birliği kuruldu.

Birinci Dünya Savaşı’na ve oradan BOP’a ve bugüne gelelim. Kırım Savaşı da, 93 Harbi de, Birinci Dünya Savaşı da, bugünkü BOP Projesi de… Hepsi birbiri ile bağlantılı… Hepsi ekonomik kaynakları kontrol etme ve paylaşım savaşı…

Sanayi Devrimi ile birlikte 1860 yılında İngiltere’nin dünya sanayi üretimindeki payı yüzde 25 idi.  1913’e gelindiğinde İngiltere’nin payı yüzde 10’a düşmüş, Almanya’nın payı yüzde 15’e çıkmıştı. Almanya, Osmanlı ile anlaşmış, Bağdat Demiryolu projesini almıştı. Aynı zamanda tersanelerinde İngiltere’nin denizaşırı gücünü engelleyecek çok büyük bir donanma inşasına başlamıştı. 1877 savaşı sonrasında Osmanlı’dan bağımsızlıklarını kazanan Sırplar, Avusturya-Macaristan İmparatorluğuna karşı da ayaklandılar. Bir Sırp milliyetçisi Avusturya Macaristan Prensini öldürdü. Avusturya olası Sırp isyanına karşı savaş açtı. Ancak Fransa’nın Sırplara desteğini kesmesi için Almanya’yı Fransa’yı oyalaması için ikna etti. 1871’de kısa süren bir savaşla Fransa’yı yenen ve 5 milyon Alman Markı (1.5 milyar Fransız Frangı) savaş tazminatı alan Almanya, yine büyük bir tazminat kazanma umuduyla Fransa’ya saldırdı. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. Savaşın uzamasını fırsat bilen İngilizler de dahil oldu. Savaşın kaybedeni, Almanya, Osmanlı, Avusturya, Macaristan ve Bulgaristan oldu. Kazananı da İngiltere.  Ancak, İngiltere hem kendisinin hem de müttefiklerin savaş finansmanı için ABD’ye borçlandı. İngiltere savaşın kazananı oldu ama savaş nedeniyle girdiği ağır borçlar sonucunda 1931 yılında dünya emperyalizminin imparatorluk koltuğunu terk etmek zorunda kaldı. Sterlinin altın karşılığından vazgeçti ve sterlin dünya rezerv para birimi olma özelliğini kaybetti. Dünya ticareti ikili anlaşmalarla sürdü.

1931’de boşalan emperyalizmin imparatorluk koltuğuna, daha henüz ikinci dünya savaşı sonuçlanmamış olmasına rağmen 1944 yılında Bretton Woods anlaşmasıyla ABD oturdu. İkinci Dünya Savaşının sonunda iki büyük galip devlet vardı. ABD ve Sovyetler Birliği… Sovyetler Birliği Doğu Avrupa’yı ve Almanya’nın yarısını aldı. ABD Batı Avrupa ve Ortadoğu’yu kontrol altına aldı.

ABD doların dünya egemenliğini sadece Bretton Woods anlaşmasıyla kurmadı. Doların tahtını sağlama almak için, IMF ve Dünya Bankasını, bu gücün jandarması olarak da NATO’yu kurdu. Ortadoğu’da parçalanmış Arap devletlerine, sanki eyalet valisi tayin ediyormuş gibi krallar atadı, petrol anlaşmaları yaptı.

SOVYETLER ÇÖKTÜ, BOP DEVREYE GİRDİ

İkinci Dünya Savaşı sonrasında paylaşım savaşı yapılırken, İsrail henüz kurulmamıştı. İsrail’in kuruluşu 1948’dir. İki kutuplu dünya olması nedeniyle, Orta Doğu’da İsrail’in güvenliği için geniş ve etkili bir hamle yapılamıyordu. Ta ki, 1991 yılı Aralık ayında Sovyetler Birliği dağılıncaya kadar. 

Ekonomide neoliberal dönem başlarken, aynı zamanda ABD’nin Büyük Orta Doğu Projesi de devreye girdi. Önce 1990 yılında Irak’la başladı. BOP kapsamında daha sonra ABD Dışişleri Bakanı Condalezza Rice’ın da ifade ettiği gibi Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da 22 ülkenin sınırları değişecekti. Bu ülkeler arasında Türkiye’nin de olduğu, birçok yerde yayınlanan hatta NATO toplantılarında ortaya atılan haritalarda da aleni olarak ilan edildi.  Türkiye, Irak, Suriye ve İran’dan toprak alınarak İsrail’in güvenliğini sağlayacak bir Kürt Devleti kurulması hedefleniyor. Sevr’de getirdikleri Kürdistan haritası tekrar sahneleniyor. 

TURGUT ÖZAL GARANTÖRLÜK VE BOP EŞBAŞKANLIĞI

Bu proje, adına Büyük Ortadoğu Projesi denmeden önce Birinci Körfez Savaşı sırasında dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal tarafından da açıklandı. İlk federasyon ve Türkiye’nin federasyona garantör olması açıklamasını Özal, 30 Ocak 1991’de bana yapmıştı.  O zaman Hürriyet Gazetesinde çalışıyordum ve açıklama manşetten verilmişti. Gazetenin kupürünü yazının altında paylaşıyorum… 

Özal o açıklamasında, “Savaş sonrasında Irak’ta oluşturulacak bir Türk-Kürt-Arap konfederasyonunda Türkiye’nin garantör olması konusunu değerlendiriyoruz” demişti.  

AKP iktidara geldiğinde ise zamanın başbakanı şimdinin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da “BOP’un Eş Başkanı” olduğunu açıkladı. BOP projesinin haritası ise malum. Türkiye’nin Güneydoğusu hedefte…

Plana göre, önce Irak’tan parça koparıldı. Şimdi Suriye, ardından da sıra İran ve Türkiye’ye gelecek. Türkiye, bir NATO ülkesi olduğu için açıktan bir savaş yolu görülmüyor. Çok sıkışırlarsa, bir iç savaş tezgâhlayabilirler. Ergenekon, Balyoz ve Casusluk gibi kumpas davalarla orduyu yıprattılar. Türkiye’nin demografik yapısını iyice bozdular, toplumu inanç ve etnik kimlikler üzerinden kutuplaştırdılar. Türkiye’de sayılarını bilmediğimiz kadar cihatçı militan ve sivil kılıklı Afgan asıllı Amerikan askeri var. 

Plana göre olası gelişmeler şöyle: 

Suriye’nin toprak bütünlüğü parçalandı. Süresini kestiremediğimiz süre, kaotik bir dönem yaşanacak. Türkiye’nin rızası da alınarak öncelikle Suriye’de bir Kürt Otonom bölgesi kurulacak. Bu bölgenin garantörlüğünü Türkiye birkaç ülke ile birlikte üstlenecek. Irak otonom Kürt bölgesi ile Suriye otonom Kürt bölgesi birleşecek. Garantör Türkiye denilerek, “Bakın işte topraklarımız genişledi, fetih dönemi yaşıyoruz” diye seçmenin gözü boyanacak. Bir süre sonra da Türkiye’den de savaşa gerek kalmadan,  bir parça federasyona katılacak. Önce federasyon, sonra da ABD ve İsrail kontrolünde kukla bir Kürt devleti kurulacak. 

BOP’un amacını özet olarak hatırlayalım: Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’de kara ve denizaltı enerji kaynakları ile su fakiri Orta Doğu’da tatlı su kaynakları ve tarım alanlarını kontrol etmek, Doğu Akdeniz’de Rus varlığını engellemek, Çin Kuşak Yol Projesini engellemek, ticaret ve enerji yollarını kontrol etmek, İsrail’in bölgede güvenliğini sağlamak.

Bu amaca ulaşmak için kukla bir Kürt devletine ihtiyaç var ve bunun için de Türkiye’nin toprak vermesi gerekiyor. Bu durumda Türkiye bu savaştan nasıl kazançlı çıkacak?  

SAVAŞ İÇİN FİNANSMAN GEREK

Türkiye, Suriye iç savaşında aktif rol aldı. Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt bölgesi kurulmasına karşı çıktığını açıklıyor. Zaman zaman da orada PYD’ye karşı güç kullanıyor. Ancak, karşısında ABD var. ABD ile savaşacak bir gücü yok. Savaşmak için önce savaşın finansmanı gerekir. Rahip Bronson olayını hatırlayın. Minik bir inatlaşma uğruna Türkiye’de bir döviz fırtınası çıkmıştı. Gırtlağına kadar iç ve dış borç içinde olan sıcak para ve dünyada görülmemiş oranda dolara faiz vererek rezerv biriktiren Türkiye’nin karşılaşacağı döviz sorunu fırtınanın da çok ötesine geçer.

Güç bir tarafa, Türkiye’nin böyle bir iradesi ve isteği de yok. Esat rejiminin devrilmesi ve Suriye’nin toprak bütünlüğünün bozulması, tamamen İsrail ve ABD’nin çıkarına bir gelişme oldu. Türkiye bu işten bir şey kazanmadı. 

ANAYASA TARTIŞMALARININ ARDINDAKİ NEDEN

Son zamanlarda konuşulan Anaya değişiklikleri ve birkaç açıklamaya bakalım.

Devlet Bahçeli’nin terör örgütü başı Abdullah Öcalan’ı meclise davet etmesi…

 DEM partili Meclis Başkanvekili Sırrı Süreyya Önder’in, cumhuriyete ve özellikle laikliğe yönelik nefret ve kin dolu yazısı…

DEM partili bir kadın milletvekilinin meclis kürsüsünden “bizim topraklarımızda yaptığınız barajlardan ürettiğiniz elektriği bize parayla satamazsınız” diye çıkışları…

Bu yazı kaleme alındığında DEM partili yöneticilerin İmralı Adası’ndaki Abdullah Öcalan’la görüşmesi sonrası yapılacak açıklamalar…

Bunlara, BOP penceresinden bakın. 

Türkiye’de hukuk ve demokrasi standartlarının yükselmesi için, halkın ekonomik refahının artması için anayasa mı engel teşkil ediyor, yoksa anayasa ve yasa tanımayan uygulamalar mı? Anayasa ve yasaları ellemeden demokrasi standartları yükseltilebilir, ekonomide refah artışı sağlanabilir. 

Anayasa değişikliğinde hedefte iki madde var. Anayasanın başlangıç bölümünde yer alan gerekçeler ortadan kaldırılacak. Bu gerekçeler ortadan kalktıktan sonra Anayasa’nın değiştirilemez denen maddelerinin de değişmesinin yolu açılacak. Özellikle DEM Partili Sırrı Süreyya Önder’in yazısından sonra anlıyoruz ki, “üniter devlet” vurgusu kaldırılır veya Kürtler için “kurucu halk” tanımlaması yapılırsa DEM Partinin laiklik vurgusunun kalkmasına onay vermesi söz konusu olabilir. 

AKP+MHP+Hüdapar ortaklığına Kemal Kılıçdaroğlu’nun meclise taşıdığı 35 siyasal İslamcı milletvekilini  ve DEM partisini eklerseniz, referanduma gerek kalmadan mecliste anayasa değişikliği yapılabiliyor. 

Bütün bunlar yakın gelecekte olacaklar için bize ipucu veriyor.      

EKONOMİK OLARAK DA KAYIP VAR

Türkiye İsrail iç savaşında taraf oldu, Esat karşıtı güçlere askeri ve ekonomik destek verdi. 5 milyon Suriyeli sığınmacıyı Türkiye’ye kabul etti. Suriye’nin kuzeyinde Kürt bölgesi kurulması için onlara toprak tahsis edilmesini sağladı.

Bir örnek emeklilerin milli gelirden aldığı pay yüzde 7’ler seviyesinden yüzde 4.3’e düştü. Üstelik sayıları yüzde 40 artmasına rağmen. Sadece emekliler mi… Toplumun yüzde 80’e yakın kesimi yoksulluk sınırının altında yaşamak zorunda kaldı. İktidar, Türk halkının refahından kesti içeride çoğunluğu Suriyeli 10 milyon civarında sığınmacı besledi. Suriye’de desteklediği muhalif orduya askeri ve finansal destek sağladı. Esat’ın ve Suriye’nin kaybettiği savaşta Türkiye, daha savaş sırasında ekonomik olarak çok şey kaybetti.

SURİYE’NİN YENİDEN İNŞASI

Suriye’nin inşası için 400 milyar dolarlık yatırım yapılacakmış. Öncelikle buradan pay almak için bu yatırımın finansmanı gerekir. Borç içinde yüzen Türkiye’nin böyle bir finansman sağlama kapasitesi yok. Aksine borç içinde yüzüyor ve Türkiye’nin kendisi dış finansmana ihtiyaç duyuyor.  Ancak Türk müteahhitler finansmanı sağlayan ülke ve şirketlerin taşeronu olabilir. Onların elde edeceği gelirlerin de Türk halkının refahına ve Türk devletinin bütçesine bir kuruş katkısı olmaz. Bizim müteahhitler, Türkiye Cumhuriyeti devletinin bütçesinden finanse edilen işlerden kazandıkları paranın vergisini vermiyor. Kazandığı serveti de Türkiye’de tutmayıp İngiltere’ye götürüyor. Dünya Bankası’nın, ABD’nin, İsrail’in finanse ettiği işlerden kazandıkları parayı mı Türkiye’ye getirecekler, Türkiye’de vergi verecekler? Güldürmeyin insanı…

Bir de Türkiye Suriye’nin elektriğini sağlayacakmış. Sanki o elektriğin parasını tahsil edebilecek… Bu kadar sığınmacıya baktığımız yetmediği gibi bir de oradakilere bedava elektrik mi vereceğiz? Elektrikte yıllık 5000 kilovat tarifesi yoluyla 2025’teki gizli elektrik zammı ortada. Daha fazlası gelecek demektir. 

Bu planı bozmak Türk halkının elinde… 

Devamını Oku

OVP’NİN MALİYE POLİTİKASINA YARGI DARBESİ

OVP’NİN MALİYE POLİTİKASINA YARGI DARBESİ
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Piyasada olan kitaplarım. Yirmi Birinci Yüzyıl İçin Türkiye’nin Fabrika Ayarları / Ekonomide Karşı Devrim, Denizde Yaşamak amazon.com.tr ve denizkutuphanesi.com adreslerinden temin edilebilir.

Devamını Oku

DÜŞEN BORSADA RİSKLER VE FIRSATLAR

DÜŞEN BORSADA RİSKLER VE FIRSATLAR
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Piyasada olan kitaplarım. Yirmi Birinci Yüzyıl İçin Türkiye’nin Fabrika Ayarları / Ekonomide Karşı Devrim, Denizde Yaşamak amazon.com.tr ve denizkutuphanesi.com adreslerinden temin edilebilir. Dar gelirlinin boğazını sıktılar ama nüfusun en zengin yüzde 20’lik grubunun talebi düşmüyor, aksine tüketim malları ithalatı artıyor. Bu kafayla enflasyon düşmez.

Devamını Oku

ZENGİNİ DAHA ZENGİN EDEREK ENFLASYONU DÜŞÜRECEKLERMİŞ

ZENGİNİ DAHA ZENGİN EDEREK ENFLASYONU DÜŞÜRECEKLERMİŞ
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Piyasada olan kitaplarım. Yirmi Birinci Yüzyıl İçin Türkiye’nin Fabrika Ayarları / Ekonomide Karşı Devrim, Denizde Yaşamak amazon.com.tr ve denizkutuphanesi.com adreslerinden temin edilebilir.

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.