04 Mayıs 2024 Cumartesi
Önce, geçen gün bir arkadaşımın anlattığı “Taksim izlenimlerini” paylaşayım:
“Saat 21 suları… Divan otelin karşı kaldırımından meydana doğru yürüyorum. Yürüyorum da, acaba İstanbul’da mı yoksa Afganistan’da, Pakistan’da, Sudan’da mı yürüyorum belli değil! Duvarlar Arapça, Urduca ya da bir olasılık Afrika dillerine benzeyen yazılardan geçilmiyor. Akşamın nispeten erken bir saatinde karşılaştığım insanların büyük çoğunluğu duvarlara yazılan yazıların memleketlileri büyük olasılıkla… Neredeyse iki adımda bir irili ufaklı gruplar, ellerinde def, darbuka, klarnet bilmediğim, duymadığım şarkılar çalıp gelen geçenden para istiyor; istiyor diyorsam nezaket dahilinde değil, öyle tavırlarla istiyorlar ki, hani tüm cebindekini boca edesin geliyor! Ben vermedim, sanırım saatin erken olmasına sığındım, ancak arkamdan söylenenleri anlamam için ille de dili bilmem gerekmiyordu!
Meydan, caddeden daha ilginçti; dört köşesi değişik tipler tarafından işgal edilmişti. Yukarıda anlattığım tiplere ek olarak, cami imamı gibi giyinmiş “tebliğciler” en az iki köşeye ve İstiklal Caddesi tarafına deyim terindeyse el koymuşlar, gelene geçene bir şeyler anlatıyorlardı. Az sonra konuşmaları duyunca bunların Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olduğunu anladım. Aralarında ümmetten birileri de var mıydı biraz korku, biraz telaş orasını çözemedim. Daha sonra İstanbul’un merkezi olarak bilinen Taksim’de yani kendi ülkemin en büyük kentinin can damarında telaşlandığım hatta korkuya kapıldığım için kendimden utandım!”
Arkadaşım, çok vahim başka şeyler de anlattı ama bu kadarı yeter… Eğer Istanbul’un göbeğinde bu durumlar yaşanıyorsa, kentin genelinde, uzak sayılan semtlerde neler yaşanıyor düşünmek bile ürpertiyor insanı. Daha geçen gün bir Afganlı, bir mağazada çalışan kadın satış görevlisine giyim tarzını beğenmediğini şöyle belirtmişti:
–Başın açık, giyimin İslami değil, günah işliyorsun!
“Taliban zihniyeti tehlikesi!”
Bunun adı tam olarak “Gerici ablukadır!”
Bu saptamayı ben değil, bir İslam felsefesi Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak gören yapan Prof. Dr. İbrahim Maraş yapıyor. Cumhuriyet gazetesinden İklim Öngel’e konuşan Maraş’ın söylediklerinden bir bölümünü paylaşmak istiyorum:
-Teşkilatlı, azgın bir kitle siyasetçilerle oynuyor. ABD’yi şirketler yönetiyor diye tenkit ediyoruz. Böyle giderse holdingleşmiş tarikatlar ülkeyi yönetmeye başlayacak!
-Ülkemizde şu an tarikatçı, mezhepçi bir selefilik var. Giderek de radikalleşiyorlar. Önümüzdeki yıllarda karşımıza Taliban tipli anlayışlar ortaya çıkacak!
-Türkiye’de din anlayışı toptan kangren olmuştur. Türkiye’nin en büyük sorunu devletin şu anki düzenini kabul etmeyen bir zihniyetin olması. Devletin kendisine, yönetim şekline, hukukuna, laikliğine karşılar aslında ve Türkiye’yi İslam ülkesi değil darülharp olarak kabul ediyorlar!
-Dini nikah işin bahanesi. Öncelikle nikahın dini ve resmi olarak ayrılamayacağını öğretmemiz gerek. Diyanet de bazı merdiven altı gruplar da bunu bir bahane ve para kazanma amacı olarak gördüler. Bu din anlayışının temelinde kız çocuklarının ve kadının ikinci bir varlık konumunda olması ve iradelerinin yok sayılmasıdır.
-Eğer biz bu gençlerimize sahip çıkamazsak çocukların iki yolları var. Ya deizm ve ateizme kayacaklar ya da IŞİD, El-Kaide gibi dini gruplara veya bunların Türkiye versiyonlarına katılacaktır!
-Kadınların eğitimi konusunda Taliban’ın gerekçelerinin benzerleri son zamanlarda çok sık zikredilir oldu. Karma eğitime karşı çıkılması, kadınları her fakültede okumamaları gerektiği, fakülte müfredatlarının şeriat dışı olması gibi. Bazı ilahiyatlarda kız erkek sınıfları ayrıldı ve hatta kantinlerin ayrılması bile konuşuldu!
Afganistan ve İran’a bakın sonra ülkemize!
Bir ilahiyat profesörünün ağzından Selefiliğin, Taliban’ın ülkemizdeki yükselişini, güç kazanmasını okudunuz…
-İşte gerici, şeriatçı kuşatma budur!
Örnekleriyle anlatmaya çalışayım: Afganistan’da önce kız çocuklarının ilköğretim görmesi, ardından kadınların üniversiteye gitmesi engellendi… Hemen ardından radikal İslamcı Taliban bu kez “örtünme kurallarına uyulmadığı” iddiasıyla insani yardım kurumlarında kadın çalışan istemediğini açıkladı. Bu karar tepki gösteren üç STK’nın çalışmaları askıya alındı. Bu arada Taliban sözcüsü Süheyl Şahin’in kızının Katar’da okuduğu ortaya çıktı, iyi mi! Bu ikiyüzlülüğün onlarca belki yüzlerce Türkiye örneğini, bilmem anımsadınız mı?
İran’da, saçları görünüyor diye gözaltına alınan ve işkenceyle öldürülen Mahsa Amini için başlatılan protestolar aylardır sürüyor. Buna karşılık rejimin verdiği idam cezaları da gündemde. Birkaç gencecik insan idam edildi bile. Dini lider Hamaney’in yeğenleri, Mahmud Muradhani ile kızkardeşi Feride Muradhani hapishanede açlık grevine başladılar!
Gelelim Türkiye’ye; yalnızca yukarıdaki iki örnek değil, İslam ülkelerinin büyük çoğunluğunda devam eden baskılar, müslüman ülkelerin en zenginlerinin dahi özgürlükler ve yaşam şartlarında en dipte bulunduğu, kadın ve kız çocuklarının adeta köle ya da hapishane hayatı yaşadığı apaçık ortadayken, ülkemizde cemaat ve tarikatlar “devlet içinde devlet” edasıyla ortalıkta fink atıyorlar!
Prof. Maraş’ın uyarılarını iyice okuyun hatta özümseyin lütfen. Kadınların cumhuriyet sayesinde kazandıkları hakları, kulluktan yurttaşlığa geçişini, ülkemizin İslam dünyası ile arasındaki 100 yıllık açık ara farkı düşünün. Şayet birlik olmazsak, oylarımızı korumazsak gideceğimiz yer ancak Taliban/Selefi çukuru olacaktır. O zaman ağlamak, sızlanmak da işe yaramaz.
–Çünkü iş işten geçmiş olacaktır!
Ümit Zileli
27 Aralık 2022