DOLAR 34,5461 0.18%
EURO 35,9923 -0.67%
ALTIN 3.004,301,44
BITCOIN 34202101,65%
İstanbul
15°

AÇIK

06:23

İMSAK'A KALAN SÜRE

Rıza Kesemen

Rıza Kesemen

03 Mayıs 2024 Cuma

YÜKSEK FARKINDALIK

0

BEĞENDİM

ABONE OL

İnsan kendi “farkındalık” seviyesini yükselttikçe bilinçaltı nın diğer boyutlar ile daha yoğun bir iletişim
içinde olduğu artık bilinen bir gerçektir. Yani insanın bilinçaltı her hali ile, var olduğunu bildiğimiz diğer
boyutlar ile devamlı olarak iletişim halindedir fakat bu durumu ancak “farkındalık düzeyi yüksek”
insanlar anlayabilirler.
Yani yakın zamana kadar, insanın kader -yazgı çizgisinin “Mantıksal akıl” diye bildiğimiz bilinç üstünün
şekillendirdiği, oluşturduğu düşünülürken aslında bu çizginin gerçekleşme sürecinde, düşünce
hissetme, duygulanma ve sezme entegrasyonunun, yani bütünleme ve toparlama işlevinin baş
yönlendiricisinin “bilinçaltı” olduğu artık bilinmektedir.
Bilinçüstü, düşüncelerimizin temelini oluştursa bile, aslında insanın kaderi ve yazgısını belirleyen ve
oluşturan bilinçaltıdır.
Kuantum sezgi yansıması bize derki; insanın var oluş veya yaradılma nedeni her ne ise insan o yönde
iç güdüsel olarak arzu, istek, iç huzur, mutluluk hisseder ve bütün bu hissettiklerimizi kendi özgür
irademiz ile iç dünyamızda kendimizin isteği ile arzuladığı özgür düşünceler olarak biliriz ve bu
isteklerin gerçekleşmesi için de teker teker planlar yapar, çabalar dururuz.
Fakat, malesef bu doğru değildir. İşin gerçeği, tersidir; bizim yaşadığımız zamana göre uzak geçmiş ya
da uzak gelecek bir zaman diliminde kitlesel anlamda derin enerji frekansına sahip bir olay
düşünülmüştür yada bizim yaşadığımız zamana göre söylersek, düşünülecektir ve bu düşünce her ne
ise o olay fotoğrafı olarak kesinlikle gerçekleşecek hayat bulacaktır, fakat bu düşüncenin olay olarak
gerçekleşebilmesi için bizim gibi bazı insanlara ihtiyaç vardır, ve herkezin sahnede oynaması, gereken
bir rol vardır, Başka bir değişle; uzak geçmiş veya uzak gelecek bir zaman diliminde yüksek enerji
frekansına sahip bir olay düşünülmüştür, bu düşüncenin olay fotoğrafı haline dönüşebilmesi için
gerekli olan bir rol vardır ve bu rolu oynaması içinde biri yada birileri gereklidir, işte bu rolü oynamak
benim, bizim yaratılış nedenimiz yazgımızdır ve bu rol için o biri olarak dünyaya gelmişizdir, o biri,
benimdir sensindir. işte bu bizim yaşama nedenimizdir.
Örnek olarak; bir arı dünyaya doğar, yaşadığı süre içerisinde çiçeklerin aşılanmasını sağlamak için
çiçeklerden polen toplar, bir yandan da bu polenler ile bal yapar, bu görevler arı türünün var olma
nedenidir, tek bir birey arıyı ele alalım, bu görevi yerine getirirken dünyaya gelme nedenin bu
olduğunun farkındamıdır? elbette hayır, mümkün değil. istediği kadar üstün zekalı bir arı olsun bunu
bilemez. ama o tek tek birey arılar bu görevi ölene kadar içinden gelen özgür iradesiyle (birey olarak
arının özgür iradesi de bu sınırlar içerisindedir) arzu ve istekle yaparlar. doğadaki bütün canlılar
yaşama nedeni olarak bu örneği verebilirsiniz.
Yukarıda bahsettiğimiz düşünce kuranda ayet olarak geçen “OL”dedi gercekleşti “OLDU”. ol ile oldu
arası Allah boyutunda aslında aynı “AN” iken bizim yaşadığımız boyutta enerjinin titreşim frekansının
düşük olmasından dolayı “ZAMAN” olarak karşımıza çıkar ve bu da bizlerin yaşadığı hayattır. işte bu
süreçte gideceğimiz yol arı örneğinde olduğu kadarıyla bizim özgür irademize bağlıdır. Kuantum
potansiyeller içinden “OLDU” olay fotoğrafına giderken seçilecek bir çok yol vardır. haliyle bu yollardan
birini özgür irademiz ile biz kendimize hayat yolu olarak seçeriz. Eğer bu yolda yani diğer değişle
yaşadığımız hayatta, yaşadığımız olaylar karşısında seçimlerimizi sonuçta olması gereken fotoğrafa
göre yanlış yapmışsak, yani istenmeyen yanlış yolu seçmişsek, fotoğrafın dışına çıkmaya çalışmışız
demektir, bilinçaltımız bunu bilecek ve bize iç huzursuzluğu, mutsuzluğu, iç rahatsızlığı verecektir,
ama eğer belli olan fotoğrafa giden doğru yolu seçmişsek, yani yolun sonu gidilmesi gereken doğru
son ise, gene bilinçaltımız bunu bilecek ve bize iç huzur, mutluluk verecektir. Arı örneğine dönersek,
arı bal yaptığı sürece iç huzuru olacaktır, yapmadığı zaman huzursuz, mutsuz olacaktır ama balı kendi
özgür iradesi ile isteyerek yapacaktır. Yaşayacağımız son bellidir, yolu ise kuantum potansiyeller
içinden bir tanesini seçeceğiz ve belli olan sonuca gideceğiz biz bu yolda ya doğru yolu seçip mutlu
oluruz yada yanlış yolu seçip mutsuz oluruz.
76/İNSÂN (DEHR)-3: İnnâ hedeynâhus sebîle immâ şâkiren ve immâ kefûrâ (kefûren).
Muhakkak ki Biz, onu (Allah’a ulaştıran) yola hidayet ettik. Fakat o, ya (Allah’a ulaşmayı diler)
şükreden olur, ya da (Allah’a ulaşmayı dilemez) küfreden olur.
İşte: Kuran da yazan bu ayet yaşamın gerçeğidir.
Ama, fakat biz yukarıda detaylı anlattığımız yolda hayatımızı yaşarken bir yandan da derin
düşüncelerimiz ile kuantum potansiyeller içerisinden seçimler yaparak bize göre geçmişteki veya
gelecekteki olay fotoğrafını oluştururuz. Yukarıda bahsettiğimiz “ Bütüncül Farkındalık” yani ileri
düzeydeki derin farkındalık işte tam bu aşamada çok önem kazanmaktadır.
öncelikle bir anlam ile oluşan bir düşünceyi bizim algımıza göre geçmiş yada gelecekte yaşanan bir
olay fotografına dönüştürmek konusunda dört ayrı eylem gerekir. derin düşünmek, -hissetmek, –
duygulanmak ve -sezmektir. Yukarida yazdığım gibi geçmiş veya gelecekte yazgı çizgimizle ilgili arzu
ettiğimiz olayların hepsi, her şeyde olduğu gibi bir “düşünce” ile başlar. ve bu düşüncenin anlam
kazandığı yerin ise kesinlikle bilinçüstü olduğunu bilmeliyiz. İncil’ de yer alan “önce söz vardı”

cümlesinin açılımı, yaşamın var oluşunun bile bir düşünce ile başladığıdır. Ama bu düşüncenin aynı
zamanda bizim var oluş yaradılış nedenimiz olduğunuda unutmamalıyız.
Önemli olan bilinçüstümüzün bilinçaltımız ile uyumlu bir iletişim içinde olması ve iç dünyamızda
arzuladığımız yazgı çizgimizin; kişisel yeteneklere, yerindeliğe ve yeterliliğe uygun olmasıdır. Eğer
sözünü ettiğimiz uyumluluk hali yok ise kişi, her ne kadar kendini bilinçüstünde yeterli görsede bilinçaltı
bu iki ayrı bilinç düzeyinin entegrasyonuna, engel olacaktır ve kişi hayatında mutsuz, huzursuz
olacaktır.
Aslında mutluluk ile huzur belki bize anlam olarak yakın gelse bile aslında çok farklı anlamları vardır.
Mutluluk kendiliğinden ortaya çıkar ve bu sadece insanın kendisinden daha büyük bir davaya
bağlanmasıyla veya insanın kendisi dışında bir insana tesliminin yan etkisi olarak gerçekleşir. Mutluluk
bir yan etkidir ve kendiliğinden ortaya çıkar. Huzur ise insanda yaşamış olduğu bir olay sonunda iç
hesaplaşması sonucu doğan bir duygudur. Bu duyguların günlük yaşanan ego tatminine dayanan
duygular ile karışması kaçınılmazdır.
Ancak unutulmaması gereken, diğer bir yönden mutluluğun kişinin sahip olduğu inanç düzeyine de
bağlı olduğudur. yukarıda bahsettiğim gibi; insan bir neden/ sebep uğruna yaratılmıştır bu sebep;
zamanın olmadığı bilinçaltı boyutunda oluşmuş olan düşüncenin (OL) emrinin (OLDU) olarak
cevabıdır. yani hangi duruma ol denilmişse o olacaktır bu kaçınılmazdır. çünkü “OL” ile “OLDU” o
boyutta aynı “AN” dır.
Benim bu yazdığım dinlerde kader/ alın yazısı diye anılır ve kabul edilerek, iman edilmesi istenir,
kuranda “lehf-i mahfuz” diye geçer işte bu kadere iman etmek / kabul etmek yaşanacaklardan huzurlu
olmaktır, bir anlamda gelen her olayı ya da yaşanan her olayı olgunlukla karşılayıp Allah böyle yazmış
diyerek teslim olmak iman etmektir zaten “islam” kelimesinin anlamıda “teslim” demektir. İşte bu kabul,
insanı mutlu ve huzurlu edecektir. Tasavvuf temelde bu mantık üzerine kurulmuştur, tüm dinlerin
mantığı budur. bu sistemi içine sindirerek uygulayan insana ise “kâmil insan” “muhlis kul” denir.
Dinlerdeki “cennet” “cehennem” mantığı yine bu temel üzerine kurulmuştur. “vicdan” diye bildiğimiz
kelime her insanda var olan bir histir ve halk arasındaki anlamı “acıma”, “empati” demektir, aslında bu
kelime yaşama nedenimiz olan görevimizin bilinçüstünde farkında olmadan düşünceden (OL) gerçeğe
(OLDU) dönmesinin bilinç altında oluşturduğu huzurdur, yani yukarıda bahsettigimiz “iç huzur” bir
anlamda “vicdan” demektir. halk arasinda “vicdan” olarak geçen bu kelime bir anlamda “iç ses” dir,
nereden geldiğini bilmeyiz fakat herzaman hepimizde vardır. İnsan vicdanı ile olaylara karar vererek
yaşarsa huzurlu olacaktır. Bu durum dinlerde öldükten sonra “cennet” ile ödüllendirilir. İnsanın huzurlu
yaşamasının anahtarı budur. Diğer yönden tersi “cehennem” ise insanın vicdanını dinlemeyerek kulak
vermeyerek “ego” su ile yani devamlı olarak dış dünyanın etkisi altında kalan bilinçüstünün etkisinde
hareket etmesi sonucu yaptığı eylemlerde hissedilen iç huzursuzluktur,
Sonuç olarak: bizlere anlatıldığı gibi “cennet”, “cehennem” diye bir yer yoktur ve öyle bir yerlerde bizim
için mükafat veya ceza yoktur her yer ve her mükafat veya ceza bizim bilinçaltı dediğimiz yerdedir. İşte
bu herkezden saklanan, gizlenen gerçektir,
Yüksek farkındalık seviyesine ulaşan insan bunu bilen/ hisseden insandır, dolayısıyla mutluluğun ve
mutsuzluğun kendi elinde olduğunu dışarıdan herhangi birinin veya birilerinin onu mutlu veya mutsuz
etmeyeceğinin bilincindedir. yüksek farkındalık sahibi insan; hayatın aslında dışarıda değil kendi
beyninin içinde olduğunu bilerek yaşamaktadır;
İnsan dünyası; bilinçaltı ile bilinçüstünün çatışması yada uyuşmasının dışa vurumu şeklinde devam
eder bazen biri kazanır bazen diğeri, insan bazen huzurlu olur bazen huzursuz.
Anlatılanları birde kuantum bakış açısıyla tekrarlarsak; bir insanın veya bir gurup insanın veya tüm
insanlığın bilinç altının tek olarak veya beraberce oluşturduğu düşünce veya düşünceler derin
yönlendirme ile, elekto magnetik morfik alan içinde zamanın olmadığı titreşim frekansında “AN” olarak
kendiliğinden bir olay fotoğrafına dönüşecektir, işte oluşan bu derin düşüncenin olay fotoğrafı haline
dönüşebilmesi/ somutlaşabilmesi için bizim bireyler olarak yerine getirmemiz gereken görev aynı
zamanda biz insanların gerçek yaratılış nedenidir. Bahsettiğim bu ilk düşünce ve/ veya olay fotoğrafı
bize göre geçmişte veya gelecekte oluşarak gene bize göre geçmişi veya geleceği etkileyebilir, aslında
morfik alanda iki durumda aynıdır. çünkü dediğimiz gibi üst boyutta zaman yoktur, zaman bizim
bulunduğumuz boyutta var olan bir kavramdır. Zaman olmayan bir ortamda gelecekte oluşmuş bir
düşüncenin geçmişte olay fotoğrafına dönüşmesi ile, geçmişte oluşmuş bir düşüncenin gelecekte bir
olay fotoğrafı haline dönüşmesi arasında hiç bir fark yoktur, olamazda. Bizler torunlarımızın
torunlarının düşündüklerini günümüzde olay fotoğrafı halinde yaşıyor olabiliriz ve bu da çok normaldir
çünkü baba, anne, dede, torun gibi kavramlarda gene bize göre bizim boyutumuza ait kavramlardır
elektro magnetik morfik alan tektir bilgi tektir, her birey insan bu alana radyo örneğinde olduğu gibi tüm
vücudundaki kapılar (çakra) ile bağlanır ve yapması gereken görevi yapar, görevi bitincede radyonun
fişi çekildiği gibi, insanında alan ile bağlantısı kopar yok olur kimlik, kişilik, ego, benlik gibi kavramlar
bu dünyaya ait kavramlardır elektro magnetik alanda bu tip duygular ilişkiler, şan, şöhret, meslek, aile,

arkadaş veya bağlar yoktur. Bahsettiğimiz yani yaşadığımız görevimizi yerine getirmek yolunda ki
olaylar gene önce düşünce sonra olay fotografı/ fotoğraf kareleri şeklinde birbiri ardı sıra olarak
yaşanır, işte bu birbiri ardı sıra yaşanan karelere bizler “zaman” isimini veririz. aslında bizim
boyutumuzda akan yada geçen bir zaman yoktur sadece birbiri ardına, oluşan fotoğraf kareleri vardır,
bu kareler ise önce ve sonra diye dizilir. Bizlerin derin düşünceleri aslında enerjidir ve bu enerji elektro
magnetik morfik alanda derinliğine göre “İZ” oluşturur, bu “İZ” aynı zamanda düşüncenin olay olarak
gerçekleşmesi anlamına gelir yukarıda da bahsettiğim gibi morfik alanda düşünce ile somut olay arası
“AN” dır, biz bu aranın açılımını, genişlemesini “ZAMAN” olarak yaşarız. bize göre bu zamanın
uzunluğu veya kısalığı, gerçekleşmesi veya gerçekleşmemesi düşüncenin derinliği ile orantılıdır. yani
tek kişinin derin bir düşüncesi bize göre 3 ay geleceğe veya geçmişe etki edecektir eğer o sürede
gerçekleşemiyorsa bunun sebebi sizin düşüncenizin sığlaşmasıdır yani azalmasıdır, bu şu anlama
gelir: sizin yapmış olduğunuz istekleriniz hakkında “hadi canım nereden olacak olmaz öyle şey” yada
“nasılsa olmaz” diye düşündüğünüz zaman, o düşünce derinliğini kaybedecektir.
İNCİL Mar 11:22-23 Doğrusu size derim ki her kim şu dağa, ‘Yerinden kalk, denize atıl’ dese
–yüreğinde de kuşkuya düşmezse ve söylediği her şeyin olacağına iman etse– dileği yerine gelecektir.
İNCİL Mar 11:22-24 Bu nedenle size diyorum ki, üzerinde dua ettiğiniz ve dilediğiniz her şeyi
aldığınıza iman edin. Dileğiniz yerine gelecektir.
İNCİL Mar 11:22-25 Duaya durduğunuzda, herhangi birine karşı bir şeyiniz varsa onu bağışlayın ki
göklerdeki Babanız da suçlarınızı sizlere bağışlasın.”
aileniz ile ürettiğiniz bir istek daha fazla kişi ile ortak düşünce olduğu için daha derin olacaktır ve gene
bize göre daha uzun süreye etki edecektir. bu örneği arkadaş gurupları, etnik guruplar milletler ve
tabiki insanlığın tamamı olarak düşünebilirsiniz. doğal olarak etnik bir gurubun köklü düşüncesi daha
fazla enerji üreteceği için morfik alan içinde daha derin iz bırakacaktır ve daha uzun süreçli bir olay
fotoğrafı oluşturacaktır.
Tabi benim bu yazdığım “düşünce” yi her zaman istek anlamında anlamayın “korku” da bir düşüncedir.
elektro magnetik alanda duygu yoktur düşünceyi gerçekleştirme vardır sizin istediğiniz yada
istemediğiniz olarak ayırt edilmez istemediğiniz bir şeyide çok düşünürseniz tutku haline getirirseniz
sistem onu da emir kabul edip gerçekleştirmeye çalışacaktır.
“olay fotoğrafı” mana olarak ne demektir? ; fotoğraflar aynı filim şeritlerinde olduğu gibi bir şeritin
üzerindeki fotoğraf karelerine benzerdir ve her karede bir olay vardır bu karelerin üzerindeki olayların
süreleri olmaz bize göre kısada olabilir uzunda, aynı seyrettiğimiz filimler gibidir. herşey düşünce ile
başlar, sonra gelişmesi ve sonucu olur, mesela markete gidip herhangi bir şey almanız eve getirmeniz
bir olaydır, burada başlangıç marketten birşey almak istemektir, gidip almanız gelişmedir eve
getirmeniz sonuçtur. üniversite imtihanına girmeyi düşünmeniz başlangıçtır okul süreniz gelişmedir
diploma almanız sonuçtur, yaşadığınız her olayı bu şekilde değerlendirebilirsiniz işte bu sisteme “olay
fotoğrafı”; denir,
bizler “ol dedi oldu” cümlesinin “oldu” kısmının gerçekleşebilmesi için “nedensellik” oluşturan
varlıklarız. çünkü kainatta hiçbir olay nedensiz olmaz. önce düşünce, sonra neden ve sonuç olarak
olaylar olur sıralama bu şekildedir. düşünce ve sonuç bir üst boyutta birbiri arkasına gelen olay
fotoğraflarıdır bizim bulunduğumuz boyutta ise nedensellik oluşur. İşte bu nedensellik oluşabilmesi için
bazen bizim aklımızın yetmediği bazı durumlar olabilir biz bu gibi durumlara tesadüf, şans, rastlantı
diye isim veririz ama bu kelimelerin yüklendiği manaların hiçbiri yaşam çizgisinde yoktur. her an hatta
saniye bile planlıdır hesaplıdır. hayatta / sistemin içinde hiç bir şey tesadüfen olmaz. rastlantı, şans
diye bir şey yoktur, olamaz da. Yukarıda yazdığım gibi, morfik alanda her insan için oluşan
bilinçaltında “vicdan” ile “ego” nun çatısması vardır, bu her insan için geçerlidir, dünya da bu çatışmayı
yaşamayan hiçbir insan yoktur. Bu çatışmayı yaşayan insan eğer vicdanı ile hareket ederse işler
yolunda demektir rastlantı veya tesadüf katkıları ile işler devamlı yolunda gidecektir. tam tersi ise eğer
insan hayatında dış etkenlerin verdiği ego ile hareket ediyorsa şansızlık veya aksilikler ile yolu
kesilecektir fakat biz bu mesajları eğer yüksek farkındalığa sahipsek çözümleyip yorumlayabiliriz.
önemli olan “farkındalık” seviyesidir. seçim sizindir bu hayatı ya mutlu yada mutsuz yaşayacaksınız
ama farkındalık sahibi olarak mutlu yaşamanız tabi ki tercihiniz olmalıdır ama bilmeniz gereken
kesinlikle yaşanacak olan sonuçları değiştiremezsiniz. sonuç zaten vardır, çünkü düşünülmüştür yani
“ol” denmiştir ve olmalıdır.
Yukarıda yazdıklarım aslında henüz daha tam olarak anlaşılamamış bir konudur nedeni ise biz
insanların konunun bire bir içinde yer almamızdandır, yani bir yerde insanoğlu kendi kendine, kendisini
keşfetmeye çalışmaktadır. bu çok zor bir durumdur. elektro magnetik morfik alan tüm evreni kapsayan
bir enerji titreşim okyanusunun adıdır, bu enerji okyanusu sayısını hiç kimsenin bilemiyecegi kadar
farklı seviyede titreşim frekansına sahiptir ve bilgi saklayabilen bir yapıdadır.
Aslında dünyamız Dev bir Mıknatıs gibidir. Bir Mıknatısın etrafındaki Elektro Manyetik Alan gibi
Dünyamızın da etrafında onu komple saran muazzam bir Manyetik Alan bulunmaktadır. Bu Dev

Elektro Manyetik Alan, Dünyanın içindeki Magma tabakasının hareketlerinden doğan Elektriksel
Güçten ve Tüm Dünya Maddesinin atomik titreşiminden kaynaklanmaktadır. Yerin Manyetik Gücü,
Kuzey kutup ile Güney Kutup arasında yay şeklindeki Dev dalgalar halinde Dünyanın çevresine yayılır.
Dev Elektro Manyetik Ağ, Dünyadan uzaklaştıkça zayıflar. Yeryüzünü bir bulut gibi kaplayan bu alanı
biz hissetmeyiz. yani balık suda yaşar ama suyu hissetmez bilmez. bu alan içinde bulunan her farklı
seviyede ki titreşim frekansı bir canlı türünün bilincini, bilgisini barındırmaktadır ve tüm enerji yani
enerjinin tüm titreşim frekansları ile tamamı tek bir bilinçtir. güneşe baktığınız zaman tek bir renk
parlak ışık görürsünüz fakat araya cam koyupta yansıttığınız zaman birçok renk tayfına sahiptir, bu
örnek konumuz ile uyumludur. bilinç tektir akıl tektir, fakat enerji frekanslarının titreşim seviyeleri pek
çoktur. ve her bir titreşim seviyesi aralığında tek olan bilincin farklı bir açılımı vardır. bilincin tamamı
veya sizin titreşim aralığınızın dışındaki titreşimler diğer türlere kapalıdır. yasak değildir ama size
verilen bedensel duyu organlarının ayarları diğer titreşim seviyelerinin şifresini çözerek algılamaz.
elektro magnetik morfik alan bilgisine sahip, derin farkındalığın önemini bilen bir kişi için; kendi
bilinçaltının diğer tüm canlılar ile birlikte aynı yere bağlı olarak bilgi alışverişinde bulunması, tüm canlı
türlerinin aynı bilgi merkezinden yönetilmesi, tüm canlı varlıkların yaratılma amacının bir akıl tarafından
düşünülerek belirlenmesi, kainatta “TEK” liğin açıklanabilmesi için çok önemlidir. teklik ise benliğin
tersidir yani tekliğin olduğu yerde benlikten bahsetmek saçmalıktır,
o halde “BEN” lik kavramı doğum ile gelen ölüm ile giden bir kandırmacadan ibarettir, oysa biz
insanların herşeyi tüm hayatları “ben” lik üzerine kuruludur. bu bir açmazdır. tanıdığınız karşılaş tığınız
hemen hemen herkez gün içinde defalarca “ben” der, benliğini kabul ettirmek için savaşır, kimi zaman
kazanır kimi zaman kaybeder ama hiçbir zaman bu savaştan vaz geçmez, vaz geçemez oysa insan
her “ben” dediği zaman karşısında “sen” oluştumaktadır, fakat bunu bilerek değil doğaçlama olarak
yapar, aslında insanın bedeni içinde “ben” “benim” kavramını besleyip büyüten “ego” dur. ego, insanın
yaşadığı her olay karşısında devreye girer ve o kişiye hayaller, sözler, planlar, geçmişin hesaplaşması,
vaatler, korunma içgüdüsü, gelecek kaygısı, kaybetme korkusu gibi daha birçok duygu ve korkular
verir.
Egonun beslendiği üç ana damar vardır: Sahip olma, Haklı çıkma ve Üstün olma duygusu. Bu üç
duygunun getirisi ve götürüsü ise korku ve sevgidir, insanın yaşamını cehenneme çeviren işte bu
duygulardır. İnsan ömrü boyunca sahip olmak, üstün olmak ve haklı çıkma adına çalışır, didinir durur,
ve bu süreç içinde korkar, sever, veya tersini yaşar, Sonunda sahip olmanın da üstün olmanın da haklı
olmanın da birer yalan olduğunu görür. yaşadığı süreçte bunlara öylesine odaklanır ki hayatın diğer
lezzetlerini, güzelliklerini kaçırır. Örneğin sahip olma duygularından olan mal mülk, para, çocuk, eş,
arkadaş, dost, meslek, şöhret sadece insanın bir zannıdır. tüm hayatını bunlara sahip olmak için
çabalar, eğer elde edebilirse bu seferde kaybedecegim diye korkar sonunda İnsan bunlara sahip
olduğunu zanneder. Hâlbuki insan, sahip olduğunu zannettiği her şeyin esiri olmuştur. Bu
esaretlerinden kurtulup Allah’a yüzünü dönemez. islam olamaz, teslim olamaz, Artık kendinin ve
çevresindekilerin nefsini memnun edeceğim diye çırpınıp durur. Çünkü egosu beğenilmeyi ve takdir
edilmeyi arzular. Sahip olma duygusu, ‘‘ben’’i besleyen en kuvvetli damarlardan biridir, İnsanın
bebekliğinde başlayan “benim” duygusunun düşüncesi, ömrü boyunca devam eder. Hiçbir şeyin
kendisinin olmadığını anladığında ise iş işten geçmiş olur. Kâinatta sadece bir sahip vardır; o da
Yaradan’dır. Yani bir tane ev sahibi vardır, gerisi misafirdir. Kendini ev sahibi zanneden bütün
misafirler, hayatlarının son anlarında gerçeği anlarlar ki; yanılmışlardır, dünya yaşantısı onları
kandırmıştır. Sahip olma duygusuyla insan uzun, derin planlar yapar, hayaller kurar. Uzun hayaller
kurmakla oyalanıp dururken bir de bakar ki sonsuz zannettiği dünya yaşamı sonlanmış.
Olaya başka bir bakış açısı ile bakarsak eğer, Allaha kul olmak ne demek? diye sormamız gerekir;
Allah’ın varlığı yanısıra kendine ait bir varlığının olmaması bilinci ile “BEN” liksiz yaşamak demektir.
insanlar, “BEN VARIM” düşüncesine yani sahiplik duygusuna, kendisini öylesine kaptırmıştır ki
vazgeçemez. Oysa “BEN YOKUM” bilinci ile yaşayabilen insan, koruyacak bir varlığı, sahiplik
duygusu, kaybetme korkusu olmadan “Özgür” yani “KUL” olmanın konforuna ulaşır. kişi, gerçeğin
farkına varıp, aslında sahiplenecek hiçbir şeyinin olmadığını idrak edip, “BEN” diyerek sahiplendiği tüm
yükünü, gerçek sahibine bırakıp, yapabileceği nin en iyisini yaptıktan sonra, dünyasında ortaya
çıkacak sonucun, kendisi için, en “İYİ”, en hayırlı olan, olduğuna kesin inanarak, iman ederek,
kendisini hayatın akışına bıraktığında, gerçek anlamda “TESLİM” = İslam olduğunda, artık bir “HİÇ” tir.
hiç olan birinin de bilincinde, sahiplenecek, kaygı duyacak, korkacak, ne malı, ne canı, ne şanı, ne
şöhreti, ne geçmişi, ne geleceği yani hiç bir şeyi yoktur. işte O kişi “AN” nı yaşayarak cenneti
yaşamaktadır. kuranda bu kişiye “muhlis kul” denir. ve kuran’da şeytan bile muhlis kuluna hiçbir şey
yapamayacağını söyler.
15/HİCR-39: (İblis şöyle) dedi: “Rabbim, beni azdırmandan dolayı, onlara mutlaka yeryüzünde
(azgınlığı) süsleyeceğim ve mutlaka onların hepsini azdıracağım.
15/HİCR-40: Ancak onlardan muhlis olan kulların müstesna.

12/YÛSUF-24: Ve andolsun ki; (kadın) onu arzuladı. Eğer Rabbinin delilini görmeseydi, o (Yusuf A.S)
da onu arzulamıştı. İşte böylece onu kötülükten ve fuhuştan uzaklaştırırız. Muhakkak ki; o muhlis
kullarımızdandır.
37/SÂFFÂT-71: Andolsun ki, onlardan önce, evvelkilerin çoğu(da) dalâlette idiler.
37/SÂFFÂT-72: Ve andolsun ki, onlara nezirler (uyarıcılar) gönderdik. 37/SÂFFÂT-73: O zaman uyarılanların akıbetleri nasıl oldu, bak!
37/SÂFFÂT-74: Ancak Allah’ın muhlis kulları hariç.