16 Kasım 2024 Cumartesi
Günaydın eş-dost ve arkadaşlar,
Benim ilk kitabım OLHA’dan, pazar neşesi olabilecek bir hikayeyi, ikinci baskı niyetine paylaşmak istedim…
Okumayanların canı, okuyanların gözleri sağolsun
Aile ve akrabadaki her er kişi denizci olunca ; Rize’li delikanlı liseden sonra denizcilik mesleğini seçmişti.
Levent, Ortaköy’de Yüksek Denizcilik Okulunun kapısından içeri girdiğinde henüz 70’li yılların ortasıydı.
Anne ve babası ile birlikte yaşadığı Fatih Karagümrük’teki mahallede, Levent’in beğendiği ama henüz açılmadığı çok güzel bir kız vardı.
Aslında Zehra’nında ilgisi vardı bu genç yakışıklı denizciye.
Kaçamak gözgöze gelmeler merhabalara, oradanda nasılsınlı tebessümlere her ikisininde gönlü olunca çabucak dönülmüştü.
Artık haftasonları Levent denizci üniforması ile, Zehra melekler gibi beyaz elbisesi içinde el ele, kah SultanAhmet ‘te kah Gülhane Parkında ve hatta Çamlıca’ da beraber aşkı öğreniyor yaşıyorlardı.
Hafta içi o kadar uzun geliyordu ki Zehra ‘ya, bazen sevdiğinin hasretine dayanamıyor, Levent’ in yatılı kaldığı Ortaköy’deki Denizcilik Okuluna onu görmeye gidiyor ve her defasında sevdiceğinin tatlı yakınmalarını dinliyor çipil çipil gülerken :
– Zehra, buraya gelmen iyi güzel ama bak burası hep erkeklerin olduğu okul… Zaten eteğinde birazcık kısa, vallahi çok kıskanıyorum, diyordu aşkitosu)))
Ama hınzırın acayipte hoşuna gidiyordu böyle kelebek gibi bir kız tarafından sevilmesi ve önemsenmesi.
Her iki genç arasındaki ilişki ciddiyete doğru koşar adım ilerliyordu.
Zehra, annesinin tek evladı, kızıydı. Anne melek yüzlü yavrusunun hayırlı bir yuva kurmasını ve iyi bir eş bulmasını çok arzu ediyordu. Ana yüreği hissediyordu ; Levent’te Allah için pırlanta gibi bir kısmetti…
Levent birazcık endişeliydi aslında. Valide sultan acaba bu İstanbul kızına olan sevgisini, sevdasını kabullenecekmiydi!!!
Annesi tamam derse, geniş ailesinde herkes el mecbur karşı çıkamazdı.
Günlerden havanın bahara döndüğü, güneşin yaşama sevinci verdiği, kuşların cıvıldadığı, ıhlamur ağaçlarının kokusunun İstanbul sokaklarında mis gibi dolaştığı bir umutlu zamanda, Levent annesinin karşısına oturdu evin güllerle bezenmiş bahçesinde ..
— Anneciğim
— Söööle uşağum
Levent elini arka cebine attı, cüzdanını çekti ve Zehra’nın resmini çıkardı…
—- Anne bak müstakbel gelinine
Valide sultan resmi eline aldı, uzun uzun baktı, döndü oğluna :
—- Anlat bakayum, bu kiz kimlerdendur?
İşte can alıcı soru geldi ; yumuşak bir geçiş yapmalı.
—- Anne, bizim oralardan, Rize’li haa
Resimde gördüğü çok güzel gelin adayının birde memleketlisi olması müstakbel kayınvalidenin keyfini yerine getirdi, adeta şakıdı…
—- Uyyyy kurban olayum kaşina gozina, Uşağum nereden buldun bu güzel kizu))))
Levent, iyi bir başlangıç yapayım derken eline yüzüne bulaştırabileceğini anladı, o an U dönüşü yapmaya karar verdi
—- Anacığım ; hem yüzü hemde huyu çok güzel bu kızın. Ama demin şaka yaptım, arka sokakta oturuyor Zehra, İstanbul kızıdır….
Cevap Efsane :
—–Orospi… Düşsin oğlimin yakasından… Görürsem döveceğum oni
Çok kırıldı Levent, bu tepkiyi, böylesine sert beklemiyordu. Ama zaman herşeye deva olurdu, sevdası çok büyüktü…
Annesine rağmen vazgeçmeyecekti
Artık okulun sonlarına yaklaşılıyordu, gelecek yıl mezuniyet vardı… Ve aşk İstanbul sokaklarında doludizgin devam ediyordu…
Bir gün yine ELELE Levent ve Zehra semtlerine yakın yürüyorlardı. Genç denizci, bagajı açık bir arabaya, elindeki torbaları yükleyen dayısını gördü…
—- Aaaaa, Dayım merhaba, nasılsın?
—- Oooo Levent oğlum merhaba… Alışveriş yaptım biraz, ne güzel tesadüf)))
Sonra, kafasını Zehra’ya döndürdü dayı bey
—- Kim bu hanım kız yeğenim???
—- Dayıcığım sana bahsetmiştim yaaa; İnşallah gelininiz olacak yakında…. Zehram….
Dayı Bey, ablasının şiddetle karşı çıktığı kızın bu olduğunu anlayınca, Levent’te kaş göz ile bir şeyler anlatmaya başladı, sus işareti yaptı ve bagajı açık arabasının arkasını kafası ile gösteriyordu…
Levent ve Zehra garip davranan dayı bey’in hareketlerine anlam veremediler…. Taaa ki ; açık duran bagaj kapağının görmelerine engel olduğu arka koltukta oturan Valide sultanın kapıyı açıp, aşağıya inmeye davranması ile durumu ancak o an çözdüler…
Ayan beyan, koca Karadeniz kadınının, ilk defa gördüğü Zehra’dan dolayı tansiyonun tavan yapması yanaklarına hızlıca basan kan renginden belli oluyordu.
Levent bildiği bütün duaları içinden okumaya, Allah’a yalvarmaya başladı. ” ne olur anacığım, ne olur kıyameti koparma”
Ancak, aniden bozan hava gibi, boran gibi geldi haykırması teyzemizin…
—-Ulaaaaaa…. Şirfunti, birak oğlumin eluni, ahlaksuz kari tuş yakasundan evladumin…
Ablasının hiddetini gayet iyi bilen dayı bey her ne kadar sakinleştirmeye yeltensede, teyzemiz arabanın bagajında köşede duran keseri kaşla göz arasında kaptı ve önde Zehramız, arkada Valide sultan küfürün bini bir para, Levent ile dayı onların peşinde, muhtemel bir felaketin önüne geçmek için yalvarıyorlar…
Zehra kız, can havli ile bir apartmana girdi, bağıra çağıra ağlarken kapıyı kapattı kilit kilit üstüne.
Levent ile dayı o apartmanın önünde teyzemizi güç bela yakaladılar.
Kalbi Zehrasında, annesinin koluna girdi iki ara bir dere oğlumuz ve yalvar yakar dayı beyin arabasına geri dönmeye ikna etti…
Aradan bir hafta kadar geçti. Zehra her zaman neşe ile uğradığı Denizcilik Okuluna ağlamaklı şiş gözlerle geldi bu sefer, çağırttı aşkını kapıya ve Levent ‘e çabucak konuştu
—– Bir şekilde bu akşam mahalleye gel, annem seninle konuşmak istiyor…
—– Tamam Zehra, sizde olacağım…
Konuşma kısa ve öz geçti… Zehra’ nın annesi üzgün ama kendinden emin bir şekilde Levent’te hitap etti.
— Bak oğlum, biz seni sevdik… Sen çok iyisin, çok düzgün bir adamsın… Ancak artık bu son olaydan sonra, annenden ötürü, kızım ile bir araya gelmeniz doğru olmayacak.
Ben görüşmenize bundan sonra izin vermiyorum. Zehra, kızım sen odana, Levent oğlum sende yoluna GİT ((((
Ve üç yıllık aşk, iki annenin kararı ile bıçak gibi bitti…
(rivayet o; Zehra annesi ile başka şehire göç etti)
Hikayenin bu şekilde sona erdiğini sanıyorsunuz değil mi?
Hayır efendim FİNALİMİZ var…
ON BEŞ YIL SONRA
——————————–
Rize’li Levent evli ; hemde annesinin çok istediği akrabalarından bir kızla… İki evlatları var, büyük oğlan on ve Ufaklık Prenses 5 yaşında…
Hafta sonu, topluca yenilen bir akşam yemeği :
Levent, değerli eşi, iki evladı, VALİDE SULTAN, Beybaba, Dayı Bey, onun eşi Yenge Hanım falan, kalabalık bir masa ve sohbet devam ediyor.
Bu arada, küçük kız kendi başına oynuyor, beş yaşın verdiği merakla, muziplikle her yeri karıştırıyor.
Komodinin alt gözünde, eski evraklar, incik boncuk, köşeye kenara ne atılmışsa var, bit pazarı gibi tam panayır yeri…
Ufaklık, sessiz sessiz sondaja devam ediyor…
Masada, o yıl çay hasılatı aileye ne gelir bırakacak, yada Rize ‘de O RUS (lar) BU bizim adam(LAR)ı aman yoldan çıkarmasun muhabbetin dönerken, UFAKLIK KOMİDİNDE BULDUĞU BİR RESİM ELİNDE MASAYA GELDİ…
—–Babaaaa bu fotoğrafta yanındaki güzel abla kim? Sendede ne güzel beyaz elbiseler var
Bir anda masaya sessiz bir yıldırım düşüyor, çoooook eski bir hatıranın belki elde kalan tek delili, umulmadık bir anda ufaklığın marifetiyle çekmece gözünün en ücra köşesinde bulunuyor ve hiç hesapta yokken ve olmaması gereken bir zamanda ortaya çıkıyor.
Levent’in atmaya kıyamadığı son resim bu Zehrası ile..
Evlatları ile her zaman şefkatle sakin konuşan Levent belki ilk defa kızıyor kızına..
—- Gittttt, o resmi nereden aldıysan yerine koy ve karıştırma her yeri bir daha…
Ufaklık, beklemediği bu tepki ile komodine doğru köskös yürürken, MASANIN SESSİZLİĞİNDE, AMAN DUYULMASIN BAABINDAN SÖYLENEN, AMA ASLINDA HERKES DUYSUN DİYE AĞIZDAN ÇIKAN valide sultan ‘ın MIRILDANMASI, HAVADA KOŞUVERDİ özellikle gelininin KULAKLARINA
—- Keşke o guzel kiz gelinim olsaymiş…..
Erhan Şengül
09.05.2020
Istanbul