18 Mayıs 2025 Pazar
Günaydın dostlarım arkadaşlarım;
Uzun bir süredir, aşk meşk işleri hakkında yazı paylaşmamışım.
Eski bir hikaye…
Gerçek Aşkın ne olduğunu sorgulatacak, ihanet mi yoksa hayatı öğrenmek adına ödediğin bedel mi, bunları düşündürtecek veya hüzünlü bir son mu siz karar verin.
Pazara yakışır…
Bilmem kaçıncı baskı, tekrara düşenler bağışlasın…
Okumayanların canı okuyanların gözleri sağolsun
NOT: Resim o senelere ait, bir Denizci gecesinden kalma… Ne Gençmişim yahu
RUSLANA ABLA’NIN AŞKI
Biliyormusun, nasılım o yıllarda ATEŞİM
Sanırsın, bütün deryaların PAŞASIYIM
Yaş otuz ama, koca bir geminin BAŞIYIM
90’lı senelerin, son bir kaç yılı. Çok yeni bir gemi ile her ay üç gün Gürcistan Poti limanında kalıyoruz.
Alt tarafı yirmi yılı biraz aşmış ama o günlerde Poti ikinci dünya savaşından henüz çıkmış Rusya’sı gibi, fakir, zavallı, elektrik geceleri yok, sokaklar toz toprak, kasvet heryerde, Siyah hakim kasabada ve ruhlarda…
Şarap ve peynir alabileceğimiz semt pazarını saymazsak, tek eğlencemiz var ve gıcırtılı tahta merdivenlerinden çıkıp kapısını açtığımızda, yine tahta bir hakimiyetin yaşandığı ; Komünist Rusya’nın dağılmasından miras, geceleri gittiğimiz gemici barındayız her daim…
Tabii ki Votka, lezzetli Gürcü konyak ve Şarabı, bira, ayrıca pek nadir bulunan Viski ile beraber, tahta masalarda oturan, sayıları bir elin parmaklarını bulmayan Gürcü hanımlarla içtiğimiz ve elbette ufak tefek buseler; ve hatta başka bir gemiden aslında aynı kaderi yaşadığımız herhangi bir gemiciyle yarenlik etti diye, dün gece şişenin dibine birlikte ulaştığımız kızları kıskandığımız geceler…
O kadar sarhoş gemici oralarda dolaşırken ; Yunanlı, Filipinli, Hırvat, Türk, Rus ve bin milletten adam ve bu adamlar sert hırçın karakterleri ile denizin içinde his Mankurtu olmuşken hiç olay çıkmaz, tartışma dahi görülmezdi.
Bunun tek nedeni vardı : RUSLANA ABLA…
Barın ardında herdaim 50 kiloyu geçmeyen hali ama tüm heybeti ile durur, ince sinirli dudakları, yüzünde yılların yaşanmış kırışıklığı, beneklerin üstünde yer almaya başladığı zayıf elleri ile, sessiz vakur ve işini bilen insanların özgüveni eşliğinde içkileri verir ve devamlı keserdi sağı solu.
Mekanı ne kollayan bir Gürcü adam, nede çevrede Polis vardı.
Çünkü. O ( sonradan öğrendim) 35 yıldır yani 1962 yılından beri oranın herşeyiydi…
En kalabalık gecesi otuz kişi olan bu gemici barı, Poti’deki biz gemicilerin tek yeriydi ve tanı tanıma, içeri adımını atan her gemici Ruslana Abla’nın otoritesini dibine kadar hissederdi…
İşte bu Ruslana Abla, her ay oraya mutlaka giden beni çok sevdi…. Durun, durun yanlış anlaşılmasın ; benim yaş o zaman 30 falan, abla 60 civarı ve beni kardeş gibi, oğul gibi, kollanası bir dost gibi sevdi…
Dingin bir pazar gecesi, içerideki gemici sayısı bir elin parmaklarına ulaşmazken ve sakinlik Poti’nin en ıssız sokağında gibi sessizken, dört aydır düzenli mekana gelen, müşteriden çok oranın sahibi gibi barda votkamı mezesiz yuvarlıyorum.
Belki, gecenin sonunda, gemiye dönmeden önce, daha önceki aylarda herhangi bir gecede olduğu gibi, Balalayka eşliğinde neşeli bir müzik ve biz Ruslana Abla ile dans edeceğiz herkes el çırparken…
” Erhan ” dedi Abla, biraz konuşalım mı?
Acaba, benim personelden birisi ayıpmı etmişti dün gece, veya birkaç aydır flört ettiğim Mziya benimi şikayet etmişti Ablaya!!!!
Konuşma dilimiz İngilizce olması değildi neden; gözlerimin telaşesinden paniğimi anladı yılların Barwolf’u)))
-yok yok Erhan, kızmadım herhangi bir şey için. Sadece uzun zamandır hiç kimseye anlatamadığım bir hikayeyi konuşmak istiyorum seninle…
50 gramlık shut vodkayı diktim kafaya ve manevra dikkati ile dinlemeye başladım Ruslana ablayı.
– Burada çalışmaya başladım genç bir kadınken… Evliyim o zaman, oğlum dört ve kızım iki yaşında… Kocamın işi limanda… Bende akşamüstü bara geliyor, kocamın annesi, çocuklara bakarken ben gece onbir gibi eve dönüyordum
Mutluyum… Ne ister zaten bir kadın… Güzelim o yıllarda… Dürüst ve beni çok seven bir kocam, iki tane çocuğumuz var… Geçiniyoruz rahatça..
— Taaa ki şu kapıdan o girene kadar…
” Erhan ilk görüşte aşka inanırmısın!!!
-Zaten duymuştuk Erhan ; makinesi arızalanan bir Bulgar gemisi, fırtınada son anda poti limanına girmiş, batmaktan, ölmekten ramak kala kurtulmuşlardı… Tamirleri iki ay belki daha uzun sürecekmiş.
—Kapı açıldı, içeri girdi… O geminin Baş Mühendisi Hristo idi. Gemici barına gelen herhangi bir denizciydi… Ancak bir türlü gözlerim uzaklaşamıyordu ondan… O ilk bakış var ya; biz ikimizde biliyorduk, işte o ilk bakışta ne o denizciydi ve nede ben barmen… Biz daha konuşmadan birşeydik…
–Barda oturdu ve günlerce, aylarca sürecek yarenliğimiz başladı. Birinci, gece, üçüncü gece, beşinci gece derken zaten birbirimizin hayatının içine girmeye başlamıştık….
Tabii ki biliyordu evli ve iki güzel çocuk annesi olduğumu… Ve her zaman saygıyla ayrılıyordu gecenin sonunda bardan…
Ama Allah biliyor ya ; o kapıdan gemiye dönmek için çıkarken, kalbim onunla gidiyordu. Çünkü, biliyorumdum ki onun kalbide benim yanımdaydı, eve gelince ve usulca kocamın olduğu yatağa kıvrıldığımda dahi…
Hristo’yu tanımadan önce, çocuklarımı büyükannelerine bırakıp akşamları işe gitmek çok üzüyordu beni… Ama onu göreceğimi bildiğim her akşam, bar yolunda uçacak gibiydim.
— Erhan, parmaklar dahi birbirine değmemişken iki insan bu kadar birbirini sevebilir mi!!!
Birbirimizin gözlerinde kayboluyor ve dakikaların her akşam koşarcasına ilerlemesinden gece çabuk biteceğinden nefret ediyorduk.
Poti küçük bir yer o zaman ( 60’lı yılların ortası), bardaki kızlar, evlerinde Ruslana her gece bir Bulgar ile saatlerce sohbet ediyor diye konuşunca ; bizim sen söyle umutsuz, ben diyeyim imkansız aşkımız, daha Hristo ile bunun için birbirimize dahi açılmamışken, Poti’de büyümeye başlamıştı bile.
Onbeşinci gün gibi, annem ” kim bu Hristo ” dediğinde anladım küçük kasabaya iyice konu olduğumuzu…
Madem öyle dedim…
— Sen gençsin Erhan ; bilirmisin o zor kararı vermek nasıl üzer insanı ve tutkuların seni yenmesini!!!!
Gecenin sonunda, barda çalışan kızlardan Anna’yı taksiyle bizim eve yolladım.
” eve gelemiyeceğimi, çünkü hasta olan, ateşi çıkan kızkardeşim Oksana ‘nın yanında kalacağımı’ ‘ haber verdi Anna kocama…
Madem Poti, Ruslana ile Hristo’ yu konuşmak istiyordu, buyursunlar gerçekkeri dedikodu etsinler.
Evet ; O gece Oksana ‘da kaldım yanımda Hristom ile beraber.
Ben onu ve o beni seviyor, biz mutluluğu yeni baştan keşfediyorduk.
Ancak, haftada bir tekrarlanan bu tutku gecelerinin sabahında, bulduğum garip yalanlar nedeniyle utanç duyar, kocam Andrei’ nin gözlerine bakmaktan üzüntü hissederdim.
Ama, O çocukların huzurlu uyuduğunu, yemeklerini yediklerini anlatır ve artık hakiki olan Poti’ nin dedikoduları ayyuka çıkmışken, nedeni o zaman bilmediğim bir aymazlık ile havadan sudan konuşurdu ve her zaman saygısını göstererek bana.
Artık Hristo ile birlikte kuracağımız yeni hayatımızı konuşuyor ve gelecek için kararlar alıyorduk.
Geminin tamirinde sona yaklaşılmıştı ve artık fütursuzca birlikte kaldığımız gecelerin sayısı artmıştı.
O, gemiyle Bulgaristan’a dönecek, gemiden ayrılacak, ailesi ile benim hakkımda konuşacak, bana ve iki çocuğuma bilet yollayacak ve ben evlatlarım ile birlikte Bulgaristan ‘a yeni hayatıma gidecektim.
Artık hiç bir şey umurumda değildi. Varsın, Poti ardımdan davul çalsın.
Tamir bitti, ayrılık günü geldi, boğazım düğüm düğüm, Hristom gidiyor bu gece.
Ancak iyi düşünmek gerek, üç dört ay sonra, konuştuğumuz gibi artık herdaim birlikte olacağız ve söz verdim ona kocamla aynı yatağı paylaşmayacağım…
Gitti….
On gün, bitmek bilmeyen on gün, sonra şükürler olsun ilk mektubu ulaştı…. Yarın bir yeni mektup, iki gün sonra bir tane daha…
Allah ‘ım nasıl seviyor beni ve anlatıyor her satırda özlemesini.
Bende yazıyorum hergün ve anlatıyorum ona sevdamı ve inanmasını istiyorum sadakatime, kocamla aynı evde iki yabancı gibi yaşarken…
Umutsuz olmama neden hiç bir şey yok. Saf ve temiz bir sevdanın içinde uçuyorum.
Günler haftaları kovalarken mektuplar ilkönce iki üç günde bir, sonra biraz daha seyrekleşmeye başladı.
Ayrılığımızın dördüncü ayında, artık on gündür habersiz kalmak telaşlanmama nedenim olmuştu
Arada bir iki kısa mektup geldi…
Allah’ım Hristo ‘mu koru… Acaba sağlığımı kötü, başka bir derdimi var!!! Endişe ediyorum çok… Hemde ağlıyorum gizlice.
Gün geldi, artık hiç mektup yoktu. Lütfen ona birşey olmasın, dayanamam…
Sakin bir akşamüstü, ayrılığımızın altıncı ay’ı… tek derdim kaygım onun sağlığı üstüne. Yoksa sevdasının, sevdamdan farkının olmadığını bilecek kadar kendisinden eminim.
Barın kapısı açıldı…. Ohhh, nefesim kesildi… Ben bu gelen adamı tanıyorum… Onun gemisinin ikinci kaptanı…
—- Erhan, koşarak uçmak nedir bilirmisin sen!!!!
İstem dışı, gözlerimde umut, hızlıca yanına geldim adamın.
” nerede Hristo, ne oldu ona”
Gözbebekleri şaşkınlığını gösterirken, kelimeler çıkmadı ağzından, kitlendi kaldı adam.
‘ ‘söyle be adam’ ‘ diye haykırdım
Biraz daha durdu ve sözcükler döküldü ağzından ikinci kaptanın
‘ ‘ Hristo artık bizim gemide çalışmıyor, sana haber vermedimi?’ ‘
‘ ‘ neyi haber vermedimi?’ ‘
Cevabı beklediğim saniyeler yıl gibiydi, kalbim yerinden çıkarcasına çarparken…
Bulgar ikinci kaptan, bir felaketin haberdarı olacağının yeni farkına vararak fısıldadı :
” HRİSTO BİR BULGAR KIZIYLA İKİ AY ÖNCE EVLENDİ ”
Evet Erhan, intihar edenlere kızamam ben… Çünkü iki çocuğum nedendir, o günlerde bunu yapamadıysam…
Kendime gelmem, kendimi bulmam aylar aldı.
VE BİLİYORMUSUN ASLINDA BEN ONDAN SONRA ÖĞRENDİM GERÇEK SEVMENİN NE OLDUĞUNU…
Soru, merak dolu bakışlarımı görünce BARWOLF devam etti…
—-Erhan ; bütün Poti beni konuşurken, ben bazı geceler evime gelmezken, hatta aylarca onunla yatağımı ayırmış ve başka bir adamın hayali ile yanar tutuşurken, bana RUSLANA NEDEN, demeyen, sormayan, kızmayan ve hatta UMUTSUZCA BENİ BEKLEYEN KOCAM ANDREI’NİN AŞKI SEVDASI GERÇEKTİ.
ONUN SEVGİSİ, SEVDİĞİNİN MUTLU OLMASI ÜZERİNE KURULUYDU…
BU OLAYDAN SONRA, HEP ONA MİNNETTAR KALDIM, SADIK KALDIM, AŞIK KALDIM…
Ruslana ‘nın güzel yeşil gözlerinde sadece bir defa gözyaşı gördüm… O GECE İDİ…
Yani 1997 yılı, Kasım ayının 25. gününde…
Yani Andrei’ nin birinci ölüm yıldönümünde…
Erhan Şengül
Atlantik Okyanusu
Mayıs 2020
Kherson, Ukrayna…
2013 yılının bahar ayları…
Daha hâlen orta yaştayım ve hatta az şişmanım
Keyfim gıcır çünkü akşam için, randevuyu kopartmışım sarışın afetten.
— ama dedi, arkadaşımla gelirim, çünkü Anna hem ingilizce biliyor, hem de ilk defa bir Türk ile buluşacağım, tek gelmek istemiyorum…
— Tabii ki Irina dedim, bu daha uygun olur…
Taksi ile evlerinin önüne vardığım zaman, birisi sarışın, diğeri kızıl iki hanımefendi beni bekliyordu.
First impression, harikalar…
— Ben dedim, ümit ederim geç kalmamışımdır
— yok yok dediler, şimdi çıkmıştık dışarıya
Kapılarını açtım, bindiler arabaya.
Araba bahar koktu
İkisi de Fransız kökenli marka bir güzellik merkezinde çalışan, iş arkadaşları…
Kherson’un iyi mekanlarından birisine geldik, oturduk.
Siparişler verildi ;ortaya gelen mezeler, klass bir votkaya eşlik ediyor.
Benim kırık dökük Rusça bildiğimden haberleri yok yaa; hakkımda yaptıkları iyi dedikoduyu dinlemek hoşuma gidiyor.
Her yudumlanan votkadan sonra, kahkahalar, her kahkahadan sonra
—- “Aşkolsun, madem Rusça biliyordun neden söylemedin”cilveleri…
Ve Anna gitmek için ayağa kalktı…
—Artık gitme vakti, çocuğum evde yalnız,asıl önemlisi siz ben olmadan da anlaşırsınız.
Mekanın önünde bekleyen taksilerden birisine, teşekkürler eşliğinde kızıl afeti bindirdim…
Güzel İra ile buluşmalarım bir kaç aydır devam ediyor, herşey iyi gidiyordu
Taaaa ki!!!
İra:
— Erhan dedi, biz liseli flört değiliz.
Ciddimisin benimle!!!
Hem, kızım artık büyüdü ve ben yeniden Anne olmak istiyorum.
Fakat soru sormuyor, ya böyle olur yada yine böyle olur tavrıyla emrediyor güzel sultan.
— Tamam İra dedim, söyleyeceğim kararımı
Bu İra’yı sondan bir önceki görüşüm oldu.
Ne bir daha aradım, nede yokluğunu hissettim.
Keşke, o kadar yüksek perdeden emrivaki yapmasaydı bana…
Tam altı ay sonra, Kherson’da, süpermarket te alışveriş yapıyorum yanımda birisi ile.
Sözleşsen olmaz…
İra ile burun buruna geldik.
Tek kelime konuşmadık.
İra’nın o kötü şaşkınlık halini hiç unutmayacağım…
Çünkü…
Çünkü yanımda elimi tutmuş, afilli afilli yürüyen kız, Kızıl Afet Anna’ydı
Evet, ben kötü bir insanım
Erhan Şengül
10.05.2025
Lisbon Portekiz
Resim, bu sabah çekildi; 06:30 Lisbon Açıkları
Biraz gencim, bekarım ve maceracıyım o yıllarda ve hatta şişman bile değilim
Her fırsatta, uçağa atlar Donetsk havalimanına varır,( o yıllarda Ukrayna, şimdi Rusya) oradan 120 km uzakta ki Mariupol’a bir taksi ile geçerdim…
Aylardan Ocak, hava 15 derece ama -15
Buz, kar, uçsuz bucaksız soğuk her yerde.
Otel’de kalmak yerine, ev kiralamak daha çok işime geliyordu.
Bir kaç gündür, internetten yazıştığım Yulia Hanımefendi’ye
—– Güzel kız, ben bu sabah vardım Mariupol’a , mesajını attım
—– İnanamıyorum Erhan, geleceksin dediğinde şaka yapıyorsun sandım..
—– yok yok, biz Türk’ler dürüst insanlarız, dediğimizi yaparız… Buluşalım mı bu gece?
—– Bilmiyorum ki , havada çok soğuk
—– Yulia’cığım, seni gördüğüm de, eminim benim içimde ilkbahar rüzgârları esecek , adresini ver, seni evden alayım ve güzel bir restaurant’a gidelim
Hiç tanımadığı bir insana, herhalde adresini vermek istemedi.
——- yok yok gerek yok… Kız arkadaşlarım söyledi, yeni bir restaurant açılmış, saat akşam 7 gibi orada buluşalım…ismi ARARAT… Taksiciler bilir, Ulitsa Metalurgov 3
—– tamam güzel kız, saat 7 gibi ARARAT restaurant’ta olacağım…
Bu Ararat neydi yahu?
Ağrı Dağı falan, Bir şeyler hatırlıyorum ama her neyse gidince anlarız…
Sinek kaydı traş, köpüklü banyo, olmazsa olmaz palto ve takım elbise, kış mevsimi , beyaz gömlek yakışmaz, giy laciverti ve davidoff parfümüm her yerde,
Saat akşam altı buçuk gibi,ışıklı tabelası ile tenha bir yere açılmış ARARAT Restaurant’ın önündeyim…
Birazcık erken gelme amacım, canlı müziğe yakın iyi bir masa ayarlamak mekanda….
Kapıyı açtım, Vestiyerin önünden geçtim, Aman Allah’ım dışarıdaki ıssızlığa nispet, içerisi tıklım tıklım…
Ortalığı şöyle bir süzerken ( Allah’ım bu kadar güzel bir kız nassı bir arada olur, öldüm ve cennette hurilere bakıyorumda , öldüğümden haberim mi yok) arkamdan bir ses duydum;
Şef Garson olduğu her halinden belli:
—— Buyrun?
—— Aaaaa iyi akşamlar, iki kişilik bir masa istiyorum
—— çok özür dilerim, bu gece Restaurant’ımız özel bir şirket yemeği nedeniyle başka müşterilere kapalı,
Lütfen yarın misafirimiz olun
—–Offf, bu çok kötü, kız arkadaşımla burada buluşacaktım
—- çok özür dilerim, yapabileceğim birşey yok
Köskös mekanın bahçesine çıktım ve hava eksi 20 ile dans ediyor…
Yulia’yı soğukta beklemek varmış kaderde…
Mekanın kapısı açıldı ve benden daha genç bir adam , pürüzsüz bir İngilizce ile
—–Merhaba, nerelisiniz? dedi
Bu soruyu soran herkese verdiğim klasik cevabımı yineledim.
—– i am from İstanbul Turkey
—– aaaaa dedi adam, siz Ermeni Restaurant’ımıza gelen bu şehirde ki ilk Türk’sünüz herhalde, ve devam etti: sizi Ermeni sandım gerçekten, Şef Garson söyledi, galiba bir arkadaşınızı bekliyormuşsunuz, ben bu restaurant’ın işletmecisiyim…
Buyrun üşümeyin, barda oturun, arkadaşınız gelene kadar…
Şövenistliğim ufak tefek bir kaç ayrıntı hariç hiç yoktur….
Hele hele, New York’ta Üniversite bitirmiş bu yarı Amerika’lı Ermeni kardeş için, soğuk hava ve belde kar için kapris mi yapacağım!!!
—- çok teşekkür ederim, Yulia gelene kadar o zaman barda bekleyeyim…
İçeri girdik, oturdum barda ki tahta tabureye…
Ayıp olur baabından, kafam barmene dönük ve gözlerim Canlı Shanson müziğin ritminde pistte dans eden, soğuğa inat giydikleri mini etekli güzel Ukrayna’lı kızlara bakmayı red ediyor.
Bir iki dakika sonra, beni içeri davet eden centilmen , yarı Amerika’lı yarı Ermeni ama Ukrayna menşeili kardeş yanımda ki tabureye oturdu :
—– siz Türk’ler, dedi, pek bizim gibi votka içemezsiniz
Biraz yerme, biraz küçümseme mi var ne bu cümlede ve bakışlarda!!!!
—- yooooook, dedim votkayı gerektiğinde gerektiği kadar içeriz
Gözlerini kısarak, küçük bir tebessümle:
—– içelim mi o zaman biraz beraber, dedi
—– zevkle kardeşim, dedim
Mekanın patronu, barmen’den Rusça Nimirnof Leks şişesini( konik)istedi buzdolabından ve yanında iki shut bardağı birlikte…
Kapağı açtı, ilk 50’şer gramları doldurdu bardaklara …
—– dazdarovya, dedi ve diktik kafaya…
Yanında ne meyva suyu, ne ağıza atılacak bir parça peynir var
Yan gözle baktı bana
—– iyimisin, dedi?
—– halen soğuk burası, dedim
Kahkaha attı:
—– o zaman ısınalım, dedi ve daha iki dakika olmadan ikinci 50 gramlık shut’ları yuvarladık…
Bildiğin, şövenist Ermeni kardeş votka ile meydan okuyordu, bendenize efendim üçüncü shut’lar mideye inerken…
Umutla baktı bana, ona dur diyeceğimi sanarak, ama hain kedi Şerafettin kıvamında gülüşümle dördüncü shut için onayı verdim…
Beşinci shut’ları daha bara oturalı 20 dakika olmadan yuvarlamıştık….
Keşke bir parça ekmek olaydı…
Yirmi dakikada beş shut içmek,
Zaten başlı başına olaydı)))
Bara yakın masalarda oturanlar, merakla bize bakıyor, fısıldaşıyor, kısa sürede tüketilen yarım litre votkanın devamı olacak mı diye bıdır bıdır aralarında konuşuyorlardı…
Meydan okumasının buralara varacağını düşünmeyen , atıyorum adı Tigran Efendi, altıncı shut’ları doldururken, bir umut geri adım atarım diye bana bakıyordu…
Cevabım shut bardağım ona doğru uzanırken
—— Dazdarovya, oldu…
Artık garsonlar çevremizde, barmen pür dikkat, hele hele o Ukrayna’lı kızlar nassı mavi gözleriyle bakıyor bize, değil 6 , yeminle 16 olsa yıkılmam hissediyorum…
Tigran Efendi yedinci shut’ları doldururken
—- are you sure ( eminmisin) dedi?
—- hundred percent (%100) dedim
Yedinciler boğazdan boş mideye inerken,
Boğazdan lodosta geçen boş gemi gibi Sallandık hem o, hemde ben…
Gözlerini kapattı,
Kafasını bara dayadı,
Yanakları kırmızı,
Alnında pıtırcık ter taneleri;
Eeeee hadi Tigran Efendi…
Şişeyi ilk defa ben elime aldım, sekizinci shut’ları doldurdum …
—– Buyur, dedim
—– hmnıohhhhh, diye inledi
Tek başıma yuvarladım, son shut’ı…
Tabureden kalktım, kenarda duran Paltomu elime aldım…
Tigran’ın omuzuna dokundum ve o tarihi cümleyi söyledim
—– Benim adım Cemil ulennnn
Yulia üç beş dakika sonra, taksiyle geldi, bahçede eksi yirmide, ben ateş gibi yanarken karşıladım onu…
Gece nassı bitti hiç sormayın, hatırlıyorsam namerdim)))
Erhan Şengül
17.07.2023
Meksika Körfezi
Müge Anlı’nın en sadık izleyicilerinden birisiyim…
İzinde olduğum zaman, sezonluk YouTube üzerinden bilgisayarıma yükler, Okyanus seyirlerinde peşpeşe her günü atlamadan seyrederim…
Yıllar içinde, öyle ilginç olaylar gördüm ki; yok yahu bundan daha beterini izleyemem diye düşünmüşümdür.
Sapıklığın, ağır sapıklığa terfi ettiğini, dolandırıcılığın telefon modeli gibi, kademe kademe yükseldiğini, katilliğin canilikten, ağır caniliğe tırmandığını her seferinde şaşkınlık sınırımı aşarak görmüşümdür..
Denizcilik her geçen gün aynı Müge’deki gibi beni kötü yönde dumura uğratmaya devam ediyor artık…
İki yıl önce, Amerika’da Houston ve Mobile Alabama limanlarında o kadar çok stres yaşadım ki, bundan beterini göremem artık demiştim…
Gemi nihayet o acayip limanlardan kurtulduğunda, beş no’lu ambar kapağının üstünde sevinçten halay çekmeye yeltenmiştim ruhumun özgürlüğü kutlama coşkusundan.
Bugün, Fildişi Sahilleri Abidjan limanından, nihayet ayrıldık, Casablanca’ya doğru yola çıktık…
Şükür namazımı kılayım, iki duble ile mi yaşadığımız berbatlıkları uğurlayayım, karar veremedim…
Berbatlığın nirvanasını yaşadım bu son 20 günde
Kocaman bir çember düşünün; gemi bu çemberin tam ortasında duruyor.
Çemberin etrafında dkilenlerin hepsi gemiden nemalanmak için gemiadamına saldırıyor
Kimmi bunlar :
Armatör
Gümrük
Shipchandler
Broker
Acenta
Denizci Aileleri
Ofis elemanları
Charterer
Isps savsatası
Pasaport Polisi
Bayrak Devleti
Class Kuruluşu
Port State Kontrol
Ambar Sörveyleri
Marpol
Imo
Solas
Mlc
Liman Başkanlıkları
Aklınıza kim geliyorsa ekleyin bu çemberin etrafına…
Sonuçta İşletmeler ; başarısızlıklarını, hatalarını Geminin üstüne yıkmak için, her türlü alavere dalavere konularında üstad olmuş insanları gördükçe, aklım artık kesinlikle inanmaya başladım…
En iyi Ofis adamı, ölü ofis adamıdır.
Kendisi Denizci ve Ruhu Denizci olarak kalan her yüce yüreğe selam olsun
Erhan Şengül
06.04.2025
Abidjan – Fildişi Sahilleri
Not: Şükür namazını başka bir gün kılarım inşallah
Bugün buralarda yirminci gün…
Bir ihtimal yarın akşam kurtulacağım bu gayya kuyusundan …
İlkönce hava sıcaklığından bahsedeyim; ortalama günlük veri 34 diyorlar…
Ama hissedilen; nefes alamıyorum hali…
Bazı internet siteleri 43, bazısı 45 derece yazıyor. ama bana göre cehennem sıcağı..
Gemide klima da tamiri kısa sürede imkansız bozuldu mu sana…
Aman Allahım sabahlar olmasın durumu…
RatGuard : Türkçe meali, Farelik, Halatlarla gemiyi bağladığımız zaman, limanda ki fareler halatlardan gemiye tırmanmasın diye taktığımız bir aparat…
İcat edenden Allah Razı olsun…
Çünkü Abidjan limanının içinde fink atan abartısız söylüyorum binlerce fareye fare demek günah kardeşim…
Kedi onlar kedi…
Gemiye girebilseler, isyan çıkartır namussuzlar…
Birkaç üst seviye semtini saymazsak, şehirin her yerine sinmiş, atık sularını akıta akıta geçen çöp kamyonunun kokusu var…
Bir de, şehirin kanalizasyon alt yapısı, yarı açık olduğu için, koku körü değilseniz, o lağım aromasını her yerde duyarsınız…
Allahım Yarabbim, lağım kokan Paris mi olur!!!!
Yetmişli yıllarda Lübnan iç savaşından kaçarak buraya yerleşen Lübnan’lılar
Artık dünyanın her yerinde görmeye aşina olduğumuz Çin’liler
Afrika’nın kaymağını götüren Avrupa’lılar, özellikle Belçika ve Fransızlar kendilerine kalburüstü bir hayat kurdukları siteler içinde koloniler halinde yaşıyorlar.
Uçurum bir hayat var bu ülkede…
Yüz dolara asgari ücretle çalışan nüfusun büyük bir kısmı, toplu taşımaya dahi binemeden otobanlarda dahi kervan kervan işine yürüyerek giderken, AVM’de üç kişi macburger menüye 50 usd veriyorsunuz.
Rüşvet burada hayatın gerçeği…
İki Fildişi Sahili limanında, toplam 4000 usd civarı Kaptan Kasasından kolaylık adı altında para dağıttım.
Vermesem ne olur…
Geminin ve benim başım bir şekilde belaya girer…
Bu kadar negatif hikâyeden sonra, yok mu iyi birşeyler bu ülkede!!!!
Olmaz olur mu)))
Kaju çok ucuz ve lezzetli
Rihanna edasıyla fink atan, figure ve yüz güzelliği efsane olan, manken boylarında bir sürü afet var bu ülkede…
Irkçı değilseniz çıkın çıkın gelin
Erhan Şengül
04.04.2025
Abidjan-Fildişi Sahilleri
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.