16 Kasım 2024 Cumartesi
İKİ ESKİ DENİZ KURDU BİR ARADA…
İKİ DEFA BERABER ÇALIŞMAK NASİP OLDU…
ALLAH’IN HAKKI ÜÇ’TÜR))))
BAŞ MÜHENDİS, ERİNÇ ABİ.
RESİM; BEN COVİD’E YAKALANMADAN BİR KAÇ GÜN ÖNCE, GALVESTON LİMANINDA ÇEKİLMİŞTİ….
Yabancı dilde konuşmak büyük maharet, Allah bu yeteneği yarım yamalak nasip etmiş bana… (Ehh tembelliğimizde cabası)…
Meslekte yetecek kadar İngilizce, ve 400 kelime civarı Rusçam ile bugüne kadar aç ve açıkta kalmadım)))
Ekvator Guayaquil yoğun bakımda yatıyorum… Covid canıma ot tıkamış, entube edilmişim, yemek borumdan oksijen ciğerlere rahat gitsin diye delik açılmış, komadan çıkmışım ama halen, ölüm – hayat çizgisinde bir o yana bir bu yana göz kırpıyorum… Kritik günler, saatler, hatta dakikalar…
Nefes almak, konuşmak mesele… Ağzımdan tek kelime çıkarmak için 9 takla atıyorum…
Her zaman saygı ile hatırlayacağım, yoğun bakım doktorlarından birisini işaretle durdurdum…
Tarzanca derdimi anlattım kendisine…
Kısacası durumum ne yaşayabilecekmiyim diye sordum..
Yatağımın kenarında ayakta, ellerini havaya kaldırdı, başını şöyle bir yukarı çevirdi ve DİOS dedi
Eyvah eyvah işimiz ALLAH’A kalmış diye düşündüm… Şimdi sen bittin oğlum Erhan)))
Sonra Dios’un Allah demek olduğunu bilmeden, farkına varmadan öğrenmenin uygulamalı örneğini gördüğümü anladım.
Yoğun bakımdan çıktıktan sonra, cep telefonum elime geçtiğinde ilk işim emin olmak için Dios’un anlamına bakmak oldu))))
Evet Dios, İspanyolca Allah demekti…
Hayattayım, Manevi desteklerini o günlerde benden esirgemeyen herkesten DIOS RAZI OLSUN
GUAYAQUIL ECUADOR
4 MART 2021 (komadan çıktıktan üç hafta sonra)
ERHAN ŞENGÜL
Halen; Denizcilere saygı duyulan senelerdi…
Miço ‘dan, Kaptan’a , her gidilen ülke ve liman da, ” ben denizciyim” demek değerli bir kartvizitti…
Gıpta edilen insanlardık…
Ne ofis insanları ego’lu delilerdi, ne de liman otoriteleri gerçek teröristlerdi…
Çok ama çok genç yaşta Gemi Kaptanı oldum…
Karadeniz’de bir liman ( Odessa-Chernomorsk), duyduk ki, Armatör gemiyi ziyarete edecek…
Hoşgeldi sefa geldi…
Ağırladık…
—- Kaptan dedi, bu akşam yemeği, dışarıda beraber yiyelim
—- Tabii ki, dedim
Beraber yedik
Çok kafayı çektik.
Ve hâlen votka içmeyi
Bilmediğim zamanlar.
Bildiğin sarhoş oldum.
Limana girmesi serbest,
Sayılı taksikerden birisini çağırttık…
Arka koltuğa kaykıldım…
Sızdım,
Kaldım…
— Süvari Bey, dedi birisi… Gemiye geldik…
Koca Armatör, Sarhoş Kaptanı uyandırıyor…
— Teşekkür ederim, dedim…
Kaykıldığım yerden, doğruldum, taksinin kapısını açtım, geminin merdivenlerinden yukarı çıktım…
Yarın sabah oldu…
Kahve içerken Armatör geldi salona…
Günaydın faslından sonra
—- Süvari Bey, dedi…
Eyvah fırça gelecek…
—– Buyrun, Bey’im, dedim
—– Sen dedi, dün gece Kaptan’lık nedir bana öğrettin…
—- Anlayamadım efendim!!!
—- Küfeliktin…
Gemiden iki veya üç kişi seni karga tulumba, kamarana taşıyacak sandım…
Sen, geminin merdivenlerini gördüğün an; ayıldın, dibek gibi yürüdün, merdivenlerden en ufacık yalpalamadan çıktın, ve hatta nöbetçi Zabite ” halatlar boş vira edin, bir de trim az balast gitmez, postayı 3 no’lu ambara alın, talimatı verdin…
Döndün bana, bir de” iyi geceler ” dedin
Küfelik bir insan, nasıl bir anda kendine gelir, herşeyi görür, sonrada sabah bu saatte tril tril ayakta olur!!!
Övgü mü anlamadım ama, kızmadığı belli)))
—- Sağolun efendim, dedim ortaya karışık…
Samsun limanında, güzel bir restaurant’ta tek başına kafayı çekiyorum…
Küfelik olma çağını çoktan geçtim…
Ama, bir kaç saat sonra gemiye döndüğümde , yine dibek gibi çıkacağım o merdivenlerden…
Çünkü; onca saçma kurallara, onca deli ofis adamlarına karşın, ben Bayrağı bana veren, teslim eden Büyüklerime sevgiden saygıdan, bu bayrağı taşıyabilecek GENÇ DENİZCILERE ÖRNEK OLMAK ZORUNDAYIM…
Denizci olmayı unutmayan her değerli Meslektaşım, Cümlenize Selametle
Erhan Şengül
Samsun – Atakum
25.10.2024
Aradığını bulamamak kötü,
Peki aradığını buldum sandığın zaman uğradığın hayal kırıklığına ne demeli!!!
Yıl 2014, Japonya’da Nagoya limanındayız…
” Bu gece dışarı çıkacağım, önerebileceğin iyi bir bar var mı?” oltama yakalanan üç-dört Japon Hanımefendinin resimleri arasında, tabii ki siyah saçlarını sarıya boyatmış olan Akemi Hanım ile, diğerlerini geride bırakarak Hamamatsu metro istasyonunda buluşmak üzere sözleştik.
Nagoya’dan Hamamatsu metro istasyonuna gitmek için, farzet ki Halkalı’dan metroya bindin, Sabiha Gökçen havalimanı metro istasyonuna geleceksin…
Değer be yahu; Allah’ın Japonya’sında sarı saçlı bir afet bulmuşsun, daha ne istiyorsun…
Vardım oraya…
Beklemeye başladım, bekliyorum bekliyorum; gözlerim bir radar gibi, sağda-solda her yerde, ve tam ekildik mi diye düşünürken:
—— Eraaaaa, diye seslenen Akemi’yi gördüm…
Koşar adım bana doğru geliyor…
Bakın; ben resimlerde filtre olayının olduğunu ilk kez orada, o an öğrendim.
Evet 2012 yılında Kherson/Ukrayna’da Öğretmen Natalie Hanım ve onun arkadaşı Anna Hanım ile bir deneyim yaşamıştım…
Bu iki hanımefendi, ünlü vkontakte Rus Facebook’unda 15 yıl önceki resimleri ile beni araklamışlardı…
Allah için, o resimlerde filtre yok, sadece zaman farkı vardı.
Fakat, bu Akemi Hanım’ın yaptığı düpedüz dolandırıcılık…
Resimler güncel ama, al resimi eline geçsin karşına Akemi; buyrun size Japon teknolojisi…
Yaptığı aşırı makyaj, boyalı sarı saçlarını saldığı açık omuzları ve bayağı kısa minisiyle dahi durum kurtulmuyor, o derece yani…
Ofisten biraz geç çıkmış, eve gidip üstünü değiştirmesi vakit almış, metronun birisini de kaçırtması tuz biber ekmiş, aslında insanları bekletmeyi hiç sevmezmiş, kusura bakmayayım tamammıymış, zaten gideceğimiz bar çok uzak değilmiş, taxi ile beş dakika sürermiş serenadından sonra, bana geriye kalan tek duygu acil üstüste tekila içmem gerektiğiydi…
Bar, European style, Irish pub tarzı bir yerdi. Müziğe uzak, sakin bir masaya oturduk…
Susiler, tatsız tuzsuz bir kaç yiyecek ile beraber, gelsin biralar, gitsin Jose Cuervo’lar derken, Rus’ların teorisi bir defa daha tuttu:
Çirkin kadın yoktur, az vodka vardır…
Bu Akemi, ne güzel gülüyor, saçlarıda sarı ve parfümünden esintiler ne kadaa iyi ılık ılık yüzüme vuruyor.
— hey garson 2 Corona ve 2 Jose Cuervo daha…
Gece pahalı bir otelin, lux bir odasında devam etti.
Sabahın çok erken saatlerinde birlikte çıktık otelden…
Taksi çağırdık ve otelin bahçesinde arabanın gelmesini bekliyoruz…
Onu evine bırakacağım, sonra metro istasyonuna geleceğim, yolum uzun, Gemi Kaptanı’da olsam, mesai saati 08:00’dan önce gemiye varmak gerek, prensip meselesi…
Makyajı yüzünden giden, bir de üstüne üstlük yorgun bir Akemi’yi görüyorum:
Tekila Allah belanı vermesin senin)))
Akemi yorgun ama mutlu, arabayı beklerken, otelin çiçekli bahçesinde selfieler çekiyor, bazen karelerine beni de katıyor, saçları beyaz gömleğime yayılmış resimlerinde konu mankeni oluyordum…
Böyle 4-5 resmimiz bulunduğunu sonra öğreniyorum…
Taksi geldi, bindik…
Çabucak Akemi’nin evine vardık.
İnerken, ara beni, Japonya’dan gitmeden yine buluşalım haaa nidalarıyla arabadan ayrıldı…
Allam bu gece benim sır gecem olsun, hiç kimse bu Akemi’yi görmesin, öğrenmesin…
Metro’ya doğru yola çıktık…
Messenger üzerinden mesaj geldi sesi duydum …
Türkiye’de gece yarısı…
Kim mesaj yollar ki!!!!!
Aaaaaaaa, büyük kızım Nihan….
Dert ortağım, sıkı arkadaşım canım evladım, Sarkazm üstadı…
İnşallah kötü bir şey yoktur, açtım mesajı
—— puhaaavvvoooo Baba, yuh sana
—— ne oldu kızım ?
——
—— kızım söylesene
—— Baba koca Japonya’da bula bula bunu mu buldun Allahaşkına
—— kimi kızım?
—— dur bakayım kızın adına… Hah Akemi
—— Allah Allah, sen Akemi’yi nereden öğrendin?
—— Baba, hatun seni Facebook’ta yayınladığı bütün resimlerde etiketlemiş
—– etiket ne yahu
—– öğrenirsin Babacığım öğrenirsin,
Puhaaavvvoooo , Babam etiketlenmeyi bilmiyor))
Evet resimlerde artık etiketlenmeyi öğrendim)))
Akemi’ yi bir daha görmedim
Erhan Şengül
Aden Denizi, Yemen açıkları
17 Haziran 2023
Zaten hayata ölü başlamışım ; söyleyenlerin yalancısıyım, doğduğum zaman ( ev doğumu) ağlama yok, nefes yok, renk mosmor, soğuk su, popoya şaplaklar falan ilk ciyağı ancak basmışım.Hoşgeldim hayat…
Yine söyleyenlerin yalancısıyım, sekiz aylık bir bebeğim, doğduğum Zonguldak ilimizin, Filyos nahiyesinde, bir gece gezisi sonunda, ailecek tren raylarının kenarından, rahmetli babam, canım anneciğim ve iki biricik abiciğim, ben anacığımın kucağında eve dönüyormuşuz.
Anneciğim, gece karanlığında uzun bir rayı farketmiyor ve ayağı şiddetlice raya takılıveriyor, annem bir tarafa annemin kucağından ben havaya, başka bir tarafa doğru savruluyoruz…
Canım Babam, bir kaleci çevikliğinde, ben beyin üstü yere düşerken son anda uçarak yakalıyor bendenizi.
Heyecanı oldum bittim severim.
İlk hatırladığım azrail yoklaması ise, ben on yaşındayken başıma geldi.
Ümraniye Recep Ağa sokakta yaşarız ailecek kendimi bildim bileli.
1976 yılında sokağın sonunda, Üsküdar Ümraniye minibüs hattı şöforlerine hitap eden bir oto aksesuarcısı açıldı.
O güzelim sakin sokağın, belki bozuma uğramaya başlamasının ilk adımıydı bu dükkan. Minibüsler, sokağın başından aşağısına kadar öyle bir kaptırırlardı ki, sanırsın ralli yarışındalar (herhalde sokağın bekar kızlarına hava atmaya çalışıyorlardı)
Çocukluk hali işte , bir öğle üzeri saklambaç oynuyoruz üç beş arkadaş.
Gudukların bahçesinden (ismi Turgut’tu ama her nedense Guduk diyorduk çocuğa) hızla fırladım sokağa doğru birilerini sobelemek için.
O kadar acı bir fren sesi duydum ki ve abartma yok minibüs sadece yedi sekiz santim bana kala durabildi. Herşeyi bugün gibi hatırlıyorum. Tekerleklerin altında kalmaktan saniye ile kurtulmuştum.
Şöfor, aşşağıya indi ve eli ayağı titriyordu. Birileri ödü patlayan bana su verirken, komşu teyzeler sokak içinde böyle hızlı araba sürülür mü diye adama kızıyorlardı. Çok korkmuştum…
Hatta o kadar korkmuşum ki, bu olay bende bir travma olarak kaldı ; İstanbul’un ilk taksi şöforlerinden Korsan İsmail’in yeğeni ben, hayatım boyunca ehliyet almaya, araba sürmeye niyetlenmedim.
Yaşasın sarı taksiler))
Yıl 1990. Denizcilik Fakültesini bitireli bir kaç yıl oluyor. Okyanuslar da fink atmaya başlamışım. Geminin ismi LARA-K
Görevim, henüz mesleğin başında olduğum için Dördüncü Kaptanlık.
Avustralya’nın Tasmanya adasının Burnie limanından kalkmışız, Pasifik’te Japonya’ya doğru yükseliyoruz.
Günlerdir, bir fırtınanın ortasında kalmışız, Allah düşmanıma böyle bir hava vermesin.
Pervanenin, boşta döndüğünde duyduğumuz vınlama sesi artık kulağımıza pelesenk olmuş.
Yükümüz çinko konsantre ; derdimiz yükümüze hasar getirmeden, onu deniz suyu ile ıslatmadan, bu fırtınadan kurtulmak.
İkinci Kaptanım, benden altı sınıf büyük, gözüpek, dürüst, insanoğlu insan , rahmetli İsrafil Türkocağı idi.
Bir sabah 06:30 gibi aradı beni.
Normalde sekizde vardiyamı almam gerek.
—Erhan günaydın, hava biraz maynaladı, sen kahvaltını erken yap, vardiyaya gel, ben de hemen güverteye çıkıp, sağı sola bakayım, ne alemdeyiz kontrol edeyim.
— tamam abim, günaydın
Baş tarafta bulunan altı kişilik can salımız açılmış, günlerdir heran denize düşecekmiş gibiydi, herhalde onu toparlamayı tasarlıyor..
Onbeş dakika sonra, köprüüstüne geldim, vardiyayı teslim aldım.
Biraz sonra İkinci Kaptan İsrafil Abi ve İkinci Mühendis Civan Abi, halen (şiddetini azaltsada) varolan fırtınanın elverdiği ölçüde güverte de koşturmaya başladılar.
Saat onbir gibi, Süvari Bey köprüüstüne geldi. ” ikinci Kaptan nerede” dedi. Ben ” on çayına kadar güverte de olduğunu ama sonra onu görmediğimi” söyledim.
” bul ikinci kaptanı bana ” dedi.
Salonu aradım, kamarasını aradım, olabileceği her yere ulaştım, yoktu ikinci Kaptan.
Arada sırada Kaptan onu bulmasın diye pilot kamarasında uyurdu, oraya da baktım, yine yoktu.
Süvari Bey’e ikinci Kaptana ulaşamadığımı söyledim
Sertçe” güverte de arayın ” dedi
Fenerci Yusuf Usta’ya, Süvari Bey’in İkinci Kaptanı görmek istediğini, neredeyse bulmasını ve köprüüstüne gelmesi gerektiğini söyledim.
Yusuf Usta, yarım saat kadar sonra, köprüüstü iskele kırlangıç kaportasını açarak bana ve Süvari Bey’e hitaben
— ikinci Kaptan gemide yok, dedi
Süvari Bey’in gözleri açıldı.
— Nasıl yok?
— her yere iki defa baktım, bulamadım Süvari Bey… Belki büyük bir dalgaya kapıldı, denize gitti.
Zerre kadar sevmediğim Süvari Bey ( o olayda halen onun kısmi hatası olduğunu düşünürüm
—- ambarlara bakın, dedi hiddetlice!!!!!
Yusuf Usta, on dakika sonra, güverteden, köprüüstüne bir kuş gibi çırpınarak haykırıyor…
—- İkinci Kaptan 4 no’lu ambarda bayılmış kalmış
Ben bunu duyar duymaz jet hızıyla koşmaya başladım. Tam merdivenlerin başında, Baş Mühendis Rahmetli Naci Akdağ beni gördü ( bir kaç yıl sonra başka bir gemide kalp krizi geçirerek Hakka yürümüş)
—- ne oldu evlat???
Koşmamı durdurmadan,
—- ikinci Kaptan 4 no’lu ambarda kalmış, diyebildim.
Nereden bilebilirdim, o tesadüfün hayatımı kurtaracağını!!!
Ambar girişine geldim, menholden kafamı uzattım, Avustralya merdivenlerinin ikinci platformunda yığılıvermiş Aslan gibi adam. Hiç bir şey düşünmeden, dik merdivenlerden onun yanına inmeye başladım. Hesabım, sırtlayacağım onu ve yukarı taşıyacağım.
Hatırladığım son şey, rahmetlinin yanına vardığımda, saçımın telinden, ayak parmaklarıma kadar, vücudumun şiddetli bir depreme yakalanmışcasına titremeye tutulmasıydı. Ondan sonrası yok.
Sonradan öğreniyoruz, ambarda ki yük, çinko konsantre…
Kapalı bir mahalde, bütün oksijeni absorbe ediyor ve arsenik gazı yayıyor ortama.
Bir dakikada şuur kaybı, beş dakikada ciğerler paramparça.
Rahmetli Naci Çarkçıbaşım, benim peşi sıra koşuyor.
Tabii ki benim gibi tecrübesiz değil…
Hemen ambara yakın bir yerde bulunan solunum cihazını donanıyor, benim peşimden aşağıya iniyor.
İner inmez anlıyor, ikinci Kaptan çoktan Hakkın rahmetine kavuşmuş, bende nefes var, kucaklıyor beni, hızlıca menholün başında duranlara uzatıveriyor bedenimi.
Ağızdan burundan kan gelmiş, o deli titreme ile dişler paramparça bende… Açık havaya çıktıktan sonra şuurum yerine geliyor, gözlerim açılıyor.
Eğer olay yerine koşarken, Naci Abiyi görmesem, eğer solunum cihazı yakınlarda bir yerde olmasa yoktum ben..
Rahmetli İsrafil Abi, on çayında Civan Abi ile beraber yaşam mahalline dönüyor.. Civan Abi, makinede ki bir problem için Makine dairesine iniyor.
Rahmetli ne düşündüyse, kamarota ” bana bir limonlu su hazırla, beş dakika sonra gelirim” diyor
Azrail çağırıyor… Yükte hasar var mı ıslandımı baabından
( muhtemel Kaptan, bir ara yükü kontrol et demiştir, yoksa neden bize ambarlara bakın desin, ama o bunu hep reddetti) kimseye birşeyler söylemeden, hiç kinseye haber vermeden, hayatının en son hatasını yapıyor ve menholden ambara iniveriyor.
Bulduğumuzda bir buçuk saattir oradaydı, çoktan son nefesini vermişti.
Cansız bedeni gğverteye çıkartıldığında, ikinci Mühendis Canım Civan Abim onu hayata döndürmek için 45 dakika vazgeçmeden suni teneffüs yaptı ölü olduğunu bile bile.
Nasıl zor bir şeydir, bilirmisiniz, aylardır bir gemide beraber çalıştığınız arkadaşınız, kaderdaşınız, denizdaşınızı eski çarşaflardan yapılan kefene cansız bedenini yerleştirip, geminizin buz odasına koymak.
On küsur gün sonra, Japon yetkililere cenazeyi teslim ettiğimizde hüngür hüngür ağlıyordum.
Aylar sonra olayı soruşturmaya gelen sigortanın avukatı bir İngilize ifade verdik. Adam aldı notlarını, sonra bana dönerek dedi ki ; ben her ay en az iki üç defa bu tür olayların soruşturmasını yapıyorum…
Genelde ölümler, iki üç dört kişi oluyor… Bu olayda sen hayatta kalmışsın, şanslısın….
Şimdi Gemi Kaptanıyım… Şeker yükü, kakao, ve hatta fabrikadan yeni imal edilmiş demir çelik ürünlerini dahi taşıdığımızda, ambar kapakları kapalı olduğunda personelime ambara girmeyi yasak ediyorum.
Muhtemel, yaşadığım bu kötü anımı bilmediklerinden, Süvari Bey çıldırdı diye düşünüyorlardır…
Gemi işlettiğim seneler… Bildiğin iş adamı oldum hiç hesapta yokken. Aaaaaaa para kazanmak bu kadar mı kolaymış, şaşkınlığı ve şımarıklığındayım.
Adım adım gemiyi takipteyim.
Nikolaev Ukrayna yüklemesi yapacak gemi. Suriyeli Kaptana, mesleki olarak güvenmediğim için Nikolaev şehrine vardım. Geminin yanaşması bir kaç gün geciktiği için, merkezde bir otel de kalıyorum. Otel ile canlı müzik yapan Bixi Barbeque Club yürüyerek iki dakika mesafede… Akşamları barda, tiril tiril kadife beyaz gömleğim, siyah rugan ayakkabılarım, ciks hallerim ile oturuyor ve gecenin finali için piyasa yapıyorum…
Güzel bir kaç gün-gece geçirdikten sonra, o son akşam geldi çattı.
Bazen gece planladığın gibi gitmez. Mekan kapandı-kapanacak, ancak anlaşılan o ki, iki dakika mesafede ki otelime bu gece tek döneceğim.
Alkol kumandayı aldı eline…
Olur mu yahu, bu saatte otele mi dönülür moduna girdim…
Eski zamanlardan bildiğim, Nikolaev Oteli’nin girişinde 24 saat açık bir bar vardı. Dur ona bir uğrayayım, sonra dönerim otele dedim ( alkol dedirtti).
Taksi ve beş dakika sonra, o bardayım.
İn cin top oynuyor. Bir adam masanın birinde tek başına içiyor… Barda ise iki barmen kız var… İlişiverdim bar taburesine… Kızlarla konuşmaya sonra şakalaşmaya başladım. Keyifler gıcır, ukalalığım had safhada…
Her aldığı vodka shut sonrası bolca bahşiş bırakan bu müşteriden kızlarda memnun.
Taaaa ki…
Silaha mermi sürülme sesi duydum.. O arkada tek başına demlenen vatandaş ( sonradan öğrendim iki şişe vodkayı tek başına bitirmiş manyak ) herhalde o havalı hallerime, kızlarla olan geyiğime, sarhoş kafaya, kafayı taktı ki, mermi namluda silahı beynime dayadı…
Nasıl Rusça küfür ediyor avaz avaz ve parmak tetikte…
İkimizde ayaktayız, o halen çok sarhoş ama ben dört kollunun korkusundan ayıldım bile. Bir eli boğazımda, öbür elinde silah…
Gözgöze geldiğimde anladım ki, hayatta neden nefret ediyorsa, bende görüyor o an… Şakası yok, vuracak bu herif beni.
Kızlar çığlık atıyor, olmuş gecenin belki ikisi… Herif, halen tek kelimesini anlamadığım argo bir Rusça ile bana sövüyor…
Beni kendisine doğru iyice bir çekti. Kafayı gömüverdi yüzümün ortasına.
( burnumda ki yamukluk o günün hatırasıdır )
İki metre öteye savruldum. Yerdeyim.
Silahı doğrulttu bana, ayaklarımdan vurma niyetiyle iki el ateş etti… O kadar sarhoş ki, tutturamadı. Öylesine şanslıyım ki , ayaktan vurma niyetiyle attığı kurşunlarla alnıma da delik açabilirdi. Sonra Barın kapısını tekmeyle açtı, elinde silah koşa koşa gitti oradan…
Şimdi kıssadan hisse : çamurlu yollarda dolaşırsan ayakkabıların kirlenir.
Adam gibi, iki dakika yürüsem, otelime dönsem, bu acayip olay başıma gelmeyecekti… Fakat, bildiğin belayı aradım, umarsızca… Ama bir de şu var, 13 yıl önce olan bu olayı yaşamasam sizinle paylaşamayacak ve çamurlu sokak, ayakkabı muhabbetini sizlere yapamayacaktım)))
Geminin ismi SELİ-1
İlk kitabımda ” EN HÜZÜNLÜ HİKAYEM” isimli yazımda o gemiye ait anıları uzun uzun yazmıştım…
Delicesine bir fırtınada, makinesiz kaldım, gemime kumanda edemedim, ona hakim olamadım, karaya kayalıkların üstüne oturduk.
Muhtemel parçalanacak gemimde, Personelimi hayatta tutmak için, (Allah hiç bir gemi Kaptanı’na o dehşeti yaşatmasın) GEMİ TERK emri verdim.
O saatlerce süren felakette, köprüüstüne topladığım bütün personelimln gözlerinde, şoku, ölüm korkusunu, Allah’ a dua ve yalvarmalarını gördüm.
O gece bende Allah’a yalvardım : eğer bir cenaze çıkacaksa, İlkönce benim canımı al Allah’ım dedim.
Şükürler olsun, Azrail yine teğet geçti, tek bir personelin tırnağına halel gelmeden o hengameden kurtulduk
Ve son ölümle dansımı, tam 11 ay önce yaptım.
Gemi ile Galveston / Amerika limanında bulunduğum 11 ocak – 16 ocak 2021 tarihleri arasında, üç gün beraber çalışmak zorunda kaldığım, Bulgar kökenli bir Amerika’lı kargo Surveyor’den yüklüce covid virüsü aldım.Kronik bir rahatsızlığım olmamasına, sigara içmememe, kalbimin oldukça sağlam olmasına rağmen, virüs yükü muhabbetinden, çok ağır geçirdim lanet hastalığı… Tesellim, gemide bir Allahını kuluna bulaştırmadım virüsü…
Galveston limanından hareket ettikten sonra 20 Ocak günü Panama Kanalından geçtik… O gece bende Covid belirtileri başladı… Ancak konduramadım ki kendime… Grip niyetiyle antibiyotik içmeye karar verdim… Şöyle şanslıyım, varış limanımız Panama Kanalına sadece iki gün mesafede olan Guayaquil Ekvator limanına gidiyoruz… Eğer Pasifik geçişli bir ay sürecek varış limanı Çin, Japonya Kore olan bir sefer yapsaydık, şimdi bu hikayeyi size yazamıyor olur ve o seferi ancak geminin buzluğunda tamamlayabilirdim.
Diğer yazılarım da uzun uzadıya anlattım covid günlerimi… Yoğun bakımda geçen altısı koma toplamda 12 gün, hayatımı dipten köşeden değiştirdi. Gözümün önünde patır patır ölen covid hastalarını, doktorların ve tüm sağlık ekibinin insanları yaşatmak için çırpınmalarını (bu para ile ölçülemez ancak insanı sevenlerin yapabileceği bir meslek)
Entube işe yaramayınca, boğazımda oksijen transferi için açtıkları o deliğin bende ömür boyunca kalacak yara izini,
yaşamaktan vazgeçtiğim bir gece. nöbetçi yoğun bakım doktoru Kolombiyalı Marianna Hanımın, vazgeçmeye hakkım olmadığını, bu hayatın sadece benim değil, sevdiklerimede ait olduğunu Google Translate yardımıyla bana anlatıp beni motive etmesini, komada ki günlerin birisinde artık doktorumun yaşayacağımdan umudu kalmadığı için, acentamı arayıp ” Comandante bu geceyi çıkaramaz” demesini nasıl unutabilirim.
Şükür olsun, kefeni yırttım…
Her koşulda yaşamak güzel, gülmek ayrı bir zevk… Atmak gerek hayattan ego ve stresleri, dilediğini yapmalısın elinden geldiğince. Ve en önemlisi, kırmamaya çalışmak gerek kalpleri…
Buna rağmen önümüzde ki en az 35 – 40 yıl kazık çakmayı düşünüyorum dünyaya.. Ama yaş iyice ilerleyince huysuz bir dede olurum illa ki…
En iyisi 90 civarı bir huzur evine yatarım, huysuzluğum ile kızlarımı bezdirmemek için. Ve şimdiden hayaller kuruyorum huzurevi günlerimde, orada kalan yetmişbeşlik çıtırlar ile flörtler edeceğim, çünkü hep yaşamayı seveceğim
Erhan Şengül
Krivoy Rog /Ukraine
24 Aralık 2021
Hepsinin Ruhları Şad Olsun
Tam 38 yıl önce, ben 29 EKİM gemisinde Güverte Stajyeri olduğum zaman tanımıştım onu…
Geminin Süvarisi; abide gibi bir adamdı.
Çok yaşlıydı…
İstanbul Kumkapı hareket, Mobile Alabama kömür yüklemesi ve dön geriye Karadeniz Ereğli; 45 gün içinde, bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar onu görmüştüm sadece …
Kamarasından çıkmaz, hep kitap okurdu…
Denizcilik Okulunu 1932 yılında bitirmiş; Devlette müsteşarlık yapmış, o zamanın koşullarında çok değerli bir Gemi Kaptanıydı…
Mezun oldum…
Burdur gemisine 4.Kaptan olarak atandım…
Aaaa, Süvari Bey ile yine denk geldik…
Şöyle bir sorun başlamıştı kendisinde.
Bir talimat veriyor ve unutuyordu…
— Hayır, ben böyle bir şey söylemedim dediğinde, yapacak bir şey kalmıyordu.
Gemide 2 kural vardır…
Kaptan herdaim haklıdır..
Haksız olduğu durumlarda, birinci kural geçerlidir)))
Şimdi daha iyi anlıyorum; 82 yaşındaydı ve kendisinde Alzheimer hastalığı başlamıştı…
Yine de herşey yolunda gitmiş, kazasız belasız seferimizi tamamlamıştık…
Erkek Güzeli Acem Fikret :
Hayatım boyunca tanıdığım en renkli,
Hayatım boyunca tanıdığım en ayyaş
Hayatım boyunca tanıdığım en tatlı küfürbaz Kaptanım’dı…
Ayrıca; lakabına bakmayın; hayatım boyunca tanıdığım en çirkin adamdı…
Türker ile beraber, stajımızın ikinci yarısındayız.
Norfolk’a vardık…
15 gün demirde kalacağız…
Pasaport polisi ve gümrük geldi.
Formaliteler tamamlandı.
Pasaport polisi bir Hanımefendi idi…
Gittiler…
Personelin dışarı çıkması için, servis botu konacaktı …
Acem Fikret ( Süvari Bey) , beni ve Türker’i çağırtmış.
Çıktık karşısına hazırolda;
—- Stajyerler…
Dikti Reha Muhtar gözlerini üzerimize
—– Dışarı çıkacakmısınız???
20 yaşın saflığında 2 stajyer, ne diyeceğimizi bilemedik, eveledik, geveledik …
Çıkmak istemediğimizi düşündürerek kızdırdık rahmetliyi
—– Siz gençmisiniz lan!!!!
Sizden Denizci falan da olmaz.
O Immigration ( pasaport polisi) kadın var yaa; onun g..tü.nü ( poposunu) elledim ben kaşla göz arasında ( yıl 1986) sizden daha gencim lan ben…
Yıkılın karşımdan…
O kadar Danny De Vitto, o kadar sevimli ki; bir başkası o memure hanımı böyle ellese, Amerikan hapishanelerinde Newyork accent ile İngilizce öğrenirdi…
Eminim o hanımefendi, eli çarptı, keltoşun diye olayı hafiflettirici sebeplere bağlayarak görmezden gelmiştir…
Atlantik geçişi yapıyoruz…
Hava kötü…
Sisli puslu bir gece…
Acem Fikret, kamarasından, Köprüüstünü nöbetçi zabiti (4.Kaptan)
arıyor
—- oğlum Rüyet nasıl
—- Rüyet ne demek Süvari Bey?
—- Seni yetiştiren, mezun eden öğretmenin….. ( RTÜK GEREĞİ SESİ KESTİK )
Gecenin bir yarısı Kumkapı:ya demir attık.
Süvari Bey telsizi eline aldı…
—- Kalk Ulan Istanbul; ERKEK GÜZELİ ACEM FİKRET geri döndü
Telsizden peşisıra bir sürü sesli mesaj gelmeye başladı
—- Süvari Bey hoşgeldin
— Fikret Abi saygılar
— Acemmmm sefalar getirdin
— Erkek güzelim özlendin
— Acem Abi, iki kasa lüfer ve Aslan sütü botta, sana doğru geliyor
Birkaç yıl sonra rahmete erdi
Seyfettin Kaptan; namı diğer Kedi Seyfi:
Bir lakap, bir insana bu kadar mı yakışır…
Onu ilk 1988 yılında, Kumkapı’da demirde katıldığım URFA gemisinin güvertesinde tanıdım…
Üstünde gördüğüm hiçbir şey orjinal renginde değildi
Özenle taranmış saçları ve pos bıyıkları için bembeyaz demek gerekirdi…
Ama yıllarca içtiği sigara; saçlara ve bıyıklara kirli bir sarı renk vermişti…
Kolları sırmalı Siyah bir Kaptan ceketi giymişti…
Ama muhtemel yıllardır hiç çıkarmadan kullandığı için, yılların yemek izi lekelerini ceketin üzerinde görebilir ve siyahın artık alacalı bulacalı kahverengi bir hal aldığını hemen anlardınız…
Kaptan ceketinin içine beyaz gömlek yakışır, tiril tiril…
Kedi Seyfi’de , bir zamanlar beyaz olduğu düşünülen fanila vardı ceketin ekürisi olan…
( Rivayete göre bir zamanlar Beyaz’mış)Kısa sarımtırak şortu ve uzun siyah çorapları eşliğinde, kısa boyu daha da kısa gözüküyordu…
Kedi gibi o kadar sessiz, o kadar sinsiydi ki ve daha Denizcilik Okulunda, dönem arkadaşları bu lakabı layıkıyla ona takmışlar…
Sıkıysa, iki kişi, geminin en ücra köşesinde Kedi Seyfi’nin dedikodusunu yap; nasıl ve ne zaman bir metrenize kadar yaklaşır ve sizi meymenetsiz bir kedinin yüz ifadesi ile dinler, anlayamazsınız…
Kinci değildir ama; Gemide tabiki Kaptan’ın dedikodusunun yapılacağını bilecek kadar güngörmüştür…
Menfaati çok önemlidir…
Suez Kanalından geçerken hediye olarak verilecek Marlboro Kartonlarının içini, Türk sigaraları ile değiştirecek kadar avantayı severdi
Rivayet ( dedikodu) ; emekli olmadan önceki son seferinde, Singapur geçiş esnasında korsanların gemiye çıkarak Gemi kasasından 10.000 usd alındığını işletmesine mesajla bildirir.
Korsanları, gemide kimse görmemiş, saldırıdan kimsenin haberi olmamıştır.
Sessiz sedasız Kaptan kamarasına gelmişler ve yine öyle bağırtı çağırtı olmadan inmiş Piratesler
Emekli ikramiyesi gibi düşünün
YAŞADIKÇA BAŞIMIZDA VAR OLSUN
Birkaç söz etmeden geçemem
Canım Süvari Bey’im Melih Engin:
Asalet, Tecrübe, personelini evladı gibi sevme, kararlılık, sakinlik ve Kaptanlık makamının en yakışan şekilde temsili konusunda, ne kazandıysak sizden, ne mutlu biz öğrencilerine…
Yetiştirdiğiniz her iyi Denizci adına size hep müteşekkir kalacağım…
BÖÖÖLE OLMAMALIYIM DEDİĞİM KAPTAN…
Adını vererek, polemiğe davetiye çıkarmam.
Kısaca HNO
1990 yılında çalıştım…
Bu ülkede Atatürk’ten sonra üç- beş insan geldi, birisi benim diyecek kadar egolu…
Personele karşı sıfır şefkat…
Nazi esir kampının SS subayı tavırları…
Çok zeki olmasına karşın, kritik durumlarda sıfır karar verme ahmaklığı.
Pasifiğin kuzeyinde; fırtınada heavy balast alma ( birkaç gün önce alma şansı varken) basiretsizliği…
Batmaktan ramak kala kurtulduk
Böyle olmamalıyım
Böyle olmamalıyım
diyerek , ondan da demek çok şey kazanmışım…
İnşallah olmamışımdır))))
Erhan Şengül
12.09.2024
Baltık Denizi