EMPERYALİZMİN PANZEHRİ KUVAYI MİLLİYE RUHU
“İstiklâlinden yoksun bir millet, uygar insanlık dünyası karşısında uşak olmak mevkiinden kurtulamaz.” ATATÜRK
Dünya egemenliği iddiasındaki “dünya derin güçleri” bu iddiaalarını gerçekleştirmek üzere hazırladıkları “Mesih Planı”nı 1492 yılında Avrupa’da, “Avrupa Baharı” denilecek konumda uygulamaya başladılar. Üç aşamada gerçekleştirmeyi amaçladıkları bu küresel planın birinci aşamasını başarıyla sonuçlandırdıktan sonra, Batı Hıristiyan dünyasında amaçlarına gönüllü hizmet sunacak “gönüllü Hıristiyan Siyonistler” Protestan, Kalvinist, Püriten ve Evanjelistler olarak oluşturuldu.
Osmanlı topraklarında bulunan ortamda “İsrail Devleti”ni kurmak bu planın ikinci aşaması idi. Bunun için I. Dünya Savaşı çıkarıldı, bilinen şekliyle sonuçlandı. İmzalanan Mondros ateşkes antlaşmasından sonra İngiliz egemen emperyalizm ve müttefikleri Anadolu’yu askeri işgal altına altılar. İşte Mustafa Kemal, bu küresel planın ikinci aşamasında, işgal edilen Anadolu’da, Türklüğü ve İslamlığı savunarak, milletin egemenliğinin hakim kılınacağı, tam bağımsız bir üniter ulus devleti kurmak üzere “özgürlük ve tam bağımsızlık savaşı” başlatmıştı. Milli Mücadele, işgal kuvvetlerine karşı “Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” çerçevesinde Mustafa Kemal’in liderliği ve önderliğinde bir hareket olarak başlamıştır.
Bu mücadeleyi ifade eden Kuvayı Milliye sözü, “Millî Kuvvetler, Millî Güçler” anlamındadır ve düzenli ordu şeklinde örgütlenmemiş “Milis Kuvvetleri” demektir. Kuvayı Milliye, Mondros mütarekesi sonrası topraklarımızı işgal eden ve ülkemizi parçalamak üzere harekete geçen düşman kuvvetlerine karşı açılan cephelerde çarpışmak üzere örgütlenen yurdun değişik bölgelerindeki her sınıf ve gruptan halkın oluşturduğu sivil-milis kuvvetleridir. Kuvayı Milliye, halkın içinden gelen millî duygular sonucu oluşmuş, meslek, gelir düzeyi, yaş, hatta cinsiyet gibi birçok unsuru dikkate almadan kendiliğinden bir araya gelerek gönüllülük esasına göre oluşmuş silahlı sivil birliklerdir.[1]
1. Atatürk, Kuvayı Milliye Ve Mili Mücadele
Atatürk’ün, en umutsuz görünen koşullarda, yurt savunması için kendisiyle birlikte gözünü kırpmadan ölümü göze almaya hazır Türk halkını ve Kuvayı Milliye’yi yanı başında bulabilmesinde din unsurunun önemli rolü vardır. O, başlattığı Milli İstiklâl Mücadelesi’nde ulusal ve dinî amaçlardan güç aldığını açıklamıştır.
Atatürk 1920’de Ali Rıza Paşa’ya gönderdiği telgrafta, “İngilizler tarafından engellenirse ulusal bağımsızlık ve özgürlük uğrunda mücahede-i milliye ve diniye ilân etmek yolunda ilerleyeceğiz”, açıklamasını yapmıştır.[2]
Atatürk, milli mücadeleyi aynı zamanda dinî mücadele olarak nitelediği mektuplarından birini de, Kütahya Mutasarrıfı Sait Bey’e göndermiştir:
“Vatansever Kütahya ahalisinin malî fedakârlığı, maddi ve manevi gayretleri ve çalışmasıyla beş on gün içinde hazırlanan ve donatılan binlerce mevcuda ulaşan askeri kıtaların, giriştiğimiz dinî, millî, vatanî mücahedede muzafferiyetimizi sağlayacak kahraman bir zümre olarak fedakârlık göstereceğinden eminiz.”[3]
Atatürk,
– Türk Kurtuluş Savaşı’nın kutsal bir boyutunun olduğunu,
– Bu mücadelenin aynı zamanda, Müslümanların kurtuluşunu amaçladığını belirtmiştir.
Atatürk 1921’de Azerbaycan temsilcisi İbrahim Abilof’u Çankaya’da kabulünde şu açıklamayı yapmıştır:
“Bu kutsi mücadelede, milletimiz, İslam’ın kurtuluşuna dünya mazlumlarının refahlarının artırılmasına hizmet etmekle iftihar eder.”[4]
Milli Mücadele boyunca Anadolu’da en yaygın ideoloji İslam’dır. Milli Mücadele’nin ideolojisinde İslam’ın önemli bir yeri olduğu bilinen bir gerçektir. Ancak İslam, anti-emperyalist mücadele içinde aynı zamanda milliyetçilik rolünü oynamaktadır. Bir yazar[5] “o zamanın dini duyguları bile nasyonalistti” derken bir gerçeği ifade etmiş oluyordu.[6]
Burada bir gerçeğin de altını çizmek gerekiyor.
– “İngiliz egemen emperyalizm ve işbirlikçi İstanbul Hükümeti, İslam’ı, karşı-devrimci bir araç olarak kullanırken;
– Mustafa Kemal de Milli Mücadele’de İslam’ı devrimci bir biçimde ele alarak seslendiriyor ve bu şekilde karşılık veriyordu.[6]
2. Akla İlk Gelen Örnek Kuvayı Milliyeciler
Denizli Müftüsü Hulusi Bey, Demirci Mehmet Efe, İpsiz Recep, Topal Osman, Ethem Bey, Antepli Şahin Bey Kuvay-ı Milliyecidir. İstiklâl yolunda kağnısıyla ve yanındaki bebeğiyle İnebolu’dan mermi taşıyan sert kış günü üzerindeki hırkasını bebeğine değil, mermiler ıslanmasın diye mermilerin üstüne örten, kışlaya ulaştığı sırada da şehadete eren Kastamonulu Şerife Bacı; kadın olduğu halde saçlarını erkek gibi kestirerek birliklere katılan ve kendine Halim Çavuş dedirterek mücadele eden Halime Çavuş; kadınlardan ve erkeklerden oluşturduğu ekibiyle işgalcilerin kâbusu olan Erzurumlu Kara Fatma Kuvayı Milliyecidirler. Annesini kaybettiği için Albay olan babasıyla birlikte karargâhta kalan ve orada büyüyen, savaş sırasında da çocuk haliyle cepheden cepheye koşarak askerlere moral veren küçük Nezahat da Kuvayı Milliye’dendir.[7]
3. Yurdun Dört Bir Yanında Kuvayı Milliye Ruhu
* “Vatanım, ha ekmeğini yemişim, ha uğrunda kurşun” diyebilen bütün bu kahraman insanları bir araya getiren de “Kuvayı Milliye Ruhu”dur.
* Bu ruh, içten gelen bir istekle millet bireylerinin ülkenin bağımsızlığı ve ülke çıkarları için her türlü olanaksızlıklar içinde canlarını ortaya koyarak mücadele etmeleridir.
* Millî Mücadele bu ruhla verilmiş, İstiklâl Harbi bu ruhla kazanılmıştır.
1919 yılı Mayıs ayında, İzmir’de Yunan işgaliyle Kuvayı Milliye örgütlenmesi başlamıştır denilebilir. Örgütlenme hızla Batı Anadolu’nun iç kısımlarına yayılmıştır. Kuvayı Milliye sadece Anadolu’nun batı bölgesinde değil, Anadolu’nun her yerinde gerçekleşmiştir. Güneyde Fransız işgaline ve Fransız Ermeni işbirliğiyle Türklere yapılan zulüm, hakaret, yağma ve öldürme olaylarına karşı ilk direnme 19 Aralık 1918’de Dörtyol’a bağlı Karakese Köyü’nde olmuş, köy halkı Fransızlara silâhlı savunmaya geçmiştir. Bu olay bir kıvılcım olmuş Adana, Antep, Urfa ve Maraş’ta çok iyi organize olmuş Kuvayı Milliye örgütleri kurulmuş ve işgalcilerle işbirlikçilerine karşı çok büyük mücadele verilmiştir. Düşünelim:
– İstiklal Harbi’nde düzenli orduda verdiğimiz şehit yaklaşık 10.000 civarındadır.
– Ama sadece Antep savunmasında yaklaşık 7000 sivil şehit vardır.
– Güney Cephesinde çeşitli rütbelerdeki subaylar, Kuvayı Milliye hareketlerini sivil kıyafet ve Sinan Paşa, Tufan Bey gibi takma adlarla organize etmişlerdir.[8]
4. Kuvayı Milliye’nin Temel Amaçları
* Vatan topraklarını düşmana karşı korumak,
* Türk Devleti’nin parçalanarak ortadan kaldırılmasını önlemektir.
* Kuvayı Milliye ayrıca işgallere müdahale etmeyen ve seyirci kalan yönetime de bir tepkidir.
* 1919 yılının şartlarında, silahlandırılmış, yerli gayrimüslim çetelerinin, düşman askerleriyle işbirliği yaparak giriştikleri saldırı ve cinayetlere Türk halkının hiç değilse kendi bölgesini savunma düşüncesinden doğmuştur.
* Kuvayı Milliye’yi ortaya çıkaran bir başka neden de Ordunun terhis edilmesi ve silah altında olan az sayıdaki düzenli birliklerin de zayıf ve yetersiz durumda olmalarıdır.
* Düşman işgalleri karşısında kendiliğinden oluşan Kuvayı Milliye, Türk milletinin düşman işgal ve saldırılarına boyun eğmeyeceğinin, işgallere karşı koyacağının dünyaya ilânıdır.
Bu sivil gruplar verdikleri mücadeleyle de işgalci güçleri kayba uğratarak düşmanın, Anadolu içlerine ilerlemelerini yavaşlatmışlar, hatta durdurmuşlardır. Ülkenin belli bölgelerindeki işbirlikçi gayrimüslim çetelerin saldırılarını, katliamlarını durdurup önlemiş, bölgeyi bu çetelerden temizlemişlerdir. Ayrıca ve en önemlisi Türk milletinin organize olmasını, örgütlenmesini; zamanla düzenli orduya geçişi kolaylaştırmış ve bağımsızlığımızı gerçekleştirmiştir.
Diyebiliriz ki:
* Kuvayı Milliye’nin amacı ülkenin rejimine karşı mücadele etmek değildi; ülkedeki düşmanla mücadele etmekti. Ortada bir mezhep ve rejim mücadelesi yoktu; bir bağımsızlık mücadelesi vardı.
* Kuvayı Milliye, bağımsızlığı engellemeye çalışan işbirlikçi isyancılar dışında, kendi halkı ile de mücadele etmemiş, işgalciler ve onların işbirlikçileriyle mücadele etmiştir.
* Kuvayı Milliye batılı ve kökü dışarıda olan devlet, kurum ve kuruluşlardan ne yardım ne de askerî eğitim almıştır.
* Kuvayı Milliye hep millî kalmış, düzenli orduya karşı çıkanlar dahi işgalci ve paralı gruplara itibar etmemiştir. Hatta onlarla temas bile kurmamıştır. Ethem beyin, millî düşünce yapısına uymayan, hırsına yenildiği ve bizce utancını ömür boyu taşıdığı, düşmana sığınma olayı dışında yanlış bir örneği yoktur.[9]
Türkiye’nin düzenli ordu birliklerinden mahrum bulunduğu çok kritik bir dönemde, her türlü imkânsızlığa ve olumsuz şartlara rağmen yaşamlarını ortaya koyarak giriştikleri cesur ve kararlı mücadeleleriyle bağımsızlığın kazanılmasına damgasını vuran Kuvayı Milliye, Türk Millî Mücadele Tarihinde çok önemli ve çok seçkin bir yere sahiptir.
5. Milli Mücadele Dönemi Nedir?
– Mustafa Kemal Atatürk’ün 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak basmasıyla başlayan mücadele döneminin genel adı Milli mücadele dönemidir.
– Bu dönem, Cumhuriyetimizin kuruluşuna kadar sürmüştür.
– Mustafa Kemal’in önderliğinde Anadolu’da parça parça olan “milli hareketlerin birleşmesi” bu dönemin en önemli özelliğidir.
19 Mayıs 1919 tarihi, Türk İstiklâl Savaşı’nın hukuken, siyaseten ve bir anlamda fiilen başladığı tarihtir. Milletin kendi istiklâlini kurtarmak yönünde kendi azim ve kararını ortaya koyduğu bir tarihtir. Bu tarihten sonra;
* Anadolu’da Kuvayı Milliye derlenip toparlanacak,
* Milli Hâkimiyetin gerçekleşmesi için mücadeleye başlanacaktır.
“Milli Mücadele” sonunda Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkmadan önce tasarladığı üzere yıkılan bir imparatorluktan yepyeni ve millî bir Türk devleti hayat bulacaktır. Bu itibarla 19 Mayıs 1919, Türk tarihinde mümtaz bir yere sahiptir. Atatürk, Nutuk’a,
“1919 yılı Mayısının 19.ncu günü Samsun’a çıktım. Umumî durum ve manzara: Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu grup, Dünya Savaşı’nda yenilmiş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şartları ağır bir ateşkes anlaşması imzalanmış. Büyük Harbin uzun yılları boyunca, millet yorgun ve fakir bir halde…” diye başlar ve kısaca bir durum tespitinde bulunur. Sonra düşünülen kurtuluş çarelerini sıralar ve şunları söyler:
“Efendiler, bu durum karşısında tek bir karar vardı. O da millî hâkimiyete dayanan kayıtsız şartsız, bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak…
İşte İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun’da, Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulanmasına başladığımız karar, bu karar olmuştur… Türk’ün haysiyeti ve gururu, kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa, mahvolsun daha iyidir. Öyleyse YA İSTİKLÂL YA ÖLÜM!”[10]
6. Milli Mücadele’den Sonraki Durumu Alev Coşkun ve
İlhan Selçuk’un Değerlendirmeleri
1919-1938arasındaki 19 yılda Türk toplumsal yaşamında mucizeler yaşandı, inanılmaz gelişmeler oldu. Destansı Milli Mücadele’den sonra,
– 1 Kasım 1922’de 600 yıllık Osmanlı saltanat yönetimine son verildi.
– Bir yıl sonra 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilân edildi.
– 1923-1938 arasındaki 15 yılda, Avrupa’da yüzyıllar süren Aydınlanma Devrimleri Türkiye’de uygulandı. Büyük bir devrim, büyük bir dönüşüm yaşandı.[11]
İlhan Selçuk ise, Anadolu’nun Aydınlanma Devrimi’ni şöyle değerlendiriyor:
“* Emperyalizme karşı bağımsızlık…
* Padişahçılığa karşı Cumhuriyetçilik…
* Şeriata karşılık Laliklik…
* Tutuculuğa karşı Devrimcilik…
* Ümmetçiliğe karşı Milliyetçilik…”
Akla dayanan toplumlarda, akla dayanan yönetim sistemlerinde eleştiri, araştırma sorgulama ana ilkelerdir. Bu nedenle:
“Kemalizmin özü de aklın (hurafeci içiboş) inançtan, bilimin (mezhepçi, tarikatçı) dinden bağımsızlaşmasıdır; Mustafa Kemal, sorgulanmayan kişileri ve kurumları yıkarak laik cumhuriyeti kurdu. ‘Yaşamda en gerçek yol gösterici ilimdir’ tümcesiyle her şeyin sorgulanmasını istedi.
Kemalizm,‘Aydınlanma Devriminin’ Türkçesidir.
Aklı devreye sokan, eleştiriyi ve sorgulamayı temel yasaya dönüştüren uygarlık devrimini, Türkiye Atatürkçülükle tanıdı…”[12]
7. Evrensel Planda Türk Devrimi’nin İki Önemli Etkisi Ve Günümüzde Kuvayı Milliye Ruhuna Duyulan İhtiyaç
Modern Türk Devleti’nin temelleri Milli Kurtuluş Savaşı’nda atılmıştır. Peşinden gerçekleştiği dönem itibariyle Türk Devrimi, tarihte stratejik bir yer işgal ediyordu. Sömürgeciliğin ve ulusal birlik hareketlerinin çerçevesini çizdiği birinci dönem kurtuluş savaşları bitmiş, Sovyet Devrimi’nin etkisi ve desteği ile anti-emperyalist nitelikli ikinci dönem kurtuluş savaşları başlamıştı. Türk Devrimi bunların ilk örneği ve öncüsü sayılabilir. Bu yüzden uluslararası yankıları da büyük oldu.
Türk Devrimi benzer gelişme düzeyindeki ülkelere iki türlü örnek olmuştur:
* Genel planda sömürgeciliğin sultası altındaki ülkelere son derece eşitsiz koşullarda bile bir ülkenin ulusal bağımsızlığı için seferber olabileceğini ve zafere ulaşabileceğini göstermiştir. Bu planda, Çin’de Kumingtang partisinin kurucusu Sun Yat-Sen ile Hindistan’da Gandi, Nehru gibi liderleri gösterebiliriz.
* İkinci ve daha özgül bir düzeyde ise Türk Devrimi, hem bir Kurtuluş Savaşı hem de bir kültür ve kimlik değişimi olarak Müslüman ülkeler üzerinde etkili olmuştur.[13]
Ancak bütün bu etkiler gerek sözkonusu ülkelerin Türkiye’ye karşı tutumu, gerekse Türk Devrimi’nin tarihi gelişimi ve dönüşümüne farklı biçimler almıştır.
Günümüzde Mesih Planı’nın son aşaması olan (başka bir ad altında fakat) “Büyük İsrail Devlet”ini ABD egemen emperyalizm güdümünde kuracak şekilde “Arap Baharı” kapsamında Ortadoğu’da 22 devletin sınırlarının değiştirileceği ve Irak, Suriye, Türkiye, İran’dan alınacak topraklar üzerinde yeni bir oluşum için bölge, Şubat 1945 Yalta Konferansı’ndan bu yana büyük bir kumpas, baskı, kuşatma ve işgal altındadır. Bu çerçevede Ortadaoğu’daki durumu, çok açık ve doğru bir şekilde büyük bir vatanseverlik duyarlılığı içinde tam ve gerçekçi bir biçimde özetleyen Saygıdeğer Rifat Serdaroğlu Bey’in, birkaç gün önceki bir yazısındaki bilgece açıklaması şöyledir:
[“Demokrasi getiriyoruz” aldatmacasıyla, Irak üçe, Suriye şimdilik ikiye bölünmüş, Lübnan ekonomik olarak batırılmış, Ürdün krizden çok etkilenmiştir. Bu ülkelerden milyonlarca insan göç etmiş, bir milyondan fazla insan ölmüş, yüzbinlerce Müslüman kadına tecavüz edilmiştir.
Irak ve Suriye’nin tarihi eserleri, beş bin yıllık el yazması kitapları, tohumları, yeraltı zenginlikleri çalınmıştır. Bu ülkeler yıllarca açlık-yokluk-sefalet içinde yaşayacaklar.
BOP adı verilen Kumpasın ilk bölümü olan “İsrail’in çevresinin çökertilmesi” planı başarıldı.
Kumpasın ikinci kısmı ise, Suriye’nin kuzeyinde, Irak-Suriye-Türkiye-İran’dan kopartılacak parçalarla bölgede “2’nci İsrail” olarak görev yapacak “Kürt Devletinin” kurulmasıdır.
İlk parça, AKP Kongresinin ONUR KONUĞU Barzani eşkıyası tarafından kurduruldu.
İkinci parça, AKP’nin yol vermesiyle Fırat’ın doğusunda PKK’nın bir kolu olan YPG’ye kurduruldu.
Türkiye’nin içinde ise Kumpas planı BOP, başarıyla uygulandı.
Önce Türk Ekonomisi, işbirlikçi AKP sayesinde çökertildi.
Sonra Türk Ordusunun Atatürkçü Komutanları zindana atıldı. Askeri okullar, hastaneler kapatıldı, asker sayısı azaltıldı, ordu savaş kabiliyetini büyük ölçüde kaybetti.
Bugün, CB Erdoğan’ın “ANAYASA AYKIRI” olarak vereceği bir emre direnecek ve ona doğruyu gösterecek ne Genelkurmay aklı, ne Yüksek Yargı aklı ne de Dışişleri bürokrasisi yok.][14]
Yaklaşık 531 yıl öncesinde “dünya derinleri” tarafından başlatılan “Mesih Planı” uygulamasının günümüz Ortadoğu’sundaki durumuna bakılınca tarih tekerrür ediyor. O zaman Türk Milleti 20. yüzyılda Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliği ve önderliğinde İngiliz egemen emperyalizme “Kuvayı Milliye Ruhu” ile karşı çıkılmıştı. Bugün aynı durumda Ortadoğu’da, ABD egemen emperyalizmi güdümünde yürütülen plan ve kumpasa karşı çıkışta, yeniden “Kuvayı Milliye Ruhu”na ihtiyaç görülmektedir. Bu durumda ne yapılması gerektiği konusunda “Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi”ne[15] bakmak yeterli bilgi veriyor:
“Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen; Türk istiklâlini, Türk cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dâhilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin. Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakruzaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”
Sanki bugün içinde bulunulan durum ile, Haziran 1919 tarihinde yayınlanan Amasya Genelgesi’nin içerdiği tarihsel gerçeklikler bire bir aynı gibi görünüyor.
“Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.”
***
Kaynakça
[1],[7],[8],[9] Cemalettin TAŞKIRAN, Kuvayı Milliye Nedir?,
Erişim: 16.04.2020; 10.55
– Kadir KASALAK; Milli Mücadele’de Manda ve Himaye Meselesi, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1993.
– Sabahattin SELEK, Anadolu İhtilâli, İstanbul, 1963.
– Sıtkı AYDINEL, Güneybatı Anadolu’da Kuva-yı Milliye Harekâtı, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara.
– Türk İstiklâl Harbi, Batı Cephesi, Cilt: II, 1.nci Kısım, Genelkurmay ATASE Yayını, Ankara 1963.
[2] Mustafa Kemal ATATÜRK, Nutuk, İstanbul, 2001, MEB Yayını. Bkz. Halil ERSOYLU, Nutuk Üzerinde İncelemeler, Ankara, 1999, TDK Yayını, s.133.
[3] Komisyon, Atatürk’ün Bütün Eserleri, İstanbul, Kaynak Yayınları, Cilt: IX, s.135; Bkz. Abdurrahman KASAPOĞLU, Atatürk’ün Kur’an Kültürü, İstanbul, 2008, İlgi Kültür Sanat Yayını, s.35.
[4] Suat İLHAN, Harp Yönetimi ve Atatürk, Ankara, 1987, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, s.85; Komisyon, Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: XII, s.36.
[5] Peyami SAFA, Türk İnkılâbına Bakışlar, İstanbul, Kanaat Kitabevi, s.83.
[6] Prof.Dr. Taner TİMUR, Türk Devrimi ve Sonrası, Ankara, 1993, İmge Kitabevi, s.28; s.27.
[10] http://www.mynet.com/cevaplar/sorular-cevaplar/milli-mucadele-donemi-nedirmilli-mucadele-donemi-mustafa-kemal-ataturk’un-19-mayis-1919′da-samsun’a-ayak-basmasiyla-baslayan-bir-mucadele-doneminin-genel-adidir-bu-donem-cumhuriyetimizin-kurulusuna-k/6704785 Erişim: 16.04.2020; 12.09
[11] Dr. Alev COŞKUN, Kemalizm Aydınlanma Devrimleri, İstanbul, 2019, Cumhuriyet Kitapları, s.5.
[12] İlhan SELÇUK, “Püf Noktası”, Cumhuriyet, 30 9 2004.
[13] Prof.Dr. Taner TİMUR, Türk Devrimi ve Sonrası, s.295-296.
[14] Rıfat SERSAROĞLU (Doğru Parti Eş Genel Başkanı), KUMPASTAN NASIL ÇIKARIZ?, 4 Aralık 2023, bkz. #DoğruParti, #ÇobanAteşiHareketi, #rifatserdaroglu, #KuvvayıMilliye.
[15] Gençliğe Hitabe. Mustafa Kemal Atatürk tarafından 20 Ekim 1927 tarihinde Nutuk’un sonunda Türk Gençliği’ne yönelik yaptığı konuşmadır (Seslenişi). Nutuk, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’nı anlattığı 15 – 20 Ekim 1927 tarihlerinde Cumhuriyet Halk Partisi 2. Kongresinde otuz altı buçuk saat süren tarihi konuşmasıdır.
ÇEVRE
23 Kasım 2024ÇEVRE
23 Kasım 2024ÇEVRE
23 Kasım 2024DENİZCİLİK
23 Kasım 2024ÇEVRE
23 Kasım 2024DENİZCİLİK
23 Kasım 2024ÇEVRE
23 Kasım 2024