DOLAR 34,4789 0.04%
EURO 36,3971 0.08%
ALTIN 2.952,200,59
BITCOIN 33698684,43%
İstanbul
17°

HAFİF YAĞMUR

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

Ortadoğu Coğrafyasında Akıl

Ortadoğu Coğrafyasında Akıl

ABONE OL
25.03.2024 05:49
Ortadoğu Coğrafyasında Akıl
0

BEĞENDİM

ABONE OL

1000 Yıllık Emevi İslam’ının Değerlendirilmesi

Kişi Aklını Selimleştirdiği Kadar İnsanlaşır, Uygar Ve Müslüman Olur. Kur’an’ın İlk İndirildiği Dönemde Allah Elçisi Ve İnsanlar AKLINI İŞLET” Buyruğuna NASIL, NE KADAR UYDU VE UYGULADILAR?

Herkes aklını selimleştirdiği kadar insan, Müslüman ve uygar olur. Yüce Allah, Elçisi ve Kur’an’la tüm zaman ve mekânlardaki kadın-erkek tüm insanlığı hem birey hem de toplum olarak selim aklını işleterek sistematik, mantıklı, analitik düşünmeye yönlendiriyor, hatta bu işin dinde en büyük ibadet görevi olduğunu belirliyor. Bu durumda Kur’an’ın ilk indirildiği dönemde Saygıdeğer Allah’ın Elçisi Muhammed (a.s) ve insanlar bu buyruklara nasıl uydu ve uyguladılar? Bu konuda Saygın ilim ve din bilgini Merhum Prof.Dr. Hüseyin ATAY Hocamızın önemli tarihsel tespitlerine bir bakalım. 

1. Peygamber Döneminde Bilgi Ve Hüküm Kaynağı

Sadece Kur’an Ve Akıl İdi

Peygamberimiz zamanında bilgi ve hüküm kaynağı; 

 Vahiy (Kur’an) ve

 Selim akıl’dı.

Bir mesele hakkında ayet varsa onu, ortamın ve durumun gereğine göre Peygamber (a.s) uygulardı. Eğer ayet yok idiyse o hususta aklıselimle işe çözüm getirir ve uygulardı. Böylece hem ayet (Kur’an) hem akıl dinin iki bilgi ve hüküm kaynağı idi. Ayet ile akıl karşı karşıya çarpıştırılmazdı. Dört Halife döneminde de bu yöntem çoğunlukla uygulanmıştır.

2. Hz. Peygamber’den Sonra Müslümanlarda Başlayan Yöntem Yanlışlığı   

Onlar için de bilgi kaynağı ve dinî hüküm referansı bu ikisi, yani Kur’an ve akıl idi. Ancak ayetlerde aranan mesele yoksa ve akıl da kesin bir bilgi vermiyor idiyse, Peygamberin (saygı-sevgi ona) uygulamasına/sözüne müracaat ediyorlardı.

İlk dört halife döneminden sonra, Müslümanlar yavaş yavaş Kur’an’ı da, aklı da bilgi ve hüküm kaynağı olarak ihmal etmeye başladılarKur’an’ı ve aklı ölçü almayı bıraktılar. Bu ikisinin yerine hadisi koymaya başladılar.

Daha önce hadisKur’an’ı açıklamaya yardımcı iken,

Bu kez hadisi esas aldılar.

Kur’an’ı kenara bıraktılar ve unuttular.

İslam’da mezhepleşmeler başladıktan sonra her biri kendini desteklemek için hadis aramaya koyuldular, bulamayınca da hadis uydurdularNe kadar çok da uydurdular. Böylece git gide Kur’an ölçü, bilgi ve hüküm kaynağı olmaktan çıktı. Kur’an’a dayanarak akıl yolu ile Kur’an’ın gündemde tutulmasına çalışanları susturmak için akıl da itham edilmeye başlanLafızcılar olarak adlandırılan mezhepçi, grupçu insanların tutumu siyasilerin de işine yaradı.

(*) Lafızcılar akılcıları,

(*) Siyasiler de halkı susturdu ve

(*Böylece İslam’ı on döryüzyıl sonra bu duruma düşürdüler.

Hadisçiler Kur’an’ı ve aklı ihmal etmekte başarı kazanınca, or­taya çıkan siyasal, inançsal, fıkhi mezhepler de oluşup kemikleşince, hadisin yerinimezhep imamlarının içtihatları aldı.

Hadis doğrusu ile (ki bu çok azdır), uyduruğu ile fıkhın içine girdi ve bu suretle,

* Fıkıh Hadisi, ken­di içinde eritti veya onu bir kenara itti.

* Ve İSLAM DİNİ mezheplerin yaptıkları FIKIHtan ibaret oldu. En azından on bir yüzyıl böyle idare edildi.

Böylece,

 Din deyince fıkıh,

 Şeriat deyince yine fıkıh anlaşıldı.

(**) Ortada din olarak ne KUR’AN, ne de AKIL kaldı.  

Kur’an,

– Yaşayanların, canlıların dini olmaktan çıkarıldı ve  

 Ölülerin dini/şeriatı oldu.

On bir yüzyıldır Kur’an, ölülere yol göstermektedir.

 Canlıların Kur’an’ı ve şeriatı fıkıhtır.

 Taş-toprak Kur’an’dan ne anlarsa ölüler de Kur’an’dan ancak o kadar anlar.[1]

Yüce Allah, Kur’an’da bu konuya nasıl ışık tutuyor, ona kulak verelim:

Eğer Biz, bu Kur’an’ı bir dağa /çok iri cüsseli bir yükümlü varlığa indirseydik, Allah’a olan saygıyla, sevgiyle ve bilgiyle ürpertiden ona içtenlikle saygı duyar, baş eğer ve parça parça olmuş görürdün. Ve Biz, bu örnekleri iyiden iyiye düşünürler diye insanlara veriyoruz.” (Haşr/21)

Hadi ölüler düşünemezler.

Yaşayanlar neden düşünmezler?

Yoksa onlar yaşayan ölüler mi oldular?

Ve Biz ona (Elçi Muhammed’e) şiir öğretmedik. Bu onun için yaraşmaz da.

O(Kur’an)sadece diri olanları uyarmak ve kâfirlerin üzerine Söz’ün hak olması için bir öğüt ve apaçık bir Kur’ân’dır.”(Yâ-Sîn/69-70)

3. Müslümanların İlk Üç Yüzyıldaki Bilgi Ve Kültürü

(a) İlk Nesil Müslümanları Dönemi:

Hz. Peygamber ve sahabe devri (610-660)

Allah’ın Elçisi Saygıdeğer Muhammed’in bilgi kaynağı selimleştirdiği aklı ve Kur’an idi.

Sahabenin bilgi ve hüküm kaynağı ise; Kur’an, Allah elçisinin Kur’an uygulamaları ve kendi aklıselimleri idi. Her şeye Kur’an ve aklıselim hâkimdi. Her hükmün kaynağını Kur’an’da bulma gayreti içerisinde idiler. Bu durum yarım yüzyıl kadar dini ve uygulamalarını peygamberden öğrenen sahabelerin yaşamı boyunca sürdü. Aklıselim dışında tek kaynak Kur’an olduğu için; akılları, anlayışları şartlanmış olmayıp gereği kadar düşünce ve anlama özgürlüğüne sahiptiler.

(b) İkinci Nesil Müslümanlar Dönemi (660-761):

Genç sahabe nesli ile başladı ve genç tabiin döneminin sonuna kadar bir yüzyıl sürdü. Bu dönemde İslam’ın hüküm kaynağı, Kur’an ve hadis idi.

Hadis bu dönemde çoğaldı ve Kur’an’a hâkim oldu.  

Kur’an’da olan konularda bile hadis’e gidildi.

Bu durum hadis’inKur’an’a egemen olması sonucunu doğurduBir hükmün hem Kur’an’da hem de hadiste olması hâlinde başvuru kaynağı hadis oldu. Böylece hadis hem Kur’an ayarında tutuldu hem de ona hâkim kılındı. Eğer bir hüküm hadiste varsa, ayrıca Kur’an’da da var olup olmadığına bakılmadı. Kur’anhadise göre anlaşılacak kaidesi kondu ve Kur’an’ın yerine hadis geçirildi. Oysa bu durum peygamberin ve sahabenin yöntemine aykırı idi. Ayrıca Kur’an’ın yöntemi de, felsefesi de buna muhalif durumdadır. O zamandan günümüze kadar bunun, yani Kur’an’ın yönteminin terk edildiğine dikkat çekilmedi.

Üçüncü hüküm kaynağı olarak ileri gelen sahabenin sözleri ortaya çıktı. Önce onlara Peygamber’in (a.s) sözü gibi değer verildi ve sonra onlar da hadis yerine geçti. Bu suretle hadis ve daha çok da Kur’an geride ve gölgede kaldıÇünkü artık Müslümanlarda bir kültür gelişmesi de, anlayışı da gelenek hâline gelmişti.

DÖRDÜNCÜ KAYNAK konumuna bırakılan AKLIN ALANI İYİCE DARALDI. Aklın alanını ve anlayış açısının boyutunu uydurma hadis ve sahabe sözleri doldurdu.

(c) Üçüncü Dönem Müslümanları (767-864):

Müslümanların bilgi ve hüküm kaynakları, ikinci dönemdeki kaynaklara ek olarak mezhep imamlarının içtihatları ve fikirleri ile beş kaynağa ulaştı. Bunlar:

(1) Kur’an,

(2) Hadis,

(3) Sahabenin sözleri,

(4) Tabiin (ikinci neslin) sözleri,

(5) Müçtehit imamların sözleri.  

Bu durumda “Aklıselime ne kadar yer kaldığını” sormak gerekmez mi?  

(d) Dördüncü Dönem İslam Dünyası – (Taklit Dönemi)(864-2019):

Kaynaklar Teke İndirildi. Bu şöyle oldu:

 Birinci dönemde Kur’an,

 İkinci dönemde hadis,

 Üçüncü dönemde imamların içtihatları hâkim oldu.

Bu da mezheplerin oluşumunu sağladı.

* Hadis, Kur’an’ı geri plana itti,

* İçtihatlar, yani mezhepler de hadisi geri plana itti. 

* Böylece Kur’an daha da gerilerde kalmış oldu.

Birinci dönemde bir meselenin hükmünü öğrenmek için Kur’an’a gidilirdi.

İkinci dönemde yalnız hadis’e gidilmekte idi;

Üçüncü dönemde beş kaynağa gidildi;

Dördüncü dönemde ise, yalnız içtihatlara, yani fıkha gidildi.

Bugün dahi İslam dünyası bu dördüncü dönem fıkhının hâkimiyetindedir. Böylece beş kaynak bire indirildi.[2] 

Sonuç: İslam dininin hüküm kaynağı Kur’an olması gerekirken, yalnız müçtehitlerin sözleri ve fikirleri olarak somutlaştı. Ne Kur’an, ne hadis, ne de akıl kaldı. Bu üçü de devreden çıktı. Sahabenin sözleriyle müçtehitlerin içtihatları birbiriyle kaynaşarak fıkıh bilimini ve birikimini, yani anlayışlarını[3] oluşturdu. Bu üçüncü dönemde, yani hicretin üçüncü yüzyılında[4] fıkıh mezhepleri kuruluşlarını bu şekilde tamamlamış olup, kırılamayacak ve aşılamayacak çerçevelerini ve kale bentlerini pekiştirdiler.

Din deyince elimize fıkıh kitaplarını tutuşturdular.

Kur’an, anlamadan okunmak ve ahrette sevap alacak şekilde kelimeleri Arapça söylenmekten ibaret kaldı.

Tarihte ve son iki yüzyıl içinde bazı din bilginleri fıkıh barajını aşıp Kur’an’a ulaşmak istediler. Ancak, bunların bir bölümü fıkıh barajını aşmış olsa da hadis barajında takıldılar. Onu aşıp Kur’an’a ulaşamadılar.

İşin doğrusu ise fıkhı aşıp doğrudan Kur’an’a giderek ondan başlamayı amaç edinmektir. Bu yöntemin, İslam’ın yeniden yaşama geçirilmesini ve hayat dini olmasını sağlayacağından eminiz.[5]

İslam coğrafyasında tüm bu barajları sadece Türkiye’de 1923-1938 yılları arasında gerçekleştirdiği devrimlerle Gazi Mustafa Kemal Atatürk aşmıştır. Bir devlet politikası olarak hazırlattırdığı Kur’an çevirisiyle[6] anadilde, aracısız kadın erkek herkesin bizzat kendisinin Kur’an’ı Kur’an’dan Kur’anca anlayarak Müslüman olma çığırı başlatılmış oldu. Her ne kadar bu devir Atatürk’ün varlığı/sağlığı dönemiyle sınırlı kalmış olmakla birlikte, açılan bu gerçekçi ve bilimsel çığırdan yürüyerek eserler yazıldığı da bilinmektedir.

Türk Milleti neye göre Müslüman oldu?” sorusunu sorduktan sonra, günümüz Türkiye’sinde din, inanç, İslam konusundaki iç açıcı olmayan durumun gerçek nedenlerini geçmişten gelen bu tarihi gelişim içinde açıkça görebiliyoruz. İşe nereden, nasıl başlamak gerektiğini de buradan bulabiliriz.

Önce kadın erkek herkes, Yüce Allah tarafında evrende sadece insana verdiği en büyük güç ve nimet olan potansiyel selim aklını selimleştirerek işletmek/kullanmakla aklıselim /kalbi selim sahibi olmak gerekiyor. Çünkü her şeyden önce kişinin aklını selimleştirmesini âmir Kur’an’da yedi yüz ayet, yani Allah’ın buyruğu var. Aklı selimleştirmeden insan da olunamaz, Müslüman da olunamaz, uygar da olunamaz.

Sonra, aklıselim ile Kur’an’ı Kur’an’dan Kur’anca anlayarak /öğrenerek Müslüman olmak gerekiyor. Çünkü dünya ve ahret aklıselim ile kazanılır. Kur’an’ı anlayarak öğrenmek Kasas/85’e göre kadın erkek herkese farz-ı ayn’dır. Ayrıca kıyamet günü, mahşer yerinde Yüce Allah kadın erkek her kişiyi Kur’an’dan sorgulayacağını, hesaba çekeceğini Zuhruf/44’de açıklamaktadır.

Cennete ancak aklıselim /kalbi selim sahiplerinin gideceği Kur’an’da Şu’arâ/89 ve Sâffât/84. ayetlerinde Allah’ın Elçisi İbrahim’in (a.s) duasında yer aldığı şekilde açıklanmaktadır:

Ve yeniden diriltilen gün; mal ve oğulların SAĞLAM/SELİM BİR KALPLE ALLAH’A GELENLERDEN BAŞKASINA yarar sağlamadığı ve cennetin Allahın koruması altına girenlere yaklaştırıldığı, azgınlar için de cehennemin açılıp gösterildiği gün beni rezil etme!” dedi.”(Şu’arâ/87-91)

İçinde bulunduğumuz Ramazan ayında Kadir gecesinde indirilmeye başlayan Kur’an’ı selimleştireceğimiz aklımızla, aklıselim kişiler olarak anadilde, aracısız bir şekilde Kur’anca anlamak, öğrenmek ibadetlerin en yücesi ve dünya ahret mutluluğunun elde edilmesinin olmazsa olmaz şartıdır. Yüce Allah, Şems/8’de kadın erkek her kişiye “fücûr’a (şerre, şirke, şeytanlığa) ve takvâ’ya (hayra, tevhide, insanlaşmaya) yetenek verdiğini” açıklıyor. Takvâ’ya olan yeteneğimiz işletilmeye hazır potansiyel selim akıldır.[7] Kur’an, işletilen/selimleştirilen bu akıl ile anlaşılır ve öğrenilir. Bu nedenle de Bakara/2’de Allah’ın kelamını içeren Kur’an’ın takva sahibi olmak isteyenler için hidayet rehberi, kılavuzu olacağı (hüden li’l-müttekîn) beyan olunmuştur.

Türk Milleti’ne “Aklı ve bilimi miras bıraktığını” söyleyen ve “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” diyen Mustafa Kemal Atatürk, işletilmesi/selimleştirilmesi gereken akıl konusunda şunları söylemiştir:

Allah, dünya üzerinde yarattığı bu kadar nimetleri, bu kadar güzellikleri insanlar yararlansın, varlık içinde yaşasın diye yaratmıştır ve en son derecede yararlanabilmek için de, bütün yaratıklardan esirgediği zekâyı, aklı insanlara vermiştir.[7]

Bu dünyada her şey insan kafasından çıkar. Bir insan başının ifade edemeyeceği hiçbir şey yoktur.[8]

Her şeyin kaynağı insan zekâsıdır.[9]

Akıl ve mantığın çözemeyeceği sorun yoktur.[10]

***

Kaynakça

[1] Prof.Dr. Hüseyin ATAY, İslam’ı Yeniden Anlama, Ankara, 2011, Atayy Yayınları, s.36-37.

[2] Prof.Dr. Hüseyin ATAY, İslam’ı Yeniden Anlama, s.15-17.

[3] Sahabe ve müçtehitlerin anlayışlarını…

[4] MS 9. yüzyıl. Türkler topluluklar halinde bundan sonraki tarihlerde, yani 950 yıllarında, ortada İslam dini olarak görünen fıkıh bilimi ve birikimine göre Müslüman oldular. Yani Türkler Kur’an’a göre Müslüman olmadılar. Bu tarihi gerçeklik çok önemlidir. İşin doğrusu ve gerçeği bilinmeden gerçek Müslümanlıktan söz edilebilir mi? 

[5] Prof.Dr. H üseyin ATAY, İslam’ı Yeniden Anlama, s.17-18.

[6] M. Hamdi Yazır’a verilen görevle hazırlanan 9 ciltlik “Hak Dini Kur’an Dili”…

Sedat ŞENERMEN, ATATÜRK, İSLAM VE LAİKLİK Halifeliğin KaldırılmasıCumhuriyet Dönemi Din Öğretimi Ve Eğitimi, İstanbul, 2017, Nergiz Yayınları, (bkz. s.60-87; s.225-300).

[6] Bkz. Sedat ŞENERMEN, Aklın Kaynağı İslam’da BEYİN, İstanbul, 204, Nergiz Yayınları.

[7] Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, ATATÜRK’ÜN Söylev ve Demeçleri, (Toplayan: Nimet UNAN), 1959, 2.Basım, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yy, cilt: II, s.108.

[8] Prof.Dr. Afet İNAN, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, Ankara, 1959, Türkiye İş Bankası Yayınları, s.182.

[9] Falih Rıfkı ATAY, 19 Mayıs, Ankara, 1944, s.41.

[10] Prof.Dr. Afet İNAN, Atatürk Hakkında Hatıralar Belgeler, s.270.

[11] Sedat ŞENERMEN, ATATÜRK DEVRİMLERİ KUR’AN TAMELLİDİR, İstanbul, 2022, Şira Yayınları.

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP