İŞGAL ÖNCESİ VE SONRASI TÜM YAŞANANLARI KAYNAKLARIYLA ANLATIYORUZ..İŞBİRLİKÇİ YÖNETENLER YÜZÜNDEN İŞGALİN İLK GÜNÜNDE 8635 TÜRK KATLEDİLDİ!İZMİR’İN İŞGALİ – 1.BÖLÜM İBRETLE OKUYUNUZ PAYLAŞARAK OKUTUNUZ
Sevgili Okurlar,1914 yılında Almanya’nın yanında I. Dünya Savaşı’na katılan Osmanlı Devleti, dört yıl çeşitli cephelerde zor şartlar altında mücadele etmiş ve kaynaklarının büyük bir kısmını kaybetmiştir.30 Ekim 1918 tarihinde Osmanlı Devleti’ne bir oldu bitti neticesi dikte ettirilen Mondros Mütarekesi, devletin bir nevi ölüm fermanı niteliğinde olup, altı asırlık mevcudiyetine son veren en ağır hükümleri içeriyordu. Osmanlı topraklarını paylaşma hazırlığında olan galip devletler, mütareke ile “güvenliklerini tehdit edecek bir durum olduğunda herhangi bir stratejik yeri işgal etme hakkını” elde etmişlerdir.(1) Nitekim İtilâf Devletleri 1 Kasım 1918 tarihinden itibaren Musul, İskenderun, İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile memleketin çeşitli yerlerine, mütarekenin yedinci maddesine göre asker çıkardılar. Avrupa’nın Büyük Devletlerinin görünüşte asayişi korumak için yaptığı işgaller, gerçekte bir ilhakın bütün özelliklerini taşıyordu.
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞINDA VAHŞET ŞEKLİNDE SOYKIRIM YAPILMASININ MÜTAREKE SONRASINDA İŞGALLERE DEVAM EDİLMESİNİN SEBEBİ “TÜRKLERİN ANADOLU’DA YOK EDİLMESİ ” AMACINI TAŞIYORDU!
Sevgili Okurlar,Esasen I. Dünya Savaşı sonunda Batı’nın Türkleri Anadolu’dan çıkarma projesi olan Şark Meselesi’nin (Bu günkü adıyla B.O.P) mutlaka halledileceğini, bu yolda Fransa ile mutâbakat sağlandığını belirten İngiliz Başbakanı Lloyd George, meselenin çözümünü, “Türklerin Avrupa’dan çıkarılmalarına ve ancak yararlı olduğu ölçüde, Anadolu’da bir müddet kontrol altında kalabileceklerine” bağlıyordu.(2) Lord Curzon da 1918 yılı başlarında, yaklaşık beş yüz yıl Avrupa politikasında entrika ve yolsuzluk kaynağı olan Türklerin Avrupa’dan – aynı zamanda Anadolu’dan kovulmalarının gerektiği görüşündedir(3) Taraflarından hiçbir tahrike maruz kalmadan harbe giren ve Almanya’nın samimi ve pek faydalı müttefiki haline gelen Türklere karşı hiçbir taahhütlerinin olmadığı fikrinde olan İngiltere’nin (4) bu düşüncesini Milli Mücadele boyunca devam ettirdiği görülecektir.18 Ocak 1919’da Paris’te Osmanlı topraklarını paylaşmak için toplanan Müttefiklerin, Osmanlı mirası üzerinde anlaşmakta güçlük çektikleri asıl mesele, daha önce İtalya’ya vadedilen toprakların verilip verilmeyeceği meselesi olmuştur. 1917 yılında imzaladıkları St.Jean de Maurienne Gizli Anlaşması ile Batı Anadolu’nun İzmir’den Konya’ya kadar geniş bir bölgesi İtalyan nüfuz bölgesi olarak tespit edilmişti.İngiltere ve Fransa kendi çıkarlarına zarar vereceği düşüncesiyle bu anlaşmayı geçersiz saymayı uygun bulmuştur. (5)Amerika Cumhurbaşkanı Wilson bile, Batı Anadolu’daki Rumların Türklerin boyunduruğundan kurtarıldıktan sonra İtalya boyunduruğuna terk edilmemesi ve bu insanların yaşadığı Türk topraklarının Yunanistan’a bağlanması kanaatindeydi. Bu fikrin taraftarlarınca Wilson Prensipleri Cemiyeti adı altında bir de dernek kurulmuştu (6) Bu anlayış içerisinde İzmir bölgesinin Yunanistan’a verilmesi İtalyanların şiddetli itirazlarına rağmen kabul edilmiştir.Anlaşılan odur ki, Anadolu’da üstlenecek ve Doğu Akdeniz’i kontrol edecek kuvvetli bir İtalya, İngiltere ve Fransa için önemli bir tehdit oluşturabilirdi. Bu sebeple İngiltere ile Fransa, İtalya’nın Akdeniz’de kendileri için tehlikeli olabilecek yayılmasını engellemeyi mümkün kılacak vasıtayı Yunanistan’ın Anadolu üzerindeki emellerinde bulmuşlardır. Yapılan gizli anlaşmaların hiçbirisinde Yunanistan’ın adı dahi geçmemesine rağmen, Türklere karşı savaşa katılma bedeli olarak Yunanistan’a Aydın vilâyeti (7) vadedilmiştir.Bu, Yunan emelleri ve Megali İdea’sı için de büyük bir fırsattı. Yunan işgali, sadece kendilerine vadedilen bu alanla kalmayacak, Megali İdea’nın gerçekleştirilmesi yönünde genişleyecektir.Gerek işgallerin başlamasından önce, gerekse işgaller başladıktan sonra Türklerin, Anadolu’da yapılacak işgallerde, Yunan kuvvetlerinin bulunmaması veya daha önceden diğer devletler tarafından asayiş sağlandıktan sonra Yunan kuvvetlerinin gelmesi yönündeki istekleri(9) dikkate alınmamış ve ustaca yürütülen İngiliz siyâseti ile sonuçsuz bırakılmıştır. 13 Kasım 1918 tarihinde İstanbul’un işgalinde(10) olduğu gibi İzmir’in işgalinde de Müttefik kuvvetler içinde Yunan askerleri yer almıştır. (11) Türkler, İzmir’in işgalinde de Yunanlıların bulunmalarını istemedikleri gibi Yunanlıların İzmir’i işgal etmeleri ihtimali düşünülmüyordu.(12) Ancak diyarlı olanlar meseleleri takip edenler hadiselerin işgal doğrultusunda gelişeceğinin farkındaydılar. Nitekim henüz Mondros mütarekesinin imzalanmasından bir hafta sonra 6 Kasım 1918’de İzmir Limanı’na mahşerî bir kalabalık toplanmıştı.. Şehrin Rum kesimindeki bütün dükkânlara Yunan bayrakları asılmış, camlara, duvarlara, kapılara Yunan Başbakanı Venizelos’un resimleri yapıştırılmıştı. O gün limana bir İngiliz zırhlısı gelecekti.Zırhlı ufukta görününce Liman’da, Kordonboyu’nda, Pasaport Meydanı’nda toplanan mavi-beyaz kalabalık fırtınalı bir okyanus gibi dalgalanmaya başladı. Binlerce el, binlerce Yunan bayrağını sallıyor, biteviye çalan kilise çanlarının sesleri, vapur düdükleri ve “zito! zito!” diye bağrışmalar yankılanarak bütün şehre yayılıyordu. Bu çılgınca tezahürat, Binbaşı Dixon karaya çıkınca daha da arttı. Papazlar koşup düşman komutanını kutladılar. Kutsadılar.Ona minnet ve şükran duygularını ifade etmek için takdis edilmiş tuz-ekmek sundular. Ayaklarına kapananlar, ellerine sarılanlar oldu. Sonra arkadaki ayak takımının önüne düşüp, âdeta tapınırcasına düşman gemisini tavaf ettiler.Binbaşı Dixon, Mondros Mütarekesi’nin imzalanışı sırasında irtibat subayı olarak görev yapan Yüzbaşı Tevfik Bey ve yaveri ile birlikte Vali Vekili Nurettin Paşa’ya nezaket ziyaretinde bulunmak üzere rıhtımda bekleyen bir arabaya atlayıp uzaklaşınca kalabalık yeniden dalgalanmaya başladı. Çılgın guruplar hâlinde ilerleyen Rumlar Sokak aralarında rastladıkları Türkler’e saldırdılar. Başlarına çullanıp dövdüler.Türk dükkanlarına zorla Yunan bayrağı astırdılar. Mümin, mütedeyyin insanlara zorla istavroz çıkarttılar, istavrozu öptürdüler. Başlarından feslerini alıp yırttılar. Aksakallı ihtiyarların sarıklarını boğazlarına dolayıp sürüklediler.Aynı zamanda Metropolitlik olan Ayafotini Kilisesi’ne Yunan bayrağı çektiler. Bu sırada Dr. Stefanopulos adında bir adam, zaten kontrolden çıkmış olan ayak takımını kışkırtan bir nutuk çekmeye başladı. Son derece tahrik ve tezyif edici kelimeleri tercih ederek Türklerin şeref ve haysiyetlerine saldırdı. İzzeti nefislerine saldırdı. Bayrağa, devlete, mukaddesata saldırdı ve kanlarının son damlasına kadar Türklerle savaşmaları için Rumlar’a yemin ettirdi. (13) Bu yeminden sonra kalabalık güruhun daha da azgınlaştığı görüldü. Bazı binalarda hâlâ dalgalanmakta olan Türk bayraklarım gönderlerden indirip, parçaladılar! Yunan hükümetinin İzmir Rumların desteklemek için kurduğu Anadolu Bankası’ndaki(14) Türk bayrağını yere atıp üstünde tepindiler!Saldırganlardan İzmir deki yabancılar da kurtulamadı. Kapısında Yunan bayrağı göremedikleri ecnebi müesseselerine zorla girip, camları çerçeveleri indirdiler. Sövüp, saydılar. Kendilerine müdahale edenleri dövdüler.Bu kudurganlık akşam da devam etti. Anadolu Gazetesi “şehirdeki gazinoların baştan aşağı Yunan bayraklarıyla süslendiğini, Kozmos Gazetesi Müdürü Vitales’in Paris ve Klonaridi gazinolarında hâkimiyet-i Osmaniye aleyhinde irad-ı nutuk ettiğini” ve “şarkıcı madam Galinea’nın elinde iki Yunan bayrağı olduğu hâlde sahneye çıkarak Yunan marşını teganni ettiğini” yazmakta idi. (15) O, gecenin geç vakitlerine kadar şehrin meydanlarında, meyhanelerinde, kahvehanelerinde söylenen marş, şu marştı:E siz Türkon sfaksete, Ton tiranon sfaraksete! (16) Bu şu demektir: Türkleri kesiniz! Zalimleri parçalayınız!
İZMİR VE EGE’YE YUNAN GELMEDEN AYLAR ÖNCE LOJİSTİK HAZIRLIKLAR BAŞLATILIYOR..
Sevgili Okurlar, Bir İngiliz gemisinin İzmir Limanı’na girmesi üzerine tertiplenen bu kudurganlık, hükümetin acil tedbirler almasını gerektiriyordu. O tedbirler alınmadı!O tarihten sonra alınması gereken tedbirler de alınmadı. Ve bakınız İzmir’de neler oldu: 20 Ocak 1919’da İzmir Limanı’na Anfiriti adında bir Yunan gemisi demirledi. Gemiden Dr. Conokasi başkanlığında kalabalık bir sağlık personeli ile çok sayıda ilaç sandığı çıkarıldı.Bu gemi yerli Rumlar’a yardım (!) getiren ilk gemi değildi.İlaç sandıklarının içinde de ilaç yoktu! Silâh vardı! Nitekim o günkü Türk gizli teşkilatının başkanı olan Albay Hüsamettin Ertürk, Yunan donanmasının himayesinde Pire’den kalkan nakliye gemilerinin ambarlarına kadar silâh ve mühimmatla dolu olduğunu, Rum ahaliye gıda ve ihtiyaç malzemesi taşındığı iddia edilerek yurda silâh sokulduğunu, bu silâh ve mühimmat sandıklarının kiliselere dağıtıldığının tespit edildiğini yazmaktadır. (17) Bunlar işgal hazırlığı idi. Hazırlıklar bununla bitmedi. Hem İzmir’de hem de İzmir yöresindeki kasabalarda Rumlar için Kızılhaç Hastaneleri açıldı. Bu hastanelere sağlık personeli yerleştirildi. Sandıklar dolusu ilaçlar gönderildi. (18) Aslında bu hastaneler düşmanın Türk vatanının bağrında kurduğu mevzilerdi! Sağlık personeli de Türk çocuklarını arkadan vurmaya programlanmış Yunan askerleriydi. İlaç sandıkları ise silâh ve mühimmat doluydu.
DAVUL ZURNA İLE GELEN İŞGAL!
Sevgili Okurlar,18 Şubat’ta İzmir Limanı’na bir gemi daha yanaştı. Bu gemiden çıkan Kızılhaç askerleri ile sandıklar dolusu silâh, bahsettiğimiz hastanelere sevk edilerek ileri karakollar tahkim edildi.Hâlbuki Dışişleri Bakanlığına sürekli bilgi veriliyordu. Nitekim 5 Nisan 1919 tarihli yazıda şunlar söyleniyordu :“31 Mart 1919 tarih ve 14731/305 sayılı yazıya cevaptır. 25 Şubat 1919 tarihinde İzmir Limanı’na gelen Yunan vapurundan, iki Rum tarafından çıkarılmak istenen bir bavul şüpheli görülerek kontrol edilmek istenmiş ve bu sırada Rumlar firar etmişlerdir. Sandık açıldığında içerisinde Yunan revolver mermileri olduğu görülmüştür. 27 Şubat 1919 tarihinde Pire’den İzmir’e gelen Adriyatikosya adlı Yunan vapurundan çıkan Yunan Konsolosluğu Kavası Dimo’nun yanında bulunan bir sandık içinde çeşitli cinste revolver mermisi bulunmuştur. İzmir ve çevresinde meydana gelen çatışmalarda ölen Rumların üzerinde Yunan beylik revolverleri ve silahları olduğu görülmüştür. Mesela 1 Mart 1919 tarihinde Urla’da tabakhanede bekçilerle girilen çatışmada ölen Mihal Pamiraki oğlu Vasil’in üzerinde bir Yunan beylik tabancası bulunmuştur. Görele civarındaki Yoran köyü olaylarında Yunan üniforması giymiş birçok kişi görülmüştür. Bütün medeni devletler tarafından en ağır cezayı gerektiren bir suç olarak kabul edilen bu durumla ilgili olarak, Kızılhaç kisvesine bürünen Yunan eşkıyasının ve yerli Rumların faaliyetleri ve meydana gelen başlıca olaylar, 2’inci Şubenin, 30 Şubat 1919 tarih ve 1674 sayı; 3 Mart 1919 tarih ve 1226 sayı; 4 Mart 1919 tarih ve 1312 sayı; 4 Mart 1919 tarih ve 1320 sayılı yazılarıyla arz edilmişti. Bu kez Bahriye Nezaretinin 3 Nisan 1919 tarih ve 62639/203 sayılı yazısından, çetelere Yunan harp gemilerinin de yardım ettiği anlaşılmıştır. İzmir’deki bir gambotumuzla gönderilen diğer gambotun o bölge sahillerinin gözetlenmesi için yeterli olmadıkları, bu gambotların görevlerini yaparlarken Yunan gemileri tarafından karşılık görmeleri sonucunda siyasi bir mesele çıkma ihtimali olduğundan, durumun 2 Mart 1919 tarihli yazıyla Bakanlığınıza arz edildiği bildirilmektedir.” Söz konusu yazılarda da arz edildiği üzere yeterli şekilde muhafaza edilemeyen sahillerimizin her noktasına silah ve cephane çıkarılmaya devam edildiği apaçık ortadaydı. Kızılhaç adı altında sahillerimize uğrayan Yunan heyet ve gemilerinin gelmesiyle birlikte yerli Rumların hareketlerinde değişiklikler görülmekte ve taşkınlıklar baş göstermektedir.Armstrong, hatıralarında yalnız Yunanistan’ın değil, müttefiklerin de Rumları Türkler’e karşı silâhlandırdığını ifşa etmektedir. İşgal kuvvetleri Fevkalâde Komiser Muavini olarak İstanbul’da görevlendirilen Harron Armstrong, mütareke hükümlerine göre Türk askerî birliklerinden toplanan silâhların depolarda muhafaza altına alındığını yazdıktan sonra, boşalan depoların sırrını şöyle açıklamaktadır:”… Sonradan öğrendim ki, bu silâhlar Rum ahaliye dağıtılmış!”(19) Bu yalanları dinleyince “Allah Allah öylemi olmuş!” demek geçiyor içinizden!
NURETTİN PAŞA İŞGALİN TEDBİRLERİNİ ALMAK İÇİN UĞRAŞIYOR
Sevgili Okurlar,Osmanlı Hükümetini savunan yazar takımı Yunanlıların İzmir’i İşgalini “aniden gelişen bir olaymış” gibi anlatırlar.Hâlbuki 17 Kolordu Komutanı olan İzmir Vali Vekili Nurettin Paşa, gelişen olayları ve Rumlar’ın silâhlandığını hükümete bildirmektedir. Fakat İstanbul’dan bu endişelerine cevap alamayınca kendisi harekete geçer.Nurettin Paşa, “Yunanlılâr’ın İzmir’e asker çıkaracakları” gerekçesiyle karargâhını Aydın’dan İzmir’e nakleder. “Cemiyet-i İlmiye” adında bir direniş teşkilâtı kurar. Bu cemiyet İzmir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ile birlikte çalışmaya başlar. Müdafaa-i Milliye, Türkocağı ve İstihlas-ı Vatan cemiyetlerine yardımcı olur. Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Ege bölgesi çapında düzenleyeceği kongre çalışmalarına katılır. Ege bölgesindeki her il ve ilçenin belediye başkanlarına ve müftülerine kendi imzasıyla telgraflar çekerek İzmir’de toplanacak kongreye katılmalarını(20) ister. Paşa böylece bütün bölgeyi Yunan işgaline karşı örgütlemeye çalışmaktadır.Kongre 17 Mart Pazartesi günü Millî Sinemada toplanır. Kongreye 37’si Belediye Başkanı ve 37’si Müftü olmak üzere 165 delege katılmıştır. Çeşitli il ve ilçelerden gelen heyetler, gruplar hâlinde Paşa’nın makamına götürülür, Nurettin Paşa onlardan muhtemel bir Yunan işgaline karşı mukavemete hazırlanmalarını ister.
DENİZLİ MÜFTÜSÜ KAHRAMAN HULUSİ EFENDİ
Sevgili okurlar,Denizli heyetine Müftü Hulûsi Efendi başkanlık etmektedir. Müftü Efendi, Nurettin Paşa’ya şöyle bir teklifte bulunur: Paşam “İzmir’i Yunanlılara verecekler. Biz boş durmayacağız. Halkımız asker, para ve iaşeyi temin eder. Noksanımız kumandandır. Böyle bir hâl vukuunda siz Denizli’ye gelin!” Paşa, Müftü Efendi’ye şu cevabı verir: Ben burada iken kimse İzmir’e çıkamaz!Ancak Denizli Müftüsü Hulusi Efendi Paşa’nın başına gelecekleri görür gibidir: “Sizi ya azlederek veya terfi ettirerek İzmir’den uzaklaştıracaklardır. İşte o zaman bize geliniz, her ne olursa olsun İstanbul’a gitmeyiniz. (21) Ahmed Hulûsi Efendi ise, İzmir Redd-i İlhak Kongresinden döndükten sonra memleketin elim bir akıbete sürüklenmekte olduğunu görerek derhâl yoğun bir teşkilâtlanma çalışmasına girişti. Onun bu faaliyetlerini Denizli mutasarrıfı Fâik Bey (Öztırak) şöyle anlatmaktadır: “Ahmed Hulûsi Efendi, benimle çok uzun ve mahrem görüşmelerde bulundu. Denizli sancağının kazaları olan Acıpayam, Buldan, Sarayköy, Tavas ve Çal’da bilhassa müftüler ve müderrislerle eşrafın rehberlik ettiği heyetlerin teşkilini temin ettiğini söyleyip, artık mukadder olan Yunan işgali önünde neler yapılması icap ettiğinin şimdiden düşünülüp lüzumlu tedbirlerin alınmasını teklif ve tavsiye etti. Bugün daha iyi anlıyorum ki, müftü efendinin sözlerinde hiç bir imkânın gerçekleşmesi şartı yoktu. Yapılması gereken vatanın istiklâli ve haysiyeti icabıydı. İlmi, irfanı, ahlâkı ile muhitin hürmet duyduğu muhterem şahsiyeti, sancağın her tarafında sevilen ve sayılan adamdı. Ahmed Hulûsi Efendi çok zor şartlar altında vazifeye çağırdığı kimseleri meziyet ve hususiyetleriyle çok iyi takdir ederek tayin ve tespit etmişti. O müstesna günlerin bendeki en derin intibaı şudur: “Çok güç şartlar altında girişilecek hizmetlere lâyık manevi rehberler bulur ve onların telkinleri kalp ve vicdanlarda ümit izleri meydana getirebilirse elde edilemeyecek güzel neticeler, ufukların ardında demektir. Ben Ahmed Hulûsî Efendinin Mübeccel ve muhterem varlığında bu ebedî hakikatin en muhteşem misalini görmüşümdür.”
MÜFTÜ AHMET HULUSİ EFENDİ’NİN 15 MAYIS 1919’DA MİLLİ MÜCADELEYİ BAŞLATAN FETVASI Muhterem Denizlililer…Bugün sabahın erken saatlerinde İzmir, Yunanlılar tarafından işgal edilmiştir. Bu tecavüze karşı hareketsiz kalmak, din ve devlete ihanettir, vatana karşı irtikab edilecek cürümlerin Allah ve tarih önünde affı imkânsız günahtır. Cihad, tam manasıyla teşekkül etmiş dini farize olarak karşımızdadır.Hemşehrilerim, karşımıza çıkarılan dünkü tebaamız Yunan’a biz mağlup olmadık. Onlar öteki düşmanlarımızın vasıtasıdır. Yunan’ın bir Türk beldesini ellerine geçirmelerinin ne manaya geldiğini , İzmir’in şu birkaç saat içinde irtikap edilen cinayetler gösteriyor.Silahımız olmaya bilir, topsuz – tüfeksiz sapan taşları ile de düşmanın karşısına çıkacağız. İstiklal aşkı, vatan sevgisi hassasiyet şuurumuz ile kalbimizdeki iman ile mücadelemizin sonunda zaferi kazanacağız. Bu uğurda canını verenler şehit, kalanlar gazilerdir. Bu mutlak olarak cihad-ı mukaddestir.Sizlere vatanımızı düşmana teslim etmenin çaresiz olduğunu söyleyenler, düşman esareti altında olanlardır. Onlar irade ve kararlarına sahip değillerdir. Bu vaziyette onların emri ve fetvası aklen ve şer’an caiz, makbul ve muteber değildir. Meşru olan münhasıran vatan müdafaası ve istiklal uğruna cihattır.Korkmayınız…! Meyus olmayınız…! Bu livay-ı hamd’in altında toplanınız ve mücadeleye hazırlanınız. Müftünüz olarak cihad-ı mukaddes fetvası’nı ilan tebliğ ediyorum.
KAMBUR İZZET ADLI İŞBİRLİKÇİ HAİN VALİ
Sevgili Okurlar,Vahidettin ve Damat Ferit’e her dediklerini yaptırtan İngilizler, ilk önce Vahdettin ile Damat Ferit’e gönülden bağlı olan Kambur İzzet lakabıyla anılan İzzet Paşa’yı 11 Mart tarihinde Aydın ve havalisine vali olarak atanmasını sağlamışlardı. Aydın vilayetinin idare merkezi İzmir olduğundan, 23 Mart’ta göreve başlayan İzzet Paşa, zaman içinde İzmir valiliğine de uhdesine alıyordu.Nitekim Ocak 1919’da İngiliz Yüksek Komiser Yardımcısı Richard Webb’in İngiliz Dışişleri Müsteşarlığına yazdığı özel raporda şöyle diyordu Webb: “ Görünürde ülkeyi işgal etmediğimiz halde, şimdiden valilerini atıyor veya görevlerinden uzaklaştırıyoruz.” İşte bu atamayla beraber İngilizler, işgal sırasında ortaya çıkabilecek tüm sorunları giderecek olan sağ kollarını da bulmuşlardı: Kambur İzzet Paşa! Ali Fuat Türkgeldi, Sultan Vahidettin’in bu adama Kambur Felek’ten kinaye olarak Felek Bey dediğini yazar. Felek Bey, aynı zamanda olanı, biteni İngiliz Yüksek Komiserliği’ne yetiştiren adamdır. (22) Açıktan İngilizlerin adamıdır “Yunan hazırlıklarına karşı Türk savunmasını zayıflatmak için İtilâf Devletleri’nin Nurettin Paşa’nın geri çekilmesini istediklerinden” (23) bahseden Gotthard Jaeschke, Vali İzzet’in İtilâf Devletleri’nin dostu olduğunu kaydetmektedir. (24) Devrin Türk gizli teşkilâtının Başkanı olan Albay Hüsamettin Ertürk, İzzet Bey’in “İngiliz Konsolosluğu’ndan aldığı talimatlarla hareket ettiğini” yazmaktadır. (25) Ahmet İzzet Bey, 17 Mart’ta Millî Sinema’da kongre çalışmaları yapılırken Dahiliye Vekâleti’ne “Nurettin Paşa’nın kumandan olarak İzmir’de kalmasının katiyen münasip olmadığından” bahseden ve Paşa’nın İzmir’den uzaklaştırılmasını isteyen bir yazı gönderir. (26) Bu gün emsallerini bolca gördüğümüz Kambur izzet, Nurettin Paşa’nın yerine de Balkan Savaşlarında başarısız olmuş, liyakatsizlikten emekli edilmiş, Ali Nadir Paşa’nın, İzmir ve havalisinden sorumlu 17. Kolordu komutanı olarak atanmasını sağlamıştır. Ali Nadir Paşa Ermeni tehcirini bahane ederek Türk Milliyetçilerini tasfiye için kurulan Divani Harp heyetinde başkan olarak bulunmuştur. Selanik’i tek mermi atmadan düşmana teslim eden adamdır. Bu defa da İzmir’i yine tek mermi atmadan Yunana teslim edecektir. Ali Nadir Paşa’yı getirmek oldu. Sonrasında da İzmir Müdafai Hukuk Cemiyeti ile uğraşmaya başladı. Onları ittihatçılıkla suçladı, baskı altına aldı. İzmir’e gelir gelmez Yunan halkının dostu olduğunu ilân eden (27) bu Vali ihanet tarihine “Kambur İzzet” adıyla geçmiştir. Birinci ve ikinci Tevfik Paşa kabinesinde Evkaf Nazırıdır. İkinci Tevfik Paşa kabinesinde hem Evkaf Nazırıdır hem de Dahiliye Nazırlığı görevini vekâleten uhdesinde bulundurmaktadır. İbnülemin, onun kabineye girmek için fart-ı hırsı sebebi ile iki defa bayıldığından ve ağlayarak Tevfîk Paşa’nın ayaklarına kapanıp Evkaf Nazırhğı’nı kaptığından bahseder. (28) Cavit Bey’in notlarına göre Bakan olmasını bizzat Sultan Vahidettin istemiştir. Aslında Kambur İzzet, İngilizlerin kabinedeki adamı olarak bilinir. Emirleri ya doğrudan doğruya İngilizlerden almıştır ya da dolaylı olarak Padişahtan! (29) Bu Kambur İzzet, Türk vatanının parçalanması için Paris konferansında teklif üzerine teklif veren Kürtçülerin elebaşlarından Şerif Paşa’nın amcası, Abdülhamit devri Hariciye Nazırları’ndan Kürt Sait Paşa’nın kardeşidir! Kız kardeşini de hıyanet tarihine Nemrut Mustafa Paşa olarak geçen Kürt Mustafa Paşa’ya vermiştir! Bu Nemrut Mustafa Paşa, 19 Mayıs günü paylaştığımız Çok kıymetli Devlet adamlarımızdan Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey’i suçsuz bulunduğu halde bir oldu bittiyle idama mahkûm edecek bu idam kararı aynı hızla Vahidettin tarafından onaylanacaktır.
Celal Bayar, bir zamanlar kendisinin de tutuklanması için emir veren Vali Ahmet İzzet’i şöyle tanımlamaktadır: “… Vatana bağlılığı şüphelidir. Devleti ayakta tutan milliyetçiliğin gönüllü düşmanıdır.” (30) Galip Kemalî Söylemezoğlu ise “Dahiliye Nazırı iken ne vakit İngiliz Sefareti’ne gitmiş isem İzzet Bey’i Baş tercüman Rayn’ın yanında, yahut kapısında gördüm” demektedir. (31) Yaklaşan Yunan işgaline karşı halkı teşkilâtlandıran Nurettin Paşa, işte İngiliz Sefareti’nden çıkmayan bu adamın, daha İzmir’e gelmeden önce başlattığı teşebbüsler sonunda görevinden alınmıştır. Nurettin Paşa önce İstanbul’a gidecek, sonra Anadolu’ya geçip Milli Mücadale’ye katılacaktır. Ali İhsan Paşa’dan boşalan Birinci Ordu Kumandanlığına tayin edilen Nurettin Paşa 30 Ağustos’ta İzmir’e giren muzaffer ordunun komutanları arasındadır. Milli meselelerde tavizsizliği Ali Kemal ve Hristomos gibi hainlerin halk tarafından linç edilmesine göz yumması sebebiyle hukuka aykırı davranması sebebiyle eleştirilmiştir. 1924’te ordudan emekliye ayrılan Paşa aynı yıl yapılan ara seçimde Bursa Milletvekili olarak Meclis’e girecektir. Nurettin Paşa 18 Şubat 1932de ölmüştür. (32) Sevgili Okurlar,Vali Ahmet İzzet hakkında İngiliz belgelerinde de bazı kayıtlara rastlıyoruz. İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe, Londra’ya yolladığı 19 Ocak 1919 tarihli şifrede, yeni Tevfik Paşa kabinesi hakkında bilgi verilirken, Selânikli gizli bir Musevi olduğu söylenen Dahiliye Nazırı Mustafa Arifin yerine Ahmet İzzet’in tayin edildiğini belirttikten sonra diyor ki: -Bizimle işbirliği yapmaya hazırdır!(33) İngilizlerle işbirliği yapmaya hazır olan, hatta bazı kaynaklara göre İngilizler’in adamı olan bu Vali, Yunan işgalini önlemek için kurulan direniş örgütlerini baskı altına almıştır. İttihatçılık ve komünistlik yapmakla suçladığı Hukuk-u Osmaniye Cemiyeti’ni kapatmıştır.Nurettin Paşa’nın bizzat kurduğu ve himaye ettiği diğer milliyetçi teşkilatları kapatmıştır. Türk Milletine alçakça saldıran Rum Kozmos Gazetesi yazarı Laskaridis’i kapılara kadar uğurlamaktan utanmamış, fakat milliyetçi basın organları olan Anadolu ve Duygu Gazeteleri’ni kapatmıştır.Kambur İzzet gerek işgal sırasında, gerek işgalden sonra Yunanlılarla mükemmel bir uyum içinde çalışmıştır. Görevini kalp krizinden öldüğü 5 Ocak 1920 tarihine kadar sürdürdü. Hizmetleri nedeniyle, zamanın Yunan hükümeti kendisini “Anoteron Taksiarhis” nişanı ile ödüllendirdi. Bu hain işbirlikçi Kürtçü İzzet’in ölüsü bile dönemin hükümeti tarafından kahraman muamelesi gördü ve cenazesi, Yunan hükümeti tarafından, korgeneral rütbesinde bir askerin cenazesine eşdeğer tutularak devrin askerî ve mülkî erkânının katıldığı görkemli bir törenle Emir Sultan Dergâhı Haziresi’ne defnedildi!Kambur İzzet, İzmir’deki millî mukavemet teşkilatlarını teker teker çökertirken, tıpkı kendisi gibi “Saray’ın ve İngilizler’in âleti olmak dışında hiçbir niteliği bulunmayan”(34) Ali Nadir Paşa, 17. Kolordu Komutanı olarak İzmir’e tayin edilir. Cevat ve Fevzi Paşa’ların ısrarlı muhalefetine rağmen 17. Kolordu Komutanlığı’na atanan bu adam, tıpkı Kambur İzzet gibi şahsiyetsiz, haysiyetsiz, aciz, uyuşuk ve duygusuzdur. (35)
SELANİK VE İZMİR’İ TEK KURŞUN PATLATILMASINA MÜSAADE ETMEDEN TESLİM EDEN HAİN ALİ NADİR PAŞA!
Sevgili Okurlar,Ali Nadir Paşa denilen işbirlikçi hain Ermeni tehcirini bahane ederek Türk Milliyetçileri’ni tasfiye etmek maksadıyla kurulan Divan-ı Harp’te, hemen hemen içlerinde bir tek Türk’ün bulunmadığı Nemrut Mustafa’larla, Moiz Zeki’lerle, Artin Musdicyan, Misak Markaryan ve saire ile birlikte çalışmayı içine sindirebilmiş, 27. Fırka Kumandanlığından emekli bir Tuğgeneral’di. Muhtemelen Türk değildi. Tarihçilerin, bir İngiliz veya müttefik işgaline boyun eğecek tıynette olduğunu kaydettikleri bu Paşa “muteberân” denilen vatansız aydınlarla, Baş mabeynci Lütfü Simavî Bey’in hırsızlığından bahsettiği Hasan adındaki başka bir haysiyetsiz Paşa ile birlikte Selânik’i düşmana teslim eden adamdır!Atatürk’ün “hain ve korkak”(36) dediği “Vatan haini olması gerekçesi ile Yüzellilikler listesinin 22. sırasında yer alan bu cinsi, cibilliyeti belirsiz Paşa ile Kürt Vali bakınız İzmir’i nasıl düşmana teslim edecektir.Kâzım Özalp, Nurettin Paşa’nın görevden alınmasından sonra 17. Kolordu Kumandanlığına vekâlet eden Albay Süleyman Fethi Bey ile Ali Nadir Paşa arasında geçen bir konuşmayı nakletmektedir. Ali Fethi Bey 17. Kolordu’nun yeni komutanına “İzmir’in işgal edilmesi hâlinde, hükümetten bir emir verilmediği takdirde işgale karşı nasıl hareket edileceğini” sorar.Aldığı cevap tam bir sorumsuzluk örneğidir:- Orasını hiç düşünmedim!- Orasını işgal vâki olduktan sonra mı düşüneceksiniz?- Ne zaman lazım gelirse, o zaman düşüneceğim!(37) 6 Mayıs’ta Paris’te toplanan Amerikan Başkanı Wilson, İngiliz Başbakanı L’loyd George ve Fransız Başbakanı Clemenceau, Yunanlılar’ı İzmir’i işgale dâvet ederler. (38) 7 Mayıs da Paris Barış Konferansı’nda Venizelos, Türklere keyfiyetin ancak, karaya asker çıkarmadan az önce bildirilmesini teklif etmiştir.11 Mayıs’ta İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe, Paris’ten aldığı emir üzerine ve işgali yönetmek vazifesi ile İstanbul’dan İzmir’e hareket eder. Yarın devam ediyoruz.Değerli Arkadaşlarım,15 Mayıs 1919 günü dünya tarihinin gördüğü en büyük vahşetlerden birisi yaşanacak sonraki paylaşımlarımızda anlatacağımız gibi, Padişahın işgalden çok sonraları haberi olacak, Devletin Başbakanı, İçişleri Bakanı, Valisi ve Yetkili Generali halkın ve askerlerin direniş imkânlarını yok edeceklerdi!Bu gün yaşadığımız hadiselerin benzerini 103 yıl önce de yaşadık ve daha işgalin ilk gününde 8635 Türk hunharca katledildi. İşgal öncesi Kolordu komutanının emriyle ellerinde ki tüm silahları alınan işgal günü ise teslim olarak düşmana teslim edilen Askerlerimiz katledildi. Askerlerin evde çaresiz bir şekilde bekleyen eşlerine ve çocuklarına tecavüz edilerek süngülendi.. Sokaklar katledilen Türklerin cansız bedenleri ile doldu.. Bu vahim hadiselerin nasıl yaşandığını tüm detayları ve sarih kaynaklarla ibretle okuyunuz..
Tüm değerli Arkadaşlarımıza sağlıklı, huzurlu, umut dolu güzel günler geçirmelerini diler sevgi ve Saygılar sunarım.15.05.2022 Saat 23.55TANER ÜNAL
DİPNOTLAR 1- Mustafa Turan İzmir’in Yunanlılar Tarafından İşgali 2- Paul HELMREİCH, Sevr Entrikaları (Çeviren: Şerif Erol), İst,1996, s. 6.3- Bige YAVUZ, Kurtuluş Savaşı döneminde Türk-Fransızilişkileri 1919-1922, Ankara 1994, s. 31.4- HELMREİCH, Sevr Entrikaları, s. 10.5- HELMREİCH, Sevr Entrikaları, s. 13.6- Fethi Tevetoğlu, Milli Mücadelede Kuruluşlar7- Rıfkı Salim BURÇAK, “Türk-Yunan İlişkilerinin Bize Öğrettikleri”, Türk-Yunan ilişkileri Sempozyumu Bildirileri, Erzurum 1988, s. 47; Yuluğ Tekin KURAT, “Yunanistan’ın Küçük Asya Macerası”, III. Askeri Tarih Semineri, Ankara 19B6, s. 4098- Suat AKGÜL, “Paris Konferansı’ndan Sevr’e Türkiye’nin Paylaşılması Meselesi”,Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi (AAMD) VIII/23 (1992), s. 393.9- Asaf GÖKBEL, Milli Mücadele’de Aydın, Aydın 1964, s. 18; Hüseyin IŞIK, “Anadolu’da Yunan Mezalimi”, III. Askeri Tarih Semineri, Ankara 1986, s. 378. Akt Mustafa Turan10- Sina AKŞİN, “Paris Barış Konferansında Yunanlıları İzmir’e Çıkartma Kararı”, III. Askeri Tarih Semineri, Ankara 1986, s. 17711- Mustafa Turan İzmir’in Yunanlılar Tarafından İşgali12- İzzet ÖZTOPRAK, Türk ve Batı Kam. Milli Mücadele, Ankara 1989, s. 47.13- Anadolu Gazetesi, 10 Teşrinisani, 1334 (10 Kasım 1918) zikreden: Nurdoğan Taçalan, Ege’de Kurtuluş Savaşı Başlarken, Ankara 2007, s: 18.14- Le Bonque d’Anatolie. Akt Necdet Sevinç İstiklal Harbinde Etnik İhanet.15- Anadolu Gazetesi, 11 Teşrinisani, 1334, zikreden: Nurdoğan Taçalan, a.g.e., s: 24.16- Anadolu Gazetesi, 11 Teşrinisani, 1334, zikreden: Nurdoğan Taçalan, a.g.e., s: 23.17- Hüsamettin Ertürk, İki Devrin Perde Arkası, İstanbul 1964, s: 310. Necdet Sevinç İstiklal Harbinde Etnik İhanet18- Selahattin Tansel, Mondrostan Mudanya’ya kadar, c:1, Ankara 1973, s:175. 19- Necdet Sevinç İstiklal Harbinde Etnik İhanet.20- Nurdoğan Taçalan, a.g.e., s: 200-201.21- Nurdoğan Taçalan, a.g.e., s: 209.22- Sina Akşin, a.g.e., c: 1, s: 174.23- Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı İle İlgili İngiliz Belgeleri, İstanbul 2001, c: 1, s: 109.24- Gotthard Jaeschke, a.g.e., c: 1, s: 84.25- Hüsamettin Ertürk, a.g.e., s: 311.26- Sina Akşin, İstanbul Hük ve Millî Mücadele, c: 1, İstanbul 1992, s: 253.27- Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, c: 1, Ankara 1993, s: 187.28- İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Son Sadrazamlar, c: 2, İstanbul 1969, Millî Eğitim Bakanlığı Yayını, s: 1718, 1 numaralı dipnot.29- Sina Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Millî Mücadele, c: 1, s: 79.30- Celal Bayar, Ben De Yazdım, c: 5, İstanbul 1967, s: 1643.31- Galip Kemalî Söylemezoğlu, Başımıza Gelenler, İstanbul 1939, s: 94.32- Kamil Erdeha, Milli Mücadele vilayetler ve valiler, İst33- Salahi Sonyel, Kurtuluş Savaşı Günlerinde İngiliz İstihbarat Servisi’nin Türkiye’deki Eylemleri, Ankara 1995, s: 7, Türk Tarih Kurumu Yayını.34- Sina Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Millî Mücadele, c: 1, s: 252. 35- Sabahattin Selek, Anadolu İhtilâli, c: 2, İstanbul 2000, s: 238.36- Nimet Arsan, Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannâmeleri, (1917-1938) Ankara 1964, s: 39.37- Selahattin Tansel, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, c: 1, s: 184.38- Salahi Sonyel, Kurtuluş Savaşı Günlerinde İngiliz İstihbarat Servisi’nin Türkiye’de Eylemleri, Ankara 1 Zeki Sarıhan, a.g.e., c: 1, s: 232.
39394 Yorum11 Paylaşım
ÇEVRE
24 Kasım 2024ÇEVRE
24 Kasım 2024ÇEVRE
24 Kasım 2024DENİZCİLİK
24 Kasım 2024ÇEVRE
24 Kasım 2024DENİZCİLİK
24 Kasım 2024ÇEVRE
24 Kasım 2024