-Kendini bilmek kolay olmayıp çok zahmetli bir sınavdır.
-Fakat bir sınavın üstesinden gelmenin tek yolu, ne kadar zor olursa olsun onunla yüzyüze
gelebilmektir. Bu kaçınılmazdır.
-Aslında insanların en derinlerindeki öz nedeniyle hakikati bilmelerine karşın bu hakikat, çıkar,
maddecilik, güvensizlik ve korku denen kalın ve baharatlı bir kabuğun altında gömülü kalmıştır.
-Çünkü insanlar, varoluşlarının tüm dakikalarını yüzeysel, yapay, geçici, hoş lezzetli, hoş görünüşlü
tasarılar yapmakla geçirip, yaşamlarının pek az zamanını sonsuz varlıklarını geliştirecek eylemlere
ayırırlar.
-Halbu ki; Evren hala tasarlanmakta olan bir projedir ve maalesef insanlar birer varlık olduklarını
anlayamayacak kadar meşgul ve bilgisiz görünmektedirler.
-Bu nedenle de hakikati yaşamak yerine, koşulların ve durumların evrensel yasayı, konfor, maddecilik
ve güvensizlik altına gömmelerine izin verirler.
-Bu dünyada hakikati yaşayamayan çoğu kişi belirli ritüellere uydukları takdirde gelecek cennetimsi bir
durumda keyiflerini süreceklerini inandıkları sonsuz bir mutluluk düşüncesine sığınırlar.
-Fakat maalesef evrende bizim tarafımızdan gözlemlenebilir her şey geçici olduğundan ve ne ebedi
var olmaya, ne de yok olmaya değilde yalnızca sonsuz bir dönüşüme tabi olduklarından kolayca
gözlemlenemeyenin de aynı evrensel sabit değişim yasasına uyacağını öngörmek akıllıca olur.
-Doğaldır ki; hakikati yaşamak çok güç bir iş olup yüksek bir düşünme gücü ve bilinç gerektirir.
-Buna karşın birçok insan, kendini düşünüyor sanır.
-Oysaki tek yaptıkları ön yargılarını yeniden gözden geçirip, düzenlemektir.
-İşte bundan dolayıdır ki; Son aşama olan “kendini bilmeyi öğrenmek” oldukça zordur.
-Unutulmamalıdır ki; Zorluklarla mücadele etmiş aklıselim bir akılda daima güzel şeyler bulunur.
-Onun için mücadele ederek kamil insan olma yolunda bilgi ve dolayısıyla bilinç seviyemizi
yükseltmemiz gerekir, böylece dış görünüşler süpürülerek kökende olan araştırılabilir.
-İnsanlar tüm korkulardan özgür olmalıdır. Tutkularını bağımlılıklarını bırakabilmelidir, çünkü tutku ve
bağımlılık demirin üzerindeki pas gibidir, onun parlaklığını, gerçek yüzünü örter.
-Gerçek “ruhsallık” güdülmeyen ben, yani mantık ve sevginin uyumudur. Hakikatin yolu yoktur ve
hakikat sınırsız ve koşulsuz olduğu için önceden organize edilemez.
-Hakikat, her yaprağın altında, her gülüşte, her gözyaşında, kişinin sözcüklerinde, duygularında,
düşüncelerinde dir, çünkü yaşamın kendisi koşulsuz hakikattir.
-Dolayısıyla, hakikat her birimizin içindedir, onu ancak yalnız başımıza, onu gizleyen örtüyü kaldırarak
gene kendimiz keşfedebiliriz.
-Örtüyü kaldırmak ise sahte olanı keşfetmektir. Sahte olan tanındığı anda ortadan kalkar ve hakikat
ortaya çıkar.
-Koşullandırılmış beyinler, teoriler, rahatlatıcı tezler, cehaletimizi, bencilliğimizi ve hasisliğimizi
görmemizde bize yardımcı olamaz.
-Kendimize berrak gözle bakabildiğimizde gerisi gelecektir.
-Bunun ilk adımı, zihnin farkına varılmasıyla atılır.
-Daha sonra başarmasız başarmayı amaçlayan zihin denetim teknikleri kullanarak zihnin kendi içine
döndürülmesi ve varlığımızın en iç girintilerinin araştırılmasıyla ne sizin ne benim ne de başkasının
olan zihin boşaltılabilmelidir.
-Bir ayna nasıl her an önüne gelecek olan bir objeyi görüntülemeye hazır ise boş zihinde her şeyi
aksettirecektir. Tıpkı obje aynanın önünden çekildiğinde aynada iz kalmadığı gibi boş zihinde her bir
şey, iş bittiğinde bir iz bırakmadan kaybolacaktır, zihin olaylardan etkilenmediğinden daima
tarafsızlığını, bağımsızlığını koruyacaktır.
-Böylece tüm görecelikler var olmayan olarak görülerek geriye algılanacak bir şey kalmaz.
-Algılanacak bir şey olmaması, tüm değişik görünüşleri gözlemlemek fakat onlardan etkilenmemek
yani şeklin ötesine geçebilmek, manayı yakalayabilmektir.
-Bu sayede aydınlanmayı başarıp hakikate erişebiliriz.
-Kişiyi olgunlaştıran yalnızca ve yanlızca hakikatin algılanmasıdır. Bunun için de kişi ona bölünmemiş
dikkatini vermek zorundadır ve bu bölünmemiş dikkat ancak hiç bir seçim, dolayısıyla dikkatin
dağılması fikri olmadığı zaman ortaya çıkar.
-Zihni boşaltabilmenin en önemli öğelerinden biri de AN’da yaşayabilmektir.
-An’da yaşanıldığında ve an’a tüm dikkatimiz verildiğinde belleğimiz kayıt yapmaz.
-Manuple edilmemiş insan duygusal belleğinde kayıtlı anıları tekrar tekrar hatırlayarak geçmişte
yapmış olduklarından ya pişmanlıktan, ya tecrübesizliklerinden, ya verdiği yanlış kararlardan, ya
kendisine yapılan haksızlıklardan ya da kendisinin yaptığı haksızlıklardan, acı çeker.
-Yani manuple edilmemiş insan geçmişe dönük olarak düşündüğünde her zaman kendini eleştirecek
yada kendine yapılan davranışları eleştirecek bir şeyi mutlaka bulur.
-Bu nedenle de bu yaşananları tutku haline getirerek ya intikam duygusu geliştirir ya da siner korunma,
korku veya pişmanlık duygusu geliştirir bundan dolayıda, sonuçta geçmişinde yaşar.
-Ve gelecekte bir daha bu yaşamış olduklarını, yaşamayacağı ortamların hayallerini kurar.
-Geçmiş yada gelecekte yaşayan kişi AN’a tüm dikkatini veremez. An’ın kendisini “şimdi ve burada”
yaşayamaz.
-Farkındalığın olduğu yerde tepki olmaz ve farkındalık ışığını ‘AN’ a yöneltmeyen kişi, bir an sonra
geçmiş olacak anların karanlığında kalmaya kendini mahkum eder.
-İşte bu da, karanlık, cehalet, bencillik tutku ve bağımlılığı doğurur.
-An’da tüm farkındalığımızla dolu dolu yaşadığımızda hiç bir eksiklik kalmayacağı için, bir an sonra
“geçmiş” olacak olan bu an, eksikliği tamamlamak için bizi kendisine doğru çekmez, ve biz yeni bir an’ı
deneyimlemek üzere tümüyle özgür oluruz.
-Her şey doğası ve evrenin yasası gereği tamamlanmak, bütünleşmek, bir olmak ister.
-Tüm dikkatimizi veremediğimiz için tamamlanmayan an da daha sonra tamamlanmak umuduyla
bellekte “kaset” olarak kayda geçer.
-Sonunda bu kasetler öylesine çoğalır ki zamanla insanın tüm yaşamı, oluşmuş olan kasetlerle
yönetilir hale gelir ve kişi adeta robotlaşır, yaşadığı hayat bir hapis hayatına dönüşür. robotlaşan ve
tutsak hayatı yaşayan kişinin de hakikate varması olası değildir.
-Anılar ve hayaller kesildiği zaman geçmiş ve gelecekte var olamaz.
-Şimdiki zaman her ikisinden de daha katı bir şekilde var olmayı sürdürür, fakat geçmiş ve gelecek
zamanla ilişkili olarak düşünülmediğinden o artık şimdiki zaman olarak adlandırılamaz.
-Aydınlanmış kişinin zihni zamansal ilişkilerden bağımsızdır.
-Robotlaşmanın getirdiği ve cahilliğin doğurduğu üç zehir; “yanlış arzular,” “öfke ya da tutku” ve
“bireyin kendi gerçek doğasını bilmemesidir.”
-Bu zehirlerden bütün düşüncelerimiz ve bizi yeniden doğum çemberine bağlayan hareketler doğar.
-Halbuki; an’da yaşayan, tüm bağımlılıklarından, tutkularından kurtulmuş kişi TEK’ liğin ve yaşanan
yaşantının BİR olduğunu bilir. Bu, her ikisinin de aynı olduğu demek değildir. Burada, kastetmek
istediğim her şeyin gerçek veya ayrılmamış şeklini ve geçici, ayrılmış şeklini, ikisi arasında bir ayrım
yapmadan algılamaktır.
-Yokluğa tutunup gündelik hayatı boş verenler de en az nesnelere, nesne gözüyle bakıp temeldeki
birliği algılayamayanlar kadar hata içindedir. İlerleyiş yoluna yeni başlayanlar, nesneleri nesne olarak
algılayanlar mümkün olduğunca temeldeki BİR lik fikrine takılmalı ve böylelikle kendilerini daha sonra
gelecek olan sezgisel anlayışa hazırlamalıdır.
-Evrende her şey zıddıyla kaimdir, böylece varlık ve yokluk birbirlerini üretir, zor ve kolay birbirini
tamamlar, uzun ve kısa birbirini biçimlendirir, ön ve arka birbirini izler, yüksek ve alçak zıtlığı doğurur
ve zıtları, ancak hakikatin özüne varanlar birleştirebilirler.
-Çünkü, hakikat hep aynı hakikattir. Değişen yalnızca, duyan, gören, bilen ve idrak edenlerin bakış
açıları ve seviyeleridir.
-Evrende var olan zıtlık insan zihninin çevreyi, nesneyi tanımasını sağladığı içindir ki kişi nesneyi
kendisinden ayrı evrenin içinde sayısız parçalara ayrılmış olarak görür, algılar.
-İşte bundan dolayı, var olan teklik ile yaşamın içindeki çokluk her zaman baki olan hakikatin iki
yüzüdür. Yani “Bir ikiyi doğurur. İki üçü, üç de tüm binlerce eşyayı. Bundan boşluk ruha, ruh yaşama,
yaşam öze ve öz de şekle dönüşür.
-Tam tersi olarak binlerce eşya üçe, üç ikiye, iki bire döner. Dolayısıyla bu enerjilere bol miktarda sahip
olmak yararlıdır” çünkü çeşitlilikten birlik doğar.
-Bir deyiş vardır: “Götür beni. Hakiki olmayandan hakikate. Karanlıktan ışığa. Ölümden ölümsüzlüğe”.
Aslında hakikate varan gördüğünü tanır.
-Unutulmamalıdır ki; cehalet ve ondan kaynaklanan her şey tüketilebilir, fakat bilgelik ile görülebilen
bilgi ve gerçekler tükenmezdir.
-Yaşamın örümcek ağını ören, insanın kendi değildir. İnsan, bu ağ içinde yalnızca bir teldir. Bu telin,
ağa yaptığı her katkıyı aslında insan kendi kendine yapmaktadır.
-Çünkü gerçek mutluluk iç barış ve huzurdan gelir, bu da iyilik tohumlarının ekilmesiyle, şefkatle ve
merhametle cehaleti, bencilliği, açgözlülüğü yok etmekle gerçekleşir.
-Şefkat ve merhameti ise maalesef büyük kentlerin renkli vitrinlerinden satın alamayız ya da makinada
üretemeyiz.
-Ancak içsel gelişmeyle akıl ve vicdanımızı çalıştırarak elde edebiliriz.
-İnsan kendi geleceğini ve yaşayacaklarını da her zaman var olan iç düşüncesi ile gene kendisi
oluşturmaktadır.
-Zaten akıl ve vicdan tıpkı vücudumuzun kasları gibi çalıştırılmadığı zaman zayıflar.
-İşte bu çalışmalar bizi yukarıda bahsettiğimiz tam tarafsızlık haline getirir.
-Tam bir tarafsızlık durumuna gelmeyi öğrendiğimizde, her şeyi temel birlik durumunda
görebildiğimizde ise zihinlerimizin o doğuştan gelen saflığıyla huzurlu yaşarız. Hem de bu zihinlerin bizim bile olmadığını fakat yaratılmamış, her zaman var olan zihin olduğunu keşfederek.
-Aslında soru, olmak ya da olmamak değildir.
-Soru aynı zamanda ne olduğumuzdur:
-Gerçekten et ve kemikten oluşmuş insanlar mıyız?
-Dünyamız gerçek şeylerden mi oluşuyor?
-Yoksa bilinçmi? Bizi çevreleyen.
-Aslında: şeyin kendisine dair kesin bir bilgimiz olamaz. Biz yalnızca şeyin görülenini bile biliriz.
-Buna karşılık insan aklının şeyleri nasıl kavradığını deneyime dayanmaksızın söyleyebiliriz. Nitekim
gök gürültüsünden önce geldiği için, şimşeğin gök gürültüsünün nedeni olduğu sanılır. Halbuki bu
ikisininde nedeni bir başka üçüncü etmen olan bulutlardan elektrik deşarjıdır.
-Benzer şekilde Fransız filozof ve matematikçisi Descartes: “Rüya görürken de gerçek bir şey
yaşadığımızı sanırız. Gerçek duygularımızı rüyadaki duygularımızdan ayırt edebilirmiyiz.? demiştir.
-Bunu iyice düşündükten sonra uyanık durumumuzu rüyadan ayırt edebilecek tek bir özellik bile
göremiyorum” diyerek devam eder “Tüm yaşamın bir rüya olmadığından nasıl emin olabilir insan”.
-William Shakespear “As you like it” adlı eserinde o şiirsel anlatımıyla şöyle der: “Tüm dünya bir
sahnedir, yalnızca birer oyuncu olan kadınlarla erkeklerin sahneye girip çıktığı. Ve tek bir insanın ömrü
boyunca pek çok rol oynadığı”.
-Aslında sonsuzluk içinde varolan insan, ya şuur boyutunda kendisini tanıyıp sonsuza ayna olma,
huzur ve saadetini yaşayacak ya da bilgi ve idrak yetersizliği nedeniyle kemalini şartlanmalara
bırakmış bir halde, ben bir maddeyim vehmi ile et ve kemik batağında mahvolacaktır.
-Zaten insanla diğer canlılar arasındaki farkta, insanların gördüklerinin ardına geçebilmesi kadardır.
Unutulmamalıdır ki; bir insan yedi yaşındaki inançları ile elli yedi yaşında kendini hala iyi ve mutlu
hissediyorsa, ömrünü boşa harcamış demektir.
-Zaten yaşamın bizzat kendisi de, sürekli öğrenmek ve öğrendiklerini yaşayabilmek içindir.
ÇEVRE
24 Kasım 2024ÇEVRE
24 Kasım 2024ÇEVRE
24 Kasım 2024DENİZCİLİK
24 Kasım 2024ÇEVRE
24 Kasım 2024DENİZCİLİK
24 Kasım 2024ÇEVRE
24 Kasım 2024