DOLAR 34,5467 0.18%
EURO 36,0147 -0.62%
ALTIN 3.005,411,48
BITCOIN 34160730,46%
İstanbul

YOĞUN KAR YAĞIŞLI

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

GELECEĞİN, GEÇMİŞE ETKİSİ

GELECEĞİN, GEÇMİŞE ETKİSİ

ABONE OL
24.06.2022 19:53
GELECEĞİN, GEÇMİŞE ETKİSİ
1

BEĞENDİM

ABONE OL


Kuantum Fiziğinde Geçikmiş Seçim Deneyi “teklif” ve “eko dalgası”
��Rezonans, Eko her bir hücre dahil olmak üzere her canlıda ayrı ayrı bulunan tüm organlar ve
dünyadaki tüm nesnelerin kendilerine ait özel bir titreşim aralığı vardır.
��Bu her madde için değişmez olarak aynıdır. Maddelerin titreşim enerjilerini incelediğimizde farklı
objelerin genellikle farklı farklı frekanslarda titreştiğini gözlemleriz. Bazıları ise aynı yada benzer
frekansta titreşir. Bunu piyanodan da biliriz; piyanonun herhangi bir tuşuna bastığımız zaman, bu tuşla
uyumlu olan diğer bütün teller de titremeye başlar. Notaların daha pes ya da tiz olması, hiç önemli
değildir. Uygun frekansta olmaları onların titreşime geçmeleri için yeterlidir.
��Diğe insanlar, nesneler veya olaylar, eğer bizimle aynı frekansta iseler, içimizde oluşturduğumuz
titreşim alanına karşı koyamazlar. Bizim titreşimlerimize tepkisiz kalmaları mümkün değildir. Nasıl ki
piyanonun basılan tuşuyla aynı frekanstaki diğer teller bu tuşun hareket ile titreşmek durumunda
kalıyor ise, bizimle aynı frekanstaki insanların, nesnelerin ve olaylarında bizim titreşimlerimize
katılmaktan başka seçeneği yoktur. Bizim titreşimlerimizle uyumlu olan her şey, karşı koymaksızın
kendiliğinden bizim hayatımıza çekilecektir.
��Bu bizim için her zaman olumlu bir şey anlamına gelmez. Mesela titreşim bazen maddeyi tahrip
edecek kadar kuvvetli olabilir. Bir opera sanatçısı sadece sesinin gücü ile bir bardağı çatlatabilir.
Burada yaptığı şey enerjiyi boşluktan bardağa iletmektir. Eğer bardağa iletilen enerji bardak ile aynı
titreşime sahipse, yani bardağın moleküler yapısı ile aynı frekansta ise, basınç bardağı çatlatacak
kadar büyük olabilir. Biz bir bardak gibi çatlamayız tabii ki, ama içimizdeki “düşük frekanstaki titreşim
enerjisi” olarak adlandırdığımız şey; bizde hoşlanmadığımız, huzursuzluk verici hislerin uyanmasına,
hatta belki sarsıcı olayların yaşamımıza çekilmesine sebep olabilir. İşte bu yüzden, nasıl bir titreşim
içinde olduğumuzun, bilerek veya bilmeyerek hangi rezonans alanını oluşturduğumuzun farkına
varmak, bizim için çok önemlidir.
��Kalp antic çağlardan beri sevginin en kuvvetli sembolü ve duygularımızın merkezi olarak kabul
edilirdi. Ama sonra tıp ve modern bilim ortaya çıktı ve bize, kalbin sadece vücudumuzda kanın
dolaşımını sağlayan bir pompa olduğunu yutturmaya çalıştı. Biz insanlar ise elimizde hali hazırda
bunun aksini kanıtlayacak herhangi bir delilimiz olmamasına rağmen, kalbimizin duygularımızın
merkezi olduğu inancımızı asla kaybetmedik.
��199 yılında duyguların insan vücudu üzerindeki hâkimiyeti hakkında bir araştırma yapılmak
istenmiş ve bunun için duygularımızın oluşumundan sorumlu olduğu düşünülen bölgeye, yani
kalbimize odaklanılmış. Oldukça çabuk, daha araştırmaların başında herkesi hayrete düşüren bir
durum tespit edildi ve bu buluşun neden daha önce yapılmadığı ise şaşkınlığı yaşandı. Bu nefes kesici
buluş; kalbin muazzam büyük bir enerji alanıyla çevrili oluşuydu. Burada bahsedilen alanının çapı
yaklaşık iki buçuk metredir. Bir düşünün, kalbimiz beynimizin oluşturduğundan çok daha büyük bir
enerji alanı oluşturuyor.
��Bili şimdiye kadar beyinin, sahip olduğu elektromanyetik palslarla en büyük yayın alanına sahip
olduğunu varsayıyordu. Ama şimdi bundan çok daha büyük bir enerji alanı bulundu, insan vücudundan
dışarı uzanacak kadar kuvvetli bir enerji.
��Böylec ilk şaşkınlık atılmasıyla birlikte, akıllara kalbimizin etrafındaki bu enerji alanın nasıl bir
görevi olduğu sorusu geldi. Geldiğimiz noktada ulaştığımız bilgiler şaşırtıcı olduğu kadar önemlidir de.
��Kalbimi tarafından oluşturulan elektromanyetik alan vücudumuzdaki organlarla iletişim halindedir.
Hatta beyin ve kalbin arasında bir bağlantının bulunduğu ve bu bağlantıyla kalbin beyne hangi
hormonları, endorfini ya da diğer kimyasalları salgılaması gerektiğini bildirdiği kanıtlanabildi.
��Yan “Beynimiz bağımsız hareket etmiyor, aktiviteleri için gerekli sinyalleri kalbimizden alıyor.”
Sonucu. Hepsi bu kadar da değil! Bilim adamları araştırmalarında kalbimizden yayılan bu elektro
manyetik alanın sadece duygularımız tarafından oluşturulmadığını ve gücünü diğer önemli bir
kaynaktan kanaatlerimizden; yani derin bir inançla bağlandığımız ve hayatımıza doğrultusunda yön
verdiğimiz düşüncelerimizden aldığını buldular.
��Bütü duygu ve düşüncelerimiz kalbimizin enerjisinde bilgi olarak bulunmakta ve vücudumuzdan
yayılan en kuvvetli sinyal olarak sadece beynimize ve organlarımıza değil, aynı zaman da dünyanın
derinlikleri ne doğru taşınmaktadır. Bu ezeli gerçeğin yansımalarını “kendini derin bir inançla
savunmak” “bir şeyi kalpten istemek” ve tabii “kalbinin sesini dinlemek” gibi bazı deyimlerimizde
görmek mümkündür. Kalbimiz, inanç ve duygularımızı elektro manyetik titreşimlere ve dalgalara
dönüştüren bir tür aracı olarak hizmet eder. Ve bu elektro manyetik dalgalar vücudumuzla sınırlı
kalmaz, bütün çevremize uzanır, bizi kuşatan her şeyle iletişim halindedir kalbimiz, bütün inançlarımızı,
geleceğe yönelik düşlerimizi ve duygularımızı başka bir dile, titreşimlerin ve dalgaların kodlanmış diline
çevirir ve bunları evrene gönderir.

��İnançlarımı kalbimizin yaydığı elektro manyetik dalgalar sayesinde fiziksel dünyayla etki
alışverişinde bulunur. Yayılan bu enerjinin ne denli büyük olduğunu Heart Math Enstitüsü’nün yaptığı
araştırmalar gözler önüne seriyor:
��Kalbi elektrik akımı (EKG) beyinde oluşan elektrik akımından (EEG) altmış kez daha kuvvetlidir.
Kalbin manyetik alanı ise beyninkinden beş bin kez daha kuvvetlidir. Demek ki; “kalbimizle beynimizle
yaydığımızdan çok daha fazla enerji yayıyoruz.”
��Pek bunu bilmek, bizim için neden bu kadar önemli? Çok basit, çünkü bu sayede, bazı dileklerimiz hemen gerçekleşirken, bazılarının gösterdiğimiz tüm çabalara rağmen neden bir türlü
gerçekleşmediğini anlıyoruz. İsteğimizin gerçekleşeceğine gerçekten inanmadan olumlama (imgeleme) yaparsak yada bir şeylerin hayalini kurarsak, sadece beynimiz elektro manyetik dalgalar yayarken, duygularımızın gerçek merkezi olan kalbimiz beş bin kat daha büyük bir kuvvetle, genellikle tereddüt ve korku olan asıl inancımızı dünyaya yayar.
��Bunu sonucu apaçık ortadadır; hayatımızda sadece kalbimizin derinliklerinde gerçekleşeceğine
inandığımız şey gerçekleşecektir. İnançlarımızı duygularımızla desteklediğimiz zaman yaydığımız
enerji çok daha büyük olur. Ama üzgün, depresif yada bitkinsek, istediğimiz şeyi dileyebiliriz,bu durum da kalbimizden yaydığımız hüzünlü duygular, mantığımız dan gelen isteklerden her zaman daha güçlü olacaktır.
��Günümüzü ve geçmişin dünyaca ünlü âlimleri ve bilgeleri ısrarla “Kalp gözüyle görmeyi”
öğrenmemizi söylerler. Tüm bu anlatılanlar, sahip olduğumuz inançların çevreye yollandığı ve
Rezonans Kanununun esaslarına göre çevremizde kendileriyle aynı titreşimdeki enerjileri aradığı
anlamına gelir. Benzerler birbirini çeker. Bizim enerjimizle rezonans içinde olan her şey hayatımızda
gerçekleşecektir.
��Sözü özü; inandığımız her şey yaşamımızda gerçekleşecektir. Bu nedenle, isterken dikkat edilmesi
gereken en önemli noktalar: Ne dilersen dile, bunu mantık seviyesinden kalp seviyesine taşı,
İsteklerimizin gerçekleşebilmesi için, bunun mümkün olduğuna kesinlikle inanmalıyız.
��İsteklerimizi gerçekleşebilmesi için önce kendimizi mutlu bir ruh haline sokmalıyız. Öncelikle
bilincimizi hedefimize yönlendirmeliyiz ki, hayatımızda gerçekleştirmek istediğimiz şeylerle etkileşime
geçebilelim. Hayatımızda sadece derinden inandığımız şeyler gerçekleşebilir. Bu en başta kendi
hakkımızdaki düşüncemiz için geçerlidir.
��Kendimizl ilgili görüşlerimiz yaşayacaklarımızı belirler. Tabii ki bu, bir şeyleri harekete geçirebilmek için gerekli olan güç ve kudrete sahip olabilmek için, bu kudretin bize dışarıdan verilmediğini, içimizden doğduğunu anlamamız gerektiği anlamına da geliyor. Demek ki dış dünya, her zaman bizim iç âlemimizi yansıtır.
��İnançlarımı Dış Âlemimizi Değiştirmeyi Nasıl Başarıyor? Son bilimsel yayınları takip ederseniz
eğer, modern bilimin tespitlerinde köklü değişiklikler oldu. Değişim 1995 yılında Rus Bilim Akademisi
’nde Vladimir Poponin ve Peter Gariaev yönetimindeki araştırmalarla başladı. Bu iki bilim adamının
deneylerinin sonuçları o kadar hayret vericiydi ki, bu deneyler Amerika’da tekrar edildi ve sonuçta
orada kamuoyuna duyuruldu.
��Vladimir Poponin ve Peter Gariaev, “foton” adı verilen ışık dalgaları yada parçacıkları vasıtasıyla
DNA’nın tutumunu incelemek istiyorlardı. Bu test serisinde vakum oluşturmak için bir borunun içindeki tüm havayı aldılar. Artık vakumda bile kesin bir hiçlik olmadığı biliniyor. Her mekânda özel aletlerle oldukça isabetli ölçülebilen fotonlar (ışık enerjisi) kalıyor. Böylece fotonlar borunun vakumunda oldukça düzensiz bir şekilde dağıldı.
��Bi sonraki adımda boruya insan DNA’sı verildi. Ve o anda çok şaşırtıcı bir şey oldu. Parçacıklar
DNA’nın varlığında daha farklı sıralandı. DNA, fotonlara direkt olarak etki ediyordu. Sanki görünmez bir güçle, fotonları, boruda düzenli bir şekilde sıralamıştı.
��Artı bu deneyde kesinleşen şey şuydu; İnsanın DNA’sı, fiziksel dünyaya direkt etki ediyor. Klasik
fizikte yani newton fiziğinde daha önce böyle bir şey gözlemlenmemişti.
��Dahası klasik fiziğin alışılagelmiş mantığında, böyle bir şeye yer yoktu. Yani fotonlar insanların
açıklayamadığı bir tutum sergiliyordu. Aslında bu yeteri kadar heyecan vericiydi, ama daha sonra
olanlar tartışmasız bir devrim niteliğindeydi…
��Bili adamları, DNA’yı borudan aldıkları zaman, fotonların düzenli sıralarını bozup dağınık hallerine
geri döneceklerini düşünmüştü. Ama beklenenin tam tersi oldu! Fotonlar sanki DNA hala oradaymış
gibi düzenli sıralarında kaldı Araştırmacılar deneyleri defalarca tekrarladılar, varılan sonuç aynıydı;
fiziksel olarak ayrılsalar bile DNA ve fotonlar arasında hala bir bağ vardı.
��Görünüş göre, kuantum fiziğinin “kuantum alanı” dediği bir alan aracılığıyla birbirleriyle
bağlantılıydılar. Boşluk olarak tabir ettiğimiz şey aslında hiç de “boş” değildir, bilakis içinde milyarlarca verilerin dalgalar aracılığı ile hareket ettiği ve yayıldığı bir alandır. Bu deney Rezonans Kanununu anlayabilmemiz için oldukça aydınlatıcı olmuştur.

��Ayrıc bu enerji alanını ayrıcalıklı kılan ise; tanıdığımız hiçbir enerji türüne benzememesidir. Sıkı
dokunmuş bir ağ gibi işlediği görülen enerji yüklü bu alan, iç ve dış âlemimiz arasında bir nevi köprü
görevi görür. Tıpkı ses dalgalarının, havayı taşıyıcı olarak kullandığı gibi, yaydığımız inanç ve düşünce
gücüde dünya ya taşınabilmek için bir aracı ya ihtiyaç duyar.
��Burada kuantum alanı devreye girerek, bu aracılık görevini üslenir. Bu enerji alanı, farkında olsak
da olmasak da her şeyle ve herkesle bağlantı içinde olmamızı mümkün kılar. Bu esnada “alıcının”
bizden ne kadar uzaklıkta olduğunun hiçbir rolü yoktur. Bu alıcı yan komşumuz da olabilir, dünyanın
öbür ucunda bulunan bir kişi de olabilir.
��Oluşturula ve yayılan rezonans alanı, her zaman doğru kişiye ulaşır. Böylece istediğimiz
hedefimizle aramızda, enerji yoluyla kesin ve aktif bir bağlantı kurabileceksek eğer, neden en büyük
arzularımızın gerçekleşmesi için daha fazla bekleyelim ki? Kuantum alanı sayesinde her şeyle ve
herkesle hemen bağlantıya geçebiliriz. Tek yapmamız gereken şey bunun için bir adım atmaktır;
��Rezonan Kanunu, her zaman “evet” der. İnançlarını her zaman doğru çıkarır. Sana karşı gelmez.
Mesela, hayatının önemsiz olduğuna ve hiçbir anlam taşımadığına mı inanıyorsun, bu inancın,
onaylanacaktır. Gerçek, büyük bir aşkı hak ettiğine mi inanıyorsun, para, manevi ve maddi zenginliği
hak ettiğine; hayatının derin, her şeyi kuşatan bir anlamı olduğunamı inanıyorsun, bu inancın
yaşamında gerçekleşecektir.
��Neye inandığın enerjinin umurunda değildir, inancın yüksek ahlaki değerler taşıyabilir yada çok kötü bir şey olabilir sana fayda sağlayabilir yada hayatını zorlaştırabilir, enerji işin ahlak ve erdem kısmıyla ilgilenmez ve yargılamaz. Enerji daima senin yaydığın içtekiler doğrultusunda çalışır.
��İ âlemimizde sahip olduğumuz her şey, dış dünyada da karşımıza çıkacaktır. Dünyada
karşılaştığımız her şeyin bir kaynağı vardır ve bu kaynak düşünceler imizdedir. Eğer istediğimiz
sonuçlara ulaşmak istiyorsak, düşüncelerimizi kontrol etmeye başlamalıyız, çünkü düşündüğümüz her
şey bir rezonans alanı oluşturur.
��Uzu süreli ve sık olarak düşündüğümüz, hissettiğimiz ve söylediğimiz her şey rezonans alanımızı
yoğunlaştırır. Bu yüzden kaybetmek hakkında her düşünce kaybetmek, kazanmak hakkındaki her
inanç da kazanma ihtimalini kuvvetlendirir.
��B yüzden dış dünyada değiştirmek istediğimiz her şeyi düşünce gücümüzle değiştirebiliriz. İçindeki yaratıcılığı hatırla ve onu bilinçli olarak kendi iyiliğin için ve diğer insanların iyiliği için kullan!
��Açıklamamı gereken tek nokta şudur; bizimle etkileşime geçen enerjinin, bizi nasıl bulacağı
konusudur. Sonuçta evrende milyarlarca DNA var ve bunların her biri enerji alışverişinde bulunuyor.
Peki, evren arzularımızı, daha doğrusu arzulananı yolunu şaşırmadan bize nasıl iletir? Bir yandan
sürekli “yayındayız”. Rezonans alanımızı durmaksızın düşük ve yüksek enerji frekanslı
düşüncelerimizle programlıyoruz.
��İste ve amaçlarımızı koruduğumuz sürece, korku ve endişelerimiz içinde aynı şey geçerli, rezonans alanımız bizimle aynı titreşimde olanları bize çeker. Diğer yandan ise hepimiz “kod” olarak
adlandırdığımız genetik bir isme sahibiz. Kriminal teknik ve babalık testi ile ilintili olarak bu kavramı
daha önce duymuşsunuzdur.
��He bir hücrenin DNA’sı da, aynı parmak izi gibi, eşsizdir. DNA, başkalarıyla karıştırılması mümkün
olmayan genetik bir parmak izi bırakır. İşte bu enerji içinde geçerlidir. DNA’mızın enerji parmak izi, açık ve net bir adres bırakır. Titreşim o kadar belirgindir ki, her zaman bizim için en uygun çözümü bulur. “Zaman hiç de göründüğü gibi değildir. Sadece bir yöne doğru hareket etmez ve gelecek, geçmişle aynı zamanda mevcuttur.” Albert Einstein.
�� halde düşünce gücümüz sayesinde geleceğimizi etkileyebiliriz? Kuantum fizikçilerinin nefes kesici buluşları sayesinde hayatımızı her an ve tamamen değiştirebileceğimizi ve istediğimiz her şeyi
değiştirebileceğimizi, bize bir kez daha gösterdi.
��Bildiğimi gibi düşünce gücümüzle tüm insanlar her titreşimde enerji yaymaktadır. Aynı hızda olan
titreşimdeki enerjiler birbirlerini çektikleri için tıpkı bizim diğer insanları ve olayları kendimize çektiğimiz gibi başka insan ve olayların da bizi çekiyor olması doğaldır. Buradaki tek koşul, iki enerjinin birbiriyle uyumlu olması yani titreşim hızlarının birbirine yakın olmasıdır.
��kuantum fiziği, düşünce ve inançlarımızın, sadece fiziksel olarak yayılmakla kalmayıp zaman içine
de yayıldığını bulmuştur. Yani inançlarımız sadece yer değil, zamanıda değiştiriyorlar (zaman
dalgaları).
��Demek ki “normal kuantum dalgası” diye adlandırdığımız, geçmişten geleceğe giden kuantum
dalgaları vardır. Bunun dışında, bir de “birleşik karmaşık dalgalar” olarak adlandırdığımız gelecekten
geçmişe yayılan dalgalar vardır! Geleceğe yayılan dalgalara “teklif dalgası”, geçmişe geri dönen
dalgalar ise “eko dalgası” olarak adlandırılır. Eğer bu iki dalga karşılaşırsa, yani gelecekten gelen bir
eko dalgası, bizim yolladığımız bir teklif dalgasına rastlarsa, bu durumda dalgalar birbirlerini modüle
ederler ve ikisinin ortak ürünü olarak ortaya “olay fotoğrafı ” dediğimiz şey çıkar.

��Kuantu fiziğine göre “bir olayın gerçekleşmesi ihtimali, geçmişten gelen teklif dalgası ile
gelecekten gelen uygun bir eko dalgasının buluşması sonucu ortaya çıkar”.
��B şu anlama gelir: “Sadece geçmiş geleceği değil, aynı zamanda gelecek de geçmişi etkiler”
Aklımız bunu idrak etmekte biraz zorlanabilir, çünkü şimdiye kadar hep zamanın geçmişten geleceğe,
doğrusal bir biçimde ilerlediğini düşünmüştük. Şimdiyse bunun tam tersinin de mümkün olması aklımız için şaşırtıcı.
��Demek ki: Gelecek dışarıda bir yerlerde, çoktan beri olay fotoğrafı şeklinde mevcuttur. Aksi halde
geçmişe, yani bizim şimdiki zamanımıza, dalgalar yollaması mümkün olamazdı.
��Seni geleceğin de şu an, şu saniye mevcut. Ama yine de geleceğinin akışı önceden belirlenmemiş, zira geleceğin çeşitli mahiyetlerini seçme imkânına sahibiz diye düşünüyoruz. Tabii ki bilincimiz, sadece bir tek zaman algılıyor. Farklı bir şey tanımıyoruz. Bu şaşılacak bir şey değil, sonuçta var olan algı organlarımız yani duyularımız çok sınırlı.
��Bütü ışık yelpazesinin sadece % 8′ini algılayabiliyoruz. Geri kalan % 92′lik gerçeği, aynı şekil de
bizi çevrelemesine rağmen algılayamıyoruz. Aslında var olduğu halde tamamen yok sayıyoruz. Ama
yine de etrafımızda hiç tanımadığımız diğer enerji titreşim, dalga ve bilgilerle çevrili.
��Tekli dalgamız tüm geleceğimizi dolaşır. İster bir saniye sonrası, ister bir ya da on yıl sonraki olaylar olsun, tüm olasılıklar tek tek kontrol edilir.
��B aşamada kuantum fiziği şu fenomeni keşfetti Gelecekteki olay, zaman açısından ne kadar
yakındaysa, rezonansda o kadar nettir. Bu şu anlama gelir; “Gelecekte gözlediğim bir olay zaman
açısından bana ne kadar yakınsa, o olayın gerçekleşip gerçekleşmeyeceği kararı o kadar kesindir.”
Yakın (3 ay) gelecekteki bütün olayları, bu günkü bilincimiz belirler.
��İşt bu noktadan sonra “istemek” konusuna varıyoruz. Zira istemek birçok ihtimalden birini
yaşamımıza çekmekten başka bir şey değildir. Bir şey istediğimizde, bu doğrultuda bir teklif dalgası
yolluyoruz. Bu dalga, bir eko dalgasıyla irtibata geçiyor. Bir gerçekleşme ihtimali meydana getirebilirsek istediğimizin gerçekleşmesi için en uygun şartları sağlamış oluyoruz.
��İ âlemimizde sahip olduğumuz her şey, dış âlemdede karşımıza çıkacaktır. Zira dış dünya her
zaman iç âlemimizi yansıtır. Ancak bilincimizi hedefe yönlendirirsek yaşamımızda sahip olmak
istediğimiz şeylerle etkileşime geçebiliriz.
��Eğe istediğimiz sonuçların gerçekleşmesini istiyorsak; düşüncelerimizi, duygularımızı ve
inançlarımızı gözlemleyerek yönlendirmeye başlamalıyız, zira hissettiğimiz ya da düşündüğümüz her
şey, bir rezonans alanı oluşturur. Kuantum fiziğinde parçacıkların herhangi bir geçmişi, şimdisi veya
geleceği yoktur.
��Ölçü yani gözlem yapıldığı zaman olasılık dalgası bir noktaya çöker ve bu noktada parçacık
görülür. Evrenin her yerini kapsayan bir dalga yani tedirgin bir belirsizlik halindeki sis bulutu olan dalga, parçacığa dönüşür. Bu sadece ölçüm anında olur, öncesinde ve sonrasında, parçacığın ne bir geçmişi nede bir geleceği vardır; çünkü ortada parçacık yoktur sadece dalga vardır, bu dalga da
gözlemlenemez.
��Parçacıkları görünür hale gelmesi; olası geçmişlerinin toplamının özel bir ortalamasıdır. Ölçme
anından önce dalga şeklinde belirsiz olarak, aynı anda birçok yerde bulunabilme, olan bu olası
geçmişlerden birisi ayrılır; bu noktada parçacık görülür. Üstelik bu olası geçmişler somuttur yani
“gerçektir”.
��Bi parçacık dalga olduğu için bütün yollardan gidecektir. 2 yol olduğunu düşünelim. Yolların yönü
ve uzunluğu önemli değildir. Yollar; zıt, aynı yönde ve bunların arasında herhengi farklı iki yönde
olabilir, on metre veya iki galaksi arası. herhangi bir uzunlukta olabilir. Bir araba yarışının başlaması
gibi parçacığı bir başlangıç kaynağından yani parçacık fırlatma makinesinden yollayalım. Parçacık
dalga olduğu için 2 yoldan birden aynı anda aynı hızda gitmeye başlayacaktır. Yollardan birine de
parçacık ölçüm cihazı olan bir dedektör koyalım. Dedektörlerde açma kapama düğmesi vardır. Düğme açık olunca, dedektör parçacığı ölçer, kapalı ise ölçmez. Dedektörü açalım ve fırlatma makinesinden parçacığı yollayalım. İlk başta 2 yoldan giden parçacık, dedektörün içinden geçtiği anda ölçülmüş yani belirmiş olacaktır. Ölçüldüğü an, diğer yolda ki parçacık ve onun izlediği yol anında kaybolacaktır. Ölçülen parçacık ve onun izlediği yol kalacaktır. Öbür yoldaki parçacık silineceği için geçmişte onun izlediği yolda silinir. Bu sayede öbür yoldaki geçmiş tamamen silinmiş olur. Şimdi bu deneyde çıtayı yükseltelim. Dedektör kapalı olsun, sistem çalıştırılsın ve parçacık dedektörden geçsin. İki yoldan da gitmeye devam eden parçacık, “dedektörden geçtikten sonra bile, dedektör açılsa” diğer yoldaki parçacık ve onun izlediği yol olan geçmiş silinerek kaybolur. Sadece dedektör yolundan geçen parçacık ve onun izlediği yol kalır.
Buradan çıkan sonuç ise; kuantumda geçmiş geleceğe bağlıdır. Gelecekte yapılan bir olay geçmişi
şekillendirir ve etkiler. Buna Kuantum Fiziğinde Geçikmiş Seçim Deneyi denir. Ve bu deneyin fiziken
doğruluğu kanıtlanmıştır. Burada inanılmaz görünen üç olay vardır.
birincisi prizma tarafından ikiye ayrılan ışık demetindeki fotonların birbiri ile arada mesafe olsa bile bir şekilde bilgi/ enformasyon alış verişi yapması ve etkileşime girmesi,
ikincisi ise ekrandan uzağa konan dedektörlerin çalıştığı ve foton yolunun tespit edildiği bilgisinin bir
şekilde zamanda geriye doğru taşınarak fotonun farklı yolda ve önceden yaptığı girişim desenini
bozması,
üçüncüsü ise zaten gözlemci veya dedektörün ölçüme başladığın da girişim deseninin bozulması.

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP