��DİYALEKTİK MANTIK: farkındalık sırasıyla bedensel, fiziksel, konuşma ve var olarak oluşur. “Var
olma” farkındalığı en ileri derecede şuur bilinç hali gerektirir. varlığın farkındalığı etki- tepki
mekanizmalarının ötesine geçmeyi gerektirir. Sizin neden var olduğunuzu ve hangi amaca hizmet
ettiğinizin farkına varmanız gerekir. Gündelik yaşamda ise farkında olmak demek, diyalektik mantığı aşmak demektir. Diyalektik mantıktan kasıt ikili karşıtları içeren düşünce sistemidir. Örnek, karanlık-aydınlık, iyi- kötü, doğru- yanlış, büyük- küçük, güzel- çirkin, canlı- cansız gibi karşıt kavramlardır. Diyalektik (ikilemci) düşünce yapısı insanı kısıtlar, geniş düşünmeyi engeller.
Eski yunandan itibaren Aristo mantığı olarak bilinen düşünce sisteminde diyalektik mantık vardır. Bu düşünceye göre varlık hem kendisi hem de karşıtı olamaz. Yani, karanlık aydınlık, güzel çirkin olamaz. Oysa ki, karanlık ve aydınlık kavramları bizim algılama gücümüzün sınırlı oluşundan ortaya çıkmış pratik kavramlardır.
Günümüzün düşünce tarzı büyük çapta var- yok ikilemi üzerine kurulu olduğundan özellikle batıda
bilim ve teknik büyük gelişme göstermiştir. Çünkü teknik geliştirmek için nesneleri tanımlamak ve
onları çevrelerinden yalıtmak, etiketleyip isimlendirmek ve dolayısıyla diyalektik mantık kullanmak
gereklidir. Bu sayede yeni aletler, metotlar ve teknoloji gelişir.
Diyalektik mantık dünyada öylesine yaygındır ki, adeta tüm dünya bu mantık etrafında dönmektedir diyebiliriz. İnsanlığın bugünkü durumundan hem başarısından hem de başarısızlığından diyalektik mantık sorumludur. Diyalektik mantık ya- veya mantığıdır. Klasik bilim tümüyle ya- veya mantığı üzerine kuruludur. Makineler ya-veya mantığı ile çalışırlar. Bir elektrik devresi ya açıktır veya kapalıdır. Bir musluk ya açıktır veya kapalı. Klasik ya- veya mantığına göre bir nesne ya dalgadır veya parçacık. Hem dalga hem parçacık olamaz. Kuantum kuramına göre her nesne hem dalgadır hem parçacık. Şu halde karşımıza yeni bir mantık çıkmaktadır. Bu da hem- hem mantığıdır. Ve kuantum fiziğinin kullandığı mantık sistemini içerir. Hem -hem mantığına göre karşıtlar mevcut değildir. Yani, bir kavram hem kendisidir hem de karşıtı. Arada kesin bir ayırım yoktur. Maddeyi oluşturan atomlar canlıdır, Elektronlar yörüngelerinde dönmekte, atomun çekirdeği titreşip hareket etmektedir. Atom da elektrik ve manyetik kuvvetlere tepki gösterir. Demek ki, basit anlamda farkındalık her nesnede olduğuna göre her nesne belli bir ölçüde
canlıdır. “Evrenin bize en büyük armağanı ve en büyük mucizesi olan yaşamın doğru algılanarak
yaşandığının veya iç güdülerle otomatik davranılarak ona gerçek değerinin verilmediğinin tek ölçüsü farkındalıktır”. Farkındalığın ilkel düzeydeki mantığı ‘ya- veya’ mantığı, ileri düzeydeki mantığı ise ‘hem- hem’ mantığıdır.
��Günümüzde yokluk büyük bir korku kaynağıdır ve yokluğa düşmemek için her türlü tedbir alınır. Oysa ki sonsuza yokluk sayesinde ulaşılır. Yokluğu sadece mataryel, nesnel anlamda işaret etmek pek doğru bir yaklaşım olmaz. Yani, sufi felsefesinde para mal- mülk yokluğundan söz edilmiyor.
Benlik yokluğundan, ego yokluğundan söz ediliyor ki tüm tasavvuf felsefelerinin özünde saklı olan
temel bilgide bu dur; Egoyu yenmek, daha doğrusu farkındalıkla kontrol altına almak. Nefsini kontrol altına alıp egosundan kurtulmuş insan gerçek anlamda farkında olan insandır. Fakat bu bir son değildir, yokluk içinde kalmamak gerekir. Eskiden Melamilik okuluna bağlı olanlar sadece yoklukta yaşarlardı. Bunu hem maddi hemde manevi boyutlara yaymışlardı. Oysa ki yokluğun farkında olup çokluğu da yaşamak gerekir. Bunun yolu da hem- hem mantığını anlayıp sahiplenmekle olur. bu mantığa göre varlık hem vardır hem de yoktur. Varlık vardır, çünkü yaşanabilir ve hissedilebilir. Fakat varlık yoktur çünkü varlığı sözle anlatmak mümkün değildir. Yani varlık kavramlara sığmaz. Gerçek ise; Farkındalık ile Teslim olarak, kendi egomuzu doldurup/ doyurup, sözle anlatılamayan var olmayı yani görünenin ardındaki görünmeyeni anlamaya çalışmaktır.
��Varlığı anlamak gerekir, Anlamak için kavramlara gereksinim vardır ve kavramlar, sözlerle aktarılır. Oysa gerçek anlamda anlamak katılımla olur. Gözlem yaparak da anlarız fakat o analitik anlama şeklidir. Yani, diyalektik mantık kullanılarak anlama metodudur. Bu tür anlama insanı yüceltmez. Onun benliğinde herhangi bir değişiklik yapmaz. Oysa ki, katılımcı anlama metodunda kavramlar kesin çizgilerle ayrılmış değillerdir. Her kavram bütünün bir parçasıdır ve karşıtı ile iç içe geçmiş durumdadır.
Katılımcı anlamanın metodu bütüncüldür, mantığı da hem -hem mantığıdır. Bütüncül anlama metodu tamamen öznel olup her şahsın kendi kapasitesi ve yeteneği oranında olur. Herkesin katılabilme kapasitesi farklıdır. Bu bakımdan herkesin anlama düzeyi de farklı olacaktır. Tam olarak anlayabilmek için 3 farklı düzeyde gelişmiş olmak gerekir. Birinci, düzey “bilgi” dir. İkinci, düzey “sezgi” dir. Üçüncü, anlayış türü ise “farkındalık” dır. Bu tür anlayış ani ve kapsayıcı olur. Yani dıştan gelmez Sezgi gibi içten gelir fakat sözle ifade edilemez. Sözler bu anlayışı aktarmak ta yetersiz kalır. Çünkü bu anlayışta nesne değil özne önem kazanmaktadır. Öznenin ise düşünmeye gereksinimi yoktur. Fakat düşüncesiz bir farkındalık da sadece etki- tepki mekanizmasını çalıştırmaktan ileri gidemez. Fazladan da olayı anında kavrayıp gerekli çareyi veya tedbiri almakta vardır O anda katılımcı olarak gerekli davranış tarzını uygulayan kimse hem etki- tepki mekanizmasını çalıştırmış olur hem de anında etki- tepki mekanizmasının dışına çıkmayı bilir. Olaya çok hızlı tepki verişi etki -tepki mekanizması içinde olduğu intibaını verir. Oysa ki anında o oyunu terk etmesini de çok iyi bilir. İşte “ileri düzeyde farkındalık” budur. Ani olarak Etki- tepki mekanizmasının dışına çıkabilmek, Yani anında gerekli hareketi yap, etkiye en hızlı bir şekilde tepkini göster. Fakat tehlikeyi savuşturduğun zaman anında dur. Demek ki olay o anda başlamış ve o anda bitmiştir. Olaya katıl ama olayın kendini sürüklemesine izin verme.
Kızgınlık ve hırs yoktur. Ne kendini ispatlamak ne de karşındakini cezalandırmak gereği duyma.
Egona tam olarak hakim ol. Eğer saldırı geldiğinde düşünmeye vakit ayırırsan gerekli savunmayı
yapamazsın. Ama akıl ve mantığıda onu hiçbir an terk etmez. Onun hem bilgisi, hem sezgisi hem de farkındalığı tamdır. Şuur seviyesi ileri olan kimse sorumluluk almaktan kaçınmaz. Çünkü böyle bir insanın kendisi için fazla bir beklentisi yoktur. Önemli olan şartların gerektirdiği şekilde davranmak ve bu davranışını ertelemeden anında uygulamaya koymaktır. Bu duruma “Ruhsal bütünleşme” de diyebiliriz. Ruhsal bütünleşme ortak bir farkındalık alanının oluşması demektir. Aynı duyguları ve düşünceleri paylaşan insanlar bu türden bir ruhsal bütünlük alanı oluştururlar. O bütünlüğe ulaştıktan sonra her duruma ve her olaya sadece akıl ve mantıkla değil, aynı zamanda ruhumuzla yaklaşmayı başarabiliriz. Tasavvufta ve Sufizmde bu duruma “Kalp gözünü açmak” veya “Gönül gözünü açmak” da diyebiliriz. Bir olaya gönül gözünü açarak yaklaştığımızda sadece zihinsel farkındalık oluşmakla kalmaz, aynı zamanda duygusal farkındalık da oluşur. Yani o anda aniden duygularımız keskinleşir ve mutluluk, coşku, sevinç gibi duygular duyarız.
��Tesadüfe inanmak farkında olmamak demektir: Her olayın hiçbir amaca dayanmadan öylesine
tesadüfen oluştuğuna inananlar olaylar arasında ilişki olduğunu göremezler. Oysa ki evrende hiçbir
olay tümüyle tesadüf eseri ortaya çıkmaz. Ancak bunun şuuruna varmak gerekir. İşte tesadüflerin
ardındaki asıl nedenleri görebilenler farkındalık sahibi kişilerdir. Farkında olan insan için yaşam mucize doludur. Mucizelerin farkına varmak da hem coşku hem de tevazu yaratır. “Önemli değil, sadece bir tesadüftür” derseniz olayı o seviyede kesip daha derine inme gereği duymazsınız. Ama “Bu olayın altında bir neden olmalı” şeklinde düşünüp sorgulamaya devam ederseniz derine inmiş olursunuz ve farkındalığınızda artar. Bizler olayları gözlemlerken aynı zamanda kendimizi de gözlemlemiş oluruz. O olayın bizim başımıza neden geldiğini sorgularken kendimize tarafsız bir gözle bakıp, dıştan gözlemlememiz gerekir. Yani kendi dışımıza çıkarak kendimizi bir başkası, gibi gözlemlememiz gerekir. Demek ki, hem gözleyen hem de gözlenen biz olmalıyız. Kuantum kuramı der ki; “Gözleyen ve gözlenen bir bütün oluştururlar ve birbirlerini etkilerler.” Eğer biz kendimizi gözlersek kendimizi etkilemiş de oluruz. Bu etkileşmenin sonucu ise değişimdir. İnsan kendini tarafsız bir gözle gözleyebilirse eğer kendini değiştirebilirde. Yani farkında olmakla kendimizi değiştiririz. Tersi de doğrudur. Değişmiş olan insan farkında olmuş insandır. Değişimin dıştan değil içten gelmesi gerekir. Başkalarına bakıp onları kopyalıyarak değişmeye çalışmak boşuna bir uğraştır. Doğal olanı kovarsanız o koşa koşa geri gelecektir. Doğal olmak başkalarından öğrenilmez. doğal davranış içten gelir. Akıl ve mantıkla oluşturulamaz. Doğal olmak için içe bakmak yeterlidir. İçe bakıldığında öylesine bir ışık belirirki tüm şüpheler, tereddütler, kısaca karanlık noktalar ortadan kalkar. Olayların birer tesadüf olmadığını da bu şekilde algılayabiliriz. Olayların ardındaki gerçek nedenleri bu şekilde görebiliriz.
Yani, daha üst düzeyde bir bakış açısına ulaşmış oluruz. Bu üst düzey bakış açısına varmak için tek
tek olaylar hakkında düşünmek yerine, olaylar arasındaki tümel ilişkiye bakmak gerekir. Böylece daha derine inmiş ve merkezden çevreyi izlemiş oluruz. Çevrede sürekli çalkantı, itiş kakış, dalgalanma vardır. Merkez ise tüm bu çalkantılar dan uzak sakin ve durağandır. Merkezde benliğin istekleri yerine sessiz bir kabul, bir tevekkül, bir tatmin vardır. Tatmin olmuş olan benlik kendiyle uğraşmaz. Merkezden bakar fakat ben- merkezci değildir. Bu söz bir çelişki gibi gelebilir fakat daha önce sözünü ettiğimiz hem- hem yaklaşımı ve mantığı uygulandığında hiçbir çelişki kalmamakta dır. tatmin olmuş olan benlik hem ben- merkezcidir hem değildir. Yani, hem kendi hayrına hem de bütünün hayrına çalışır. Biri diğerinin önüne geçmez. Daima farkındalıkla etrafında olanlara katılır. Farkındalıkla etrafta olup bitenlere katıldığınızda sufizmde anlatılan cazibe alanları meydana gelir. İçinizden dışa doğru yayılan bir enerji alanı oluşur ve bu alan çevrenizdeki insanları etkilemeye başlar. Yani cezp edilenken cezp eden olmaya başlarsınız. “Kendi yaşamlarını ve için de yaşadıkları dünyayı etkileyip değiştirmiş olanlar farkındalıkları yüksek insanlardır.”
ÇEVRE
28 Kasım 2024ÇEVRE
28 Kasım 2024ÇEVRE
28 Kasım 2024DENİZCİLİK
28 Kasım 2024ÇEVRE
28 Kasım 2024DENİZCİLİK
28 Kasım 2024ÇEVRE
28 Kasım 2024