O BİR BOZKURTTU

GENÇLİĞE HİTABE'NİN VE DAMARIMIZDAKİ ASİL KANIN İDRAKİNDE TÜRK GENÇLERİ OLARAK CUMHURİYETİMİZİ, YURDUMUZU KORUMAYA KARARLIYIZ..

ONLAR NE KADAR ÇOKSA BİZ DE O KADAR AZİMLİYİZ, İNANÇLIYIZ, KARARLIYIZ!

DEVŞİRMELERE, KANI BOZUKLARA YENİLMEYECEĞİZ!

OKUYUNUZ PAYLAŞARAK OKUTUNUZ

Değerli Arkadaşlarım,

Birinci Dünya Savaşı Batı’nın düşündüğü gibi Türklerin 3-5 ay içerisinde tarih sahnesinden silinmesi ile bitmemiş 4 yıl boyunca cephe cephe kahramanlık destanları yazan Türk milleti yüzyıllardır süren bir oyunları bozacak cesareti ve mücadeleyi göstermiş, Saldırgan Batı Savaşı kazansa da kendi halklarının desteğini önemli ölçüde kaybetmişti.

Mondros Türklerin ölüm fermanı olarak imzalatılsa, Türk Milletinin Anadolu'dan çıkarılması için Sevr Şartları dayatılsa da Türk Milleti yılmamış, teslim olmamış var gücüyle mücadelesine devam etmiştir.

Her milletin belirli hususiyetleri vardır. Bu binlerce yıllık mücadelelerinin genetik kodlarına nakşedilmesiyle oluşmuş genel bir karakterdir.

Türkler binlerce yıl erkek veya kadın asker olarak yetiştirilmişler, günün tüm savaş aletlerini en mükemmel şekilde kullanmayı öğrenmişler o günün savaş aracı olan at ile bütünleşmişler. Bir düşman saldırısında beş dakika ile yarım saat arasında savaş meydanında olacak şekilde kendilerini eğitmişlerdir. Bu binlerce yıl böyle süregelmiştir.

Bu sebeplerle Türk Milleti asker bir millettir. İstese de istemese de her Türk asker doğar. Her Türk'ün genetiğinde binlerce yıllık "asker millet" şuuru vardır. Bu sebeple Türkler cepheye düğüne koşar gibi gider. Bu sebeple iyi bir komutanın emrine girerse yenilmez olur.

Mondros sonrası Anadolu Fransız ve İtalyanlar tarafından yer yer işgal edilirken İngilizler ve Fransızlar İstanbul'u İşgal ediyorlardı.

İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon “her ne pahasına olursa olsun Türklerin Avrupa’dan ve İstanbul’dan atılmalarının şart olduğunu” öne süren muhtırayı İngiliz kabinesine sunarken, İstanbul Yüksek Komiseri İngiliz Generali De Robeck’in Lord Curzon ile yazışmalarından bu cesareti aldığı hatta bir sonraki aşamada İstanbul Yüksek Komiserinin "Anadolu'da tek bir Türk kalmayana kadar mücadelemiz sürecektir" dediğini görüyorduk.

İzmir İşgal ediliyor daha ilk günde hiç bir direniş göstermeyen Sivil Asker 8.635 Türk acımasızca katlediliyor Yunan İzmir'den sonra Anadolu'ya saldırıyor Osmanlı hükümeti tarafından gönderilen Yunan Ordusuna "Müslüman kuvvetleri" diyen "Heyet-i Nasiha" ile etkisizleştirilen Türkler hiç bir direniş göstermedikleri halde yoğun bir katliam ve tecavüze maruz kalıyorlar bu şekilde 150.000 civarında vatandaşımız hayatını kaybediyordu..

Tüm bunlar olurken Saray işbirlikçiliğe devam ediyordu..

İşte Türk Milleti olarak tıpkı Balkanlarda ki gibi yok edilmemiz için içeriden ve dışarıdan her türlü zulme ve soykırıma maruz kaldığımız o kara günlerde Samsun'dan bir güneş doğdu ve yurdumuzu aydınlattı..

Tüm dünyanın önünde saygıyla eğildiği, bu mücadele ve bu mücadelenin emsalsiz önderi Büyük Kurtarıcımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk bu gün içimizdeki hainler ve gafiller tarafından her ne kadar etkisizleştirilmek ve önemsizleştirilmek istenilse de onların çabaları Türk'ün Kurtuluş Savaşı Destanını, Bu savaşta kahramanlık göstermiş aziz atalarımızı komutanlarımızı ve dünya Tarihine adını "Bozkurt Atatürk" olarak yazdırmış Büyük Kurtarıcımızı gölgelemeye yetmeyecektir.

Bu mücadeleyi tam 32 yıl önce “O bir Bozkurttu” isimli kitabımızın girişinde - gözlerimizden yaşlar akarak - şöyle kaleme almışız:

BİR AVUÇ KAHRAMAN..

Sevgili okurlar,

Oğuz Türkleri, 925 yıl önce bir yerleşme dalgası halinde atayurtlarından koparak, anayurt olarak kabul ettikleri Anadolu’ya ve Rumeli’ye yerleştiler. Tuna ötelerine kadar; hatta Orta Avrupa’ya kadar ilerlediler. Kuzey Afrika’ya, Libya’ya; hatta Atlas ülkelerine kadar gittiler. İlerlediler, gerilediler. Yüzyıllar böyle geçip gitti...

20. yüzyılın başında Türk milleti yeni bir varoluş-yok oluş mücadelesi ile karşı karşıyadır. Ne yazık ki o ihtişamlı günler geride kalmıştır. Birinci Dünya Savaşı sona ermiştir. Savaş kaybedilmiş, Anadolu ve Trakya, İngilizler, Rumlar, Fransızlar ve İtalyanlar tarafından pay edilmiştir. Ruslar ve Ermeniler işbirliği halindedir. Türk insanına, Anadolu’nun bağrında bir avuç yer bırakılmıştır.

Artık ne ileride, ne geride gidilecek; göçülecek bir yurt kalmamıştır. Kalan son toprak parçasının kaybı, Türkler için hem vatansızlık hem de toptan ölüm demektir. Bin yıllık anayurt mücadelesinin sonu, arta kalan son Türkler’in yok edilmesi ile bitebilirdi. Batıdan, doğudan, kuzeyden ve güneyden istilâ ve katliam dalgaları başlamıştı. O halde, son yurt savunulmalıydı. Çünkü bu topraklar kurtarılırsa vatan vardı; kaybedilirse, o bir sondu.

Millî Mücadele başladığında Türkler, bu son kalan topraklarda, son mücadelelerini vereceklerdi. Trakya, Anadolu ve İstanbul, artık son vatandı.

Devlet ve ordu bitmişti. Ortada bir avuç önderler ve teşkilatçılar kadrosu vardı. Bunlar, yaşları 40 civarında, dünyanın en güçlü orduları ile çarpışmış, yenmiş-yenilmiş, muharebe meydanlarında çelikleşmiş Türk generalleri, Türk subayları, Türk askerleri idi.

Son Türkler’in, son topraklarında mücadele başlarken, durum tamamıyla ümitsiz gibiydi. Son Türkler, bir iman dalgası ile bir araya geldiler. Bir Yol gösterici bekliyorlardı! Bu Yol gösterici orduyu, yedek subayları, şehirliyi, kasabalıyı, köylüyü; hülasa bütün milleti derleyecek toplayacaktı.

Avrupa devletleri, bu bir avuç toprağı nasıl elde edeceklerinin hesaplarını yapmakta, Türkleri Anadolu’da katletmek kalanları Orta Asya’da yeni meskun alanlar tayin edecek hazırlıkların içinde bulunmaktadırlar.

Tuna boylarında, Orta Avrupa’da, Kuzey Afrika’da, Atlas ülkelerinde at koşturan şanlı Türk milleti, ne yazık ki bugün kendi yurdunda esirdi!

Artık göçülecek gidilecek yer kalmamış, Türk’ün ateşle imtihanı başlamıştı.

Murtaza Emmi, Süveyş’te kolunu kaybetmişti. Soğuktu. Ancak, sızlayan kolu değil yüreğiydi... Osman Usta, Balkanlar’da bir bacağını kaybetmişti... Onu üzen bacağının olmaması değil; başının önüne eğik olmasıydı... Hatice Nine, oğlunu ve dört torununu kaybetmişti. Gelinine Rumlar tecavüz etmiş, oda canına kıymıştı. Kocası da üzüntüsünden ölmüştü, yapayalnızdı. Bütün varlığı, 14 yaşındaki torunuydu. Torunu büyüyecek ve düşmana dünyanın kaç bucak olduğunu gösterecekti...

Hasan Çavuş, hem Çanakkaleyi hem de Yemen’i görmüştü. Haksızlıktı bu...

Bu kadar kahramanca savaşlar vermiş bir milletin kaderi bu olmamalıydı. Generaller, subaylar yavaş yavaş emekli ediliyor; rütbeleri indiriliyor, tutuklanıyor, sürülüyor veya kahve köşelerine itiliyordu. 6 sene cephe cephe koşturan Mehmetçikler İstanbul kaldırımlarında aç ve perişan yatıyorlar, kendilerine uzatılan üç beş kuruş harçlıkla adeta bir dilenci gibi yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlardı.

Yıllardır aslanlar gibi savaşmış insanların kaderi, bu olamazdı.

Osmanlı Sarayının kaderi ise, artık belli idi. Bir kaç uşak, bir kaç yüz kişilik merasim alayı ve esir bir hükümdar... Görünen durum ümitsizdir. Millet yorgundur, yoksuldur, perişandır, bitmiştir, tükenmiştir...

Türk milleti, esir olamazdı. Esir olmamıştı da. Bir önder gerekliydi. Tarihin kara bağrından bir Türk Başbuğu gelmeli Türk milletinin önüne düşmeli onu kurtarmalıydı. Bu, onlarca devlet kurmuş, asil Türk milletinin devlet kurma geleneğiydi!

Bu gelenek bu seferde gerçekleşmeliydi. Aksi taktirde Hunların, Göktürklerin, Oğuz Türklerinin, Selçuklu ve Osmanlı Türklerinin temsilcisi olan Türk Milleti kaderi, tarihte var olan ancak bu gün mevcudiyetini kaybetmiş onlarca Türk Cihan Devleti gibi olacaktı!

BİR BOZKURT BEKLENİYORDU

Ancak küçükte olsa bir ışık, bir umut kalmıştı yüreklerde..

Bekleniyordu. Murtaza Emmi, Osman Usta, Hasan Çavuş, Hatice Nine’nin üstündeki elbiseler, tiftik tiftik olmuş; ancak yüreğindeki hırs, dağlara taşlara sığmayan subaylar generaller hep o Bozkurt’u bekliyordu..!

Türkler artık hazırdı.

Bir ışık bekliyordu.

Bir yol gösterici, bir yön tayin edici bekliyordu.

Bir umut vardı yüreklerde Bir Bozkurt gelecek, askerler silahlarını yeniden kuşanacaklardı.

Subaylar birliklerini yeniden bulacaklar, esaretin utancını yüzlerinden silecekler, yeniden emir alıp emir vereceklerdi.

Yüzyıllarca bu ülkeyi sömüren devşirme sürüleri düşmanla işbirliğine girmiş, hedefte ise manen ve maddeten bitmiş bir avuç Türk kalmıştı. Türkler Birinci Dünya Savaşı sırasında adeta soykırıma tâbi tutulmuştu, manen ve maddeten çökertilmişlerdi.

Sırtlarında hırkaları, ayaklarında çarıkları bile kalmamıştı.

Ancak Churchill’in dediği gibi “Türkler öldürülebilirdi; ancak asla ve asla mağlup edilemezdi”

Evet!.. Düvel-i Muazzama’nın hasta adam dediği Osmanlı artık yoktu. Osmanlı artık tarihin derinliklerine gömülmüştü; ancak düşmanın birinci hedefi olan Türkler halen yok edilememişti. İngiliz Generalleri, “Bütün Türkler birer birer yok edilene kadar kavgamız sürecektir” deseler de çaresiz sandıkları Türklerin içindeki ateş yanmaya başlamış, bu yangın vatan sathında bir inanç kasırgası ile körüklenmişti..

Düşmanın zulmü öylesine arttıkça arttı. İzmir’in işgalinde ilk günde 8635 Türk insanlık dışı yollarla katledildi. Batı Trakya da ki zulüm ve dehşet misli misli fazlasıyla Egede sürüyordu.

Artık Türklerin tamamının katledilmesinin görüşüldüğü günlerde, silahları olmasa bile Çanakkale’de, yedi düveli perişan etmiş Türklerden arta kalanlar yeniden saflarda yerini aldılar.

Tek silahı sırtındaki kazması veya küreği olan amcalarımızın, teyzelerimizin yüreğindeki kuvvet ve asalet Malazgirt’te ki saf tutmuş Alpaslan’ın Ordusunda ki yiğitlerden farksızdı..

Mete’ler, Bilge Kağan’lar, Kürşat’lar, Çağrı Beyler, Tuğrul Beyler ve Atsızlar, Yağmurlar, Kutalmışlar ve büyük Türk komutanları ve orduları sanki dirilmişler saflarda yerlerini almışlardı.

Onlar, Son Türkler’in son mücadelesinde bir Bozkurt’un ruhunda birleştiler. “BOZKURT”’un önderliğinde Gaziler tekrar şahlandı, Paşalar orduları yeniden kurdu.

Bozkurt derledi, toparladı.

Son Türk Devleti’nin kahramanları, işgalcilerle yeniden hesaplaşmaya girdiler.

Bozkurt ve ordusu, o cepheden bu cepheye koştu. Destan üstüne destan yazdılar. İşgalcilerle yapılan hesaplaşma, Bozkurt’un, komutanların ve Mehmetçiğin zaferi ile bitti.

O bir Bozkurt’tur...

Türk tarihine ismini şanla şerefle yazdırmış yüzlerce Bozkurt gibi O bir Bozkurt’tur.

O, 41 yaşına kadar cephe cephe koşturmuş bir Bozkurt’tur...

Trablusgarp’ta doktoru “ölürsün tedavi olman gerekiyor” dediği halde, hastaneye yatırılmayı kabul etmeyen, 41 derece ateşle can havliyle cepheye koşturan bir kahramandır.

O Bir Bozkurt’tur.

O, Çanakkale’de “Komutanım buradan geçeni vuruyorlar” diyen askerlerine “Çocuklar siz arkamdan gelin” diyerek, geçilmesi zor yerlerde askerlerine siper olan, savaşın en kritik yerinde vızıldayan kurşunların arasından savaşı ufuk çizgisinde idare edip, “Ben size ölmeyi emrediyorum” diyerek, kazanılması en güç noktada askerine ölme emrini vererek, Türk Milletinin makûs talihini değiştiren Bozkurt’tur.

O, Sakarya’da savaşın kaybedildiği ve düşmanın kazandığından emin olduğu ve paşaların bütün umutlarını kaybettikleri bir sırada, “Hattı müdaafa yoktur, sathı müdafaa vardır. Bu satıh, bütün vatan topraklarıdır” diyerek bütün savaş kaidelerinin dışına çıkıp, açık alanda ve boğaz boğaza bütün yurt sathında savaşılacağını ilân ederek, düşmanda yılgınlık meydana getiren kahraman bir Bozkurt’tur...

O, bütün gençliğini Savaş meydanlarında tüketmiş, ömrünün son 15 yılında Türk Dili ve Türk tarihi ve kaybolmaya yüz tutmuş Türk Kültür ve Medeniyeti ile ilgili çalışmalara adayarak, Modern “Türk Devrimi” ni – “Türk’e dönüş devrimini” - başarıyla gerçekleştirmiş bir Bozkurt’tur.

Türk milleti Göktürklerden 12 asır sonra Onun önderliğinde, “Türk” adı taşıyan , Çağdaş, Modern, Tam Bağımsız Ulus Devletimizi Kurmuştur.

Bugün “Türklüğümüzden gururla bahsedebiliyorsak bunu O’na borçluyuz. O’nun önderliğinde milli mücadele yapan atalarımız bize lekesiz bir bayrak tertemiz bir mazi bıraktılar. O Cumhuriyetimizi kuran, Son Türkler’in Son Bozkurtuydu..

ikinci Ergenekon’dan çıkışımızı sağlayan Bozkurt!

Yüzyıllar Sonra “Türk” adıyla anılan bir devlet kurma şerefini taşıyan bir bozkurt!

Kendisi de biliyordu Bozkurt olduğunu...

Cumhuriyetimizin ilk yıllarında çıkartılan paraların pulların üzerinde, Bozkurt resmi vardı... Subaylarımızın şapkalarının kokartını Bozkurt süslüyordu...

Ulus’daki kendi heykelinin kaidesine iki bozkurt başı yaptırmayı ihmal etmemişti...

Atatürk tarafından ülkenin en sıkıntılı günlerinde bütçeden önemli bir kaynak aktarılarak kurulan Türk tarih Enstitüsünün amblemi Atatürk tarafından Bozkurt olarak seçilmişti.

Yine o dönemin önemli kuruluşlarından Petrol Ofisinin amblemi, Bozkurt olarak belirlendi. Atatürk döneminde, tekstil ticaretine başlayan bir büyük sanayicimiz, firmasının adını “Bozkurt Mensucat” olarak koyuyordu...

Kurduğu izci teşkilatının genç üyelerine “Yavrukurt” unvanı veriyor; şapkalarını Bozkurt motifi süslüyordu..

Şevket Süreyya Aydemir, ünlü Tek Adamında Atatürk için “Bozkurt” tabirini kullanıyordu.

İngiliz yazar Armstrong, tarihi hakikat trenine takılan yalan vagonları gibi önce bir hakikatten bahsediyor sonra yalanları sıralayarak İngilizlere has bir kurnazlıkla ters yüz ederek istihbaratçılık görevini ifa ettiği kitabın adını bile “Bozkurt Atatürk” olarak belirlemek zorunda kalıyordu..

Çünkü Batı bile onu yenilmezliğin asaletin ve Türk Milletinin sembolü Bozkurt olarak kabul etmiş ondan bahsederken "Bozkurt Atatürk" veya "Bozkurt Kemal" diyorlardı..

Öldüğü gün Avrupa'da, gazete manşetleri “Bozkurt öldü” şeklinde çıkıyordu.

O, adı yüzlerce yıl dünya Lideri olarak anılacak Mütevazi, Saygın, Milletine karşı oldukça Saygılı ancak Türk düşmanları karşısında devleşen halen yolumuzu tayin eden Büyük kurtarıcımızdı.

O Tıpkı “Oğuzhan” gibi Alper Tunga gibi Türklerin Kutsal Ata geleneğinde yerini almış, bu sebeple milyonlarca vatanseverin Anıtkabire koştuğu, daha binlerce yıl anılacak son ölümsüz Başbuğumuzdu...

Onun adı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tü...

Evet Kitabın girişine yazdıklarımız bunlar..

Değişen bir şey yok..

32 yıl geçmiş ancak içimizdeki ve dışarıdaki ihanet ile düşmanlarımız onlarca kat artmış!

Onlar ne kadar çoksa biz de o kadar azimliyiz inançlıyız kararlıyız!

Devşirmelere kanı bozuklara yenilmeyeceğiz!

Değerli Arkadaşlarım,

20 veya 80 yaşında Türk gençleri olarak Atatürk'ün çizdiği yol ve yönde yılmadan mücadelemize devam ediyoruz.

O'nun gözyaşları ile defalarca okuduğu Gençliğe Hitabe'nin ve Damarımızdaki asil kanın idrakinde Türk Gençleri olarak Cumhuriyetimizi, Yurdumuzu korumaya kararlıyız..

Ne Mutlu Türk'üm diyene..

TANER ÜNAL