1821-1918 ARASINDA YAŞANILAN DERİN ACILAR NEDEN BİZLERE ANLATILMADI?

Sevgili Okurlar,

1815 yılında Viyana Kongresi’nde Şark Meselesi/Doğu Sorunu ilk defa olarak gündeme getirildi, bundan sonra da siyaset ve devlet adamları ile, tarihçiler arasında önem kazandı. Kongre aslında Napolyon Bonapart’ın altüst ettiği Avrupa siyasi haritasını düzenlemek için toplanmıştır. Ancak konu dönüp dolaşıp Osmanlı Devleti üzerinde yoğunlaşmış ve Şark Meselesi resmen ortaya çıkmıştır. Şark Meselesi XIX. yüzyıl boyunca devam etmiş, Osmanlı Devleti’nin tarihe gömülmesiyle de ortadan kalkmıştır.

Düvel-i Muazzama denilen Rusya, Avusturya, İngiltere, Fransa ve Prusya Osmanlı Devleti’nin topraklarını paylaşabilmek için yapay bir Şark Meselesi oluşturmuşlardır. Bu devletlere daha sonra 1871’den itibaren Almanya’da katılmıştır . Özellikle İngiltere ve Rusya Şark Meselesi’nde öncü ve etkili iki devlet olmuştur. İtalya ise siyasi birliğini tamamladıktan sonra ancak 1911 Trablus- garp Savaşı ile Osmanlı Devleti üzerindeki paylaşımlara katılabilmiştir. Hatta İtalya Genelkurmay Başkanı General Alberto Pollio Şark Meselesi’nin yüzyıllar boyu sürdüğünü ifade etmektedir. İtalyan Generalin söylediği gibi uzun süren Şark Meselesi’ne son dönemlerinde İtalya’da katılmıştır. Zamana ve mekâna bağlı olarak ortaya çıkan ve değişik şekillerde tarif edilen Şark Meselesi'nin temelinde Hıristiyan-Türk veya Avrupa -Türk münasebetleri yatmaktadır. “Doğu Sorunu", Avrupalılar'ın, yakın tarihlerde genel olarak, Osmanlı İmparatorluğu'nu, önce üzerinde çeşitli çıkarlar elde etmek ve onu zayıflatmak; bu arada İmparatorluğun Avrupa'daki topraklarını ele geçirerek aralarında paylaşmak ve Türkleri Avrupa’dan atmak, sonra da aynı şekilde geri kalan kısmını paylaşarak Türkleri ortadan kaldırmak amacıyla yürüttükleri, Avrupa, -Türk ilişkilerinin bütününe verdikleri addır.

Sevgili Okurlar,

Osmanlı Avrupa topraklarındaki çözülme ve parçalanmalar Balkanlarda milyonlarca Türk’ün en vahşi biçimde katledilmesi ve Türklere ait kültür varlıklarının imhasıyla neticelenmişti. İngiltere Fransa gibi büyük devletler taarfından yapılan düzenlemelere göre; katledilen Türk’ün mallarını katleden şahsa veriliyor, öldürülen Türk başına tüfek,bolca mermi ve önemli meblağlarda para veriliyordu. Türkler bir anda komşusu olarak bildikleri Gayrı müslimler tarafından tüm aile fertleri ile birlikte katlediliyordu. Bu katliamlar zamanla kurumsal bir şekle dönüyor, Türklere işkenceler yapılıyor kadınlara çocuklara tasallut ediliyordu. Kaçmaya çalışan Türkler yollarda öldürülüyor çok azı Anadolu’ya ulaşabiliyordu. Osmanlı tarihi boyunca seçkin ve en müsamaha gösterilen Hristiyanlar bir anda canavar kesiliyor yüzyıllarca birlikte yaşadıkları Türkleri katlediyorlardı. Bu çok acı bir tarihtir. Balkanlar bizim için bir vatandı. Biz balkanlarda bir vatan kaybettik. Balkan Türkleri Oğuzların en seçkin boylarına mensup olarak Balkanlara yerleştirilmişlerdi. 1817 Sırp İsyanı, 1821 Rum İsyanından Balkan Savaşlarına kadar geçen sure içerisinde 12 Milyon Balkanlarda soykırıma uğrarken, Anadolu’da ise aynı tarihler arasında 8 milyon Türk adeta soykırıma uğramış gibi savaşlara ve olaylara maruz kaldı. Toplam da 20 milyon Türk telef oldu gitti. Türk ırkını tamamen Balkanlardan ve Anadolu’dan silmeye yönelik olarak yapılan ve 100 yıl devam eden katliamın dünya tarihinde bir örneğine daha rastanılmamıştır.

Avrupa ve Rusya bu katliamları yaparken bir diğer taraftan “Barbar Türkler” gibi bir propaganda savaşı sürdürmüş Avrupa gazetelerinde yapılan yayınlarla halkın ve askerlerin kafasına bu imaj işlenmiştir. Bu sırada Osmanlı devleti Türkleri korumak için ne yapıyordu diyenleriniz olabilir: Hiçbir şey yapamıyordu.. Balkanlardaki Türkler Batılıların insafına kalmıştı. Yorulana kadar öldürüyorlar ve mallarına el koyuyorlardı. Türkler ise bu katliamların önünden kaçarak Anadolu'ya ulaşmaya çalışıyordu. Ancak hayli uzunca bir yol boyunca Türkleri koruyacak hiçbir güç kalmamıştı. Türklerin katledilirken bu katliamların ulaşamadığı yerlerde can havliyle Anadolu'ya doğru göç eden silahsız halkı koruyan hiç bir güç yoktur.

Yapılan anlaşmalarla yeni devletlerin kurulduğu bu topraklara Osmanlı Devletinin müdahale veya ulaşma imkanı bile kalmamıştır. Osmanlı kabuğuna çekilmiş bu katliamları seyretmekte yeni devletlerin kurulduğu bu topraklardan göç eden Türklerin arkasından Kurulan ülkelerin silahlı güçleri veya çarlık Rusya’sının dev orduları tüm devlet ve savaş hukuku sorumluklarından mahrum olarak, yoksun olarak sadece Türk olmaktan başka suçu bulunmayan ve Anadolu’ya ulaşmak dışında hiç bir emeli bulunmayan insanlarımızı “Türk oldukları için cezalandırdık” söylemleriyle keyiflenerek Onların Anadoluya ulaşmalarına bile müsaade etmemişlerdir.

Bizim bunlara karşı tepkimiz ne olmuştur? Osmanlı devleti döneminde hiç bir tepkimiz olamamıştır. Çünkü Katliamların biri bitmeden diğeri başlamış, Rusya, İngiltere, Fransa gibi emperyalist devletler, Ermeniler, Bulgarlar veya Rumlar gibi toplulukların askerlerini önden sürmüşler ancak bu toplulukların arkasında asıl kendi güçlü ordularıyla katliamlar yapmaya devam etmişler girdikleri her yerde Türkler toptan yok edilmiştir.

Sevgili Okurlar,

Naziler tarafından geneli Hazar Türklerinden oluşan Yahudi Türklerin Katliamının arkasında Antisemitizm den ziyade İsrail devleti kurulması için İbrani - Nazi dayanışmasının olup olmadığı konusu halen tartışma konusuyken ABD ve İngiltere kendi soykırımlarını gizlemek için 70 yıldır sürekli Nazi filmleri çekmeye devam etmektedirler. Hal böyleyken Balkanlarda yüz yıl boyunca katledilen 12 milyon Türk ile ilgili tarih kitaplarında bir sayfa bile yoktur. Arap çöllerinde katledilen,İngilizler tarafından esir edildikten sonra gözleri kör edilerek işkenceyle katledilen veya Araplar tarafından birlikleri kalmadığı için diğer birliklere ulaşmak amacıyla Anadoluya doğru dağınık vaziyette ulaşmaya çalışan askerlerimiz dönüş yollarında karınları yarılarak altın aramak maksadıyla katledilmişlerdir. Bir Milyon civarında Türk Anadolu'ya ulaşmayı başaramamıştır. Şam Hastanesinin kapıları dışarıdan çakılarak elektrik kesilerek içeride binlerce Türk yaralı ve hasta vaziyette çığlıklarla ölürken dışarıda keyifle bu vahşeti izleyenlerin yaptıklarını anlatan bir Tarih-roman, film veya dizi yoktur. 1900’den itibaren “Burası Huş’tur yolu yokuştur… Giden gelmiyor acep nedendir” diyerek içimizde bir sızıyla dinlediğimiz “Yemen Türküsü” gidipte dönmeyen bir milyon Türk’ün Devşirme paşalar tarafından soykırıma gönderilişinin acı tarihidir. Bunların hesabını soran yoktur. Cumhuriyet kurulduktan sonra bunların hesabı neden sorulmadı neden bizim tepkimiz geçmişi unutmak şeklinde olmuştur.? Önce bunu anlamalıyız! Cumhuriyeti kuranların önünde iki seçenek vardı. “Ya yüz elli yıllık acılardan hareketle maruz kalınan vahşete karşı dünya’ya hesap sorma duygusu” taşıyan nesiller yetiştirmek veya “geçmişin acılarını zihinlerden silerek dev kalkınma hamlelerine gireşerek yeni ve dipdiri bir Ulus inşa etmek.”

50 yıla yaklaşan incelemelerimiz olgunlaştıkça Cumhuriyeti inşa edenlerin sözlerinden onların genel düşüncelerini okur gibi olduk. Cumhuriyeti Kuran Büyük Türk Milleti Ulus olarak yeniden doğarken Kurucular “Büyük trajediler geçti, facialar geçti başımızdan, ama bu vatanı kurtardık. O zaman geçmişe bakmayalım. Çünkü, bu insanlarla yaşayacağız, bu devletlerle yaşayacağız. Bunlara karşı kin gütmeyelim. Buradaki acı tarihimizi unutalım, geçen geçmiştir. Biz, ileriye bakalım” ve bütün kuşaklar birbiri arkasından böyle yetiştirildi. Yani bu kuşaklarda intikam duygusu yoktu, intikam duygusu bu kuşaklara bile verilmedi. Onlar “Bundan sonraki kuşaklara da intikam duygusunun ağırlığını yüklemeyelim. 10 Milyon nüfusumuz var. Yolumuz fabrikamız hiç bir şeyimiz yok. Almanya’da 80 milyon İnsan yaşarken sahip olduğumuz topraklarda 300 milyon insan refah içerisinde yaşayabilir. Kaldı ki Kuvvet dengesi, bizim bir kez daha oralara gitmemize, vatan saydığımız, yurt saydığımız yerleri tekrar almamıza veya almasak dahi, sivil insanlar halk olarak yerleşmemize imkân vermiyor, insanlarımıza böyle bir hayal yüklemeyelim.” Diye düşündüler.

Sevgili okurlar,

Türk millet asil millettir. Barışçı millettir. Acılarını yüreğine gömmeye alışmış bir millettir.Ancak karşımızdakiler böyle değildi. Onlar zaten yeni kurulmuş, genişliyor, genişleme imkânına sahip Batı toplumu uluslararası toplum tarafından, zaten destekleniyorlardı. Bu destekle onlar hâlâ elimizde bulunanları alma eğilimini içlerinde muhafaza ettiler, çocuklarına “Türkiye topraklarında gözlerinin olması gerektiğini,Türklere karşı kin ve intikam duygusuyla dolu olmaları gerektiğini” okutmaya devam ettiler. Onların çocuklarına öğrettikleri tarih gerçeklere değil kurguya dayalıydı. Onlara göre Anadolu; tarihi bakımından onların; bir tarafta Rumlar, bir tarafta Ermeniler vardı. Anadolu onlara aitti. Tarih uzundu, kinlerini içlerinde sakladıkça güçlenecekler yarın bir gün Anadoluyu tekrar alacaklardı. Halbuki gerçek tarih öyle değildi. Anadolu tarih boyunca Türk kavim devletleri veya Türk devletlerine yurtluk etmişti. Rumlar Bizans etrafında küçük bir bakiye, Ermenilerde Türklerin içerisinde yaşayan menşe olarak Hay Türklerine dayanan ancak cemaatleşmeyle Türklere düşman bir kimliğe bürünen bir cemaatti. Fatih onları İstanbul’a toplayıp Ermeni Cemaatlerini oluşturmasaydı bu gün varlıkları bile söz konusu olmayacaktı.

Kurtuluş Savaşında yerle bir ettiğimiz her biri O günün dünya devi, sömürgeler imparatorluğu haline gelmiş “düveli muazzama” devletleri olan ingiltere, Rusya, Fransa ve emperyal savaşta sonradan yer alan ABD ise Türkiye Cumhuriyetini yok etmek için yüz yıllık kinleriyle bu gün sahnede yerlerini alıyorlardı. Muarızlarımızın kinleri yenilmiş veya istediğini alamamış olmanın getirdiği eziklikten oluşan psikoloji nedeniyle tarihlerine ve bizim tarihimize dört elle sarılırken, bizim unutkanlığımızın, unutmamızın zararlarını bu gün yaşıyoruz. Çünkü düşmanlarımızın gözleri topraklarımızda biz geçmişte neler yaşadığımızı onların bize neler yaptıklarını bilmiyoruz. Geçmişte neler yaptıklarını bilmediğimiz için onların bize yeniden neler yapabileceklerini de idrak edemiyor veya göremiyoruz.

Atatürk halen son yüzyılın emsalsiz lideridir. Dünyada son 500-1000 yılda Atatürk çapında bir lider yetişmedi. Büyük kurtarıcı Atatürk, sıradan bir subay olarak başladığı hayatında cephelerden tırnaklarıyla hiç bir hata yapmadan tüm savaşlarını kazanarak en tepeye çıkan daha sonra komutanlarını birleştiren ve Milletiyle birlikte Kurtuluş Savaşı yapıp kazanarak ülkesini kurtaran sonraki 15 yıl içinde yeni bir ulus yaratmayı başaran ikinci bir lider yoktur. Max Weber Karizma sözcüğünü ortaya atarken, “Büyük liderin o olağanüstü karizmasıyla toplumu büyük bir felaketten, büyük bir başarıya bir tür anesteziyle geçirdiğini anlatır. Yani acılar, kayıplar unutulur ileriye bakarsınız. Yeni insan, yeni devlet, yeni toplum, yeni değerler yaratmaya başarırsanız tüm bunlar milleti büyük bir umut verir ve yılgınlıktan acılardan sıyrılır mutlu ve mürefeeh bir dünyaya geçersiniz.” Diyordu.

Atatürk belki Max Weber’i inceleme imkânına sahip olmamış bile olabilir ancak Büyük kurtarıcı Atatürk’ün olağanüstü başarıları ve halkıyla bütünleşerek Onurlu gururlu mutlu huzurlu bir toplum meydana getirmeyi başarması bizi ileriye, geleceğe, yönümüzü Cumhuriyete çevirdi; geriye, arkaya bakmamıza yol açtı. Bu aslında belli ölçüde sağlıklı bir toplum da yarattı. Atatürk Türk tarih tezini ortaya atarak Tarihimize ışık tutu. Tarihimizin tüm gerçekliğiyle ortaya çıkması için öncülük etti. Ancak O’nun ebediyete intikaliyle devam eden onlu yıllarda yeni bir ulus olarak ayağa kalkmakla birlikte tarihimizle yüzleşerek acılarımızı öğrenmemiz gerekirken bu yapılmadı. Bu yapılmayınca Çanakkale Savaşları haricinde yaşadığımız acılardan bihaber nesiller yetiştirdik. En yakın tarihimizde yaşadığımız Mora katliamlarını, Girit, Kıbrıs, Balkan katliamlarını, 1828-1829 Osmanlı rus Savaşı,1877-78 Osmanlı Rus Savaşı sırasında yaşanılan acıları ve kitlesel katliamları öğrenemedik. Öğrenemeyince geçmişini bilmediği için nelerle karşılaşacağını bilmeyen, vizyonsuz, gelecekten hebersiz vara yoga konuşan politikalar oluşturan Batı’ya uşaklık etmeyi maharet sayan zavallı politikacılar ve sözde fikir adamları yetiştirdik. Balkanlarda büyük acılar yaşandı. Balkan Türkleri bu acıları atalarından öğrendikleri için genetiğinde hissediyor. Bu sebeple tehlikeleri görüyor ve ülkemizin belkemiğini oluşturarak vatansever insanlar olarak mücadele veriyorlar. Ancak bu acı sadece onların acısı değil hepimizin ortak acısıdır.

Sevgili okurlar,

Ülkemizin %86’sı ırk olurak Türktür. %94’ü Türklükten başka kimliği Kabul etmemektedir. %96’sı Türkçeden başka dil konuşmak istememektedir. Mozayık değil, tunç gibi yıkılmaz bir milletiz. PKK ve diğer yollarla bütünlüğümüzü bozamayınca bu sefer Suriyeli, Afgan, Pakistanlı veya Afrikalı ne buluyorlarsa ülkemize dolduruyorlar. Nitekim bir Yörük/Oğuz Türkü kardeşiniz olarak Balkanlara gönderilen daha sonra Soykırıma uğrayan tamamı Yörüklerden seçilerek gönderilen Balkan Türklerinin acısını onlar kadar olmasa da bende yaşıyorum. Bu gün içimizdeki ve dışımızdaki dört bir yandan bizi kuşatan düşmanları daha iyi tanımak için önce geçmişimizle yüzleşmeli geçmişteki kayıplarımızın acılarını yüreğimizde hissetmeliyiz.Çünkü psikolojide bir kural vardır, “Büyük kayıplarınızın yasını tutmanız lazım. Tutmazsanız sağlıklı bir yaşamınız olmaz.” Bu ailelerde de böyledir, toplumlarda da böyledir. Türk milleti büyük kayıplarının yasını tutmamış bir millettir.

Değerli Arkadaşlarım:

“Biz Türk millet olarak neden geçmişimizide maruz kaldığımız zulüm ve acılarla yüzleşmiyoruz?” Sorusunu kendimize daha çok sormak zorundayız. Aslında Ermeniler bizi rahat bıraksalardı, soykırım isnatları olmasaydı; hiçbir zaman bu işe geriye dönüp bakmayabilirdik. ABD Suriye sınırımıza 150.000 tır silahla PYD/PKK hainini donatarak yerleşerek terörist bir ordu konuşlandırmasa geriye dönüp bakmayabilirdik. İktidarıyla muhalefetiyle bu kadar ülkesinin aleyhine ve düşmanca işler yapan siyasilerimiz olmasaydı geçmişe bakmayabilirdik. Tüm Batılı ülkeler içimizdeki zararlı adamlarla el birliği içerisinde üretimimizi, imkanlarımızı yok etmeseler, tüm tesislerimizi, sermayemizi, hatta elektiriğimizi aşımızı geleceğimizi ele geçirmeseler, Ülkemizin dağını taşını ormanını bile Türk milletine çok görerek tahrip etmeseler belki geçmişe bakmayabilirdik. Şimdi geriye dönüp yüzlerce kitabın içerisinden cımbızla çekerek oluşturduğumuz bilgilerle geçmişte yaşadığımız acıları tarihin derinliklerinden çıkarıp milletimizin önüne koydukça anlıyoruz ki Türk milleti tarihiyle, tarihinin acılarıyla yüzleşmemiştir. Varlığını zenginliğini Soykırımcılığına borçlu olan Batılılar çok küçük hadiselerden bile dramatize olaylar çıkararak, hatta uydurma senaryolarla hazırlanan film veya dizilerle oluşturulan suni acılarla toplumlarını motive etmeye çalışırken, biz onlarca milyon Türk’ün nasıl katledildiğinden bu katliamlar yaşanırken milletin çektiği acılardan habersiziz.

Değerli Arkadaşlarım,

Sorun sadece Ermeni sorunu değildir. Ermeni sorunu yaşadığımız acılardan sadece birisidir. Çok büyük acılar yaşadık Türk millet kendi büyük acılarıyla yüzleşmemiştir. Biz bu acıları içimizde canlı canlı yaşayan gözyaşlarını içine akıtalarak 80-90 yaşlarına kadar bizlere birşeyler anlatmaya çalışan insanları bile anlayamadık. Bu acıların timsali olmuş isanlarımızı bile milletçe gereği kadar anlayamadık. Çocukluğumdan bu yana tarihe merakım vardı. Neler yaşanmış merak ederdim. 60’lı, 70’li yıllarda ihtiyar kahvesi adını verdiğimiz kahvehanelerde yüzden fazla istiklal muharibi veya o dönemi yaşamış insanların hatıralarını uzun uzun dinledim. Her biri ayrı bir acı yumağıydı. Tabii ki bu bilgiler bilinçaltımıza bile işledi ancak keşke zamanında bunları yazıya dökme imkanım olabilseydi. Bu vatanın ne fedakarlıklar üzerine kurulduğunu bu gün ilk el kahramanlardan anlatma imkanımız olurdu.

Sevgili Okurlarım,

Dedemden Babamın Dayısı Mustafa Efendiden yıllarca yaşanılanları dinledim. Onları ileride yazmayı da düşünüyorum. Ancak bunlar dışında iki canlı örnek daha vereyim: Annemlerin mahallesinde yaşlı bir teyzemiz vardı. Bizi oynarırken görür sevmek için elini uzatır, yaşlı gözlerle “Kaçmayın yavrularım gelin bir sevivereyim. 7 Çocuk anasıyım ataşlarda yanasıyım” derdi. Rahmetli eşimin dedesinin hali vakti yerindeydi. Ancak evde küçük bir odaya geçer kapıyı kapatır günün yarısı ağlar neden ağladığı konusunda kimseye de bir şey demez, kimse de bir şey soramazdı. Ölmeden önce hasta yatarken kendisine “Dede zengin bir adamsın bir derdinde yok neden bu kadar çok ağlayarak bir ömür geçirdin?” dedim. Bana “Evladım biz 12 kardeştik. Onbirimiz savaşlardan dönmedi. Güzel güzel ağabeylerim arslan gibi hepsi yakışıklı yakışıklılardı. Gittiler gittiler ancak hiç biri geri gelmedi. Anam ve babam ağlaya ağlaya öldü gitti. Ben 10 yaşında yetim ve tek başıma kaldım. Malım mülküm anamdan babamdan bir iğne bile ilave etmeme gerek kalmadı. Ancak gözümü yumsam ağabeylerimi görüyorum. İçimden sürekli ağlamak geliyor. Çok zor yıllar yaşadık. Çocuktum derin izleri kaldı ve atamadım. Hayatım ağlayarak geçti gitti.” Dedi.

Sevgili Okurlar,

Türk milleti, Çanakkale Savaşları ve Sarıkamış dramı hariç büyük kayıplarıyla yüzleşmemiştir. Türk millet Zengin bir toplumdan ırgatlığa daha sonra hamallığa ve açlıktan ağaç köklerinden veya otlardan yemek yapmaya kadar varan 19.yy tarihiyle yüzleşmemiştir. Türk millet yüzyıllarca Hanedan devletlerde yaşadığı acılarla yüzleşmemiştir. Değerli Arkadaşlarım,Daha çok daha çok çalışmalı insanlarımızın uyanmaları için elimizden geleni yapmalı, Milletçe geçmişteki acılarımızla yüzleşmeli, böylece yaşanması muhtemel tüm tehlikelere karşı milletçe daha büyük acılar yaşanmasını önlemeye çalışmalıyız.Bir sonraki paylaşımımızda “Ermeni Tehciri neden ve nasıl yapıldı” sorusunu ayrıntılarıyla cevaplayacak Ermeni Soykırım yalanını muarızlarımızın yüzlerine çarpacağız Tüm değerli arkadaşlarımıza Sevgi ve Saygılar sunar, Mutlu, başarılı, sağlıklı güzel günler dilerim.

TANER ÜNAL 28 Nisan 2022