12 Eylül mağduru Taş Mektep


1979 Yılında adım attım üniversiteye.
O sıralar tüm üniversitelerde sağ ve sol görüşlü öğrencilerin iktidar savaşları sürmekte, otobüs durakları, kahvehaneler gizli ellerle taranmakta, terör hızlı bir şekilde tırmanmakta, sürekli ölüm, suikast haberleri, grevler, boykotlar, kurulamayan hükümetler, Polisin dahi ikiye bölündüğü bir ortam vardı.
O sıralar sağ sol kavgasının olmadığı, 1 sınıftaki sağcı/solcu 3. Sınıftaki solcu yada sağcıya ağabey dediği saygı gösterdiği, herkesin fikirlerini özgürce yaşıyor ve kendini inanılmaz güvende hissederek okuduğu bir okul vardı.
Bu okul Türkiye’nin bayrağını yedi denizde dalgalandıran zabitanı yetiştiren Yüksek Denizcilik Okuluydu.
Boğazın kıyısında, önünde S/S Hamit Naci staj gemisinin demirlediği, kayıkhanesinin üstünde odasında bizlere sürekli sporun erdemlerini anlatan Türkiye’nin ilk Atletizm madalyalı sporcusu Ruhi Sarıalp’in oturduğu, birbirine saygıda kusur etmeyen yüzlerce öğrencinin okulu.
Sabahın köründe okula gitmek garip bir alışkanlık değildi. Çayını alıp deniz kenarında kahvaltını etmenin keyfi ve ders saatinin gelmesinin beklendiği keyif yaşanırdı üniversitede.
Haydi Kanlıca’da yoğurt yiyelim diyerek 6 çifte kürekli teknelerle yoğurt yemeye gitmekte günlük aktivitelerdendi. Barbaros kahvesi okulun kantini gibiydi, briç bilmemek ayıp gibiydi. Mezunlar diplomanın arkasına Barbaros kahvesinin kaşesini vururdu. Yani oradan da mezun olunurdu.
Torna kullanmayı bilmeyen, kaynak yapmayı bilmeyen Mühendis olamazdı. Bu nedenle, kocaman bir atölyemiz ve atölye dersimiz vardı.
Türkiye’nin en eski gemilerinden biri olan S/S HAMİT NACİ’de staj yapmak anlatılması zor müthiş değerli bir deneyimdi. Her yaz Ege, Akdeniz limanlarını dolaşarak staj yapılırdı.
Bunlar dışarıda terör tırmanırken, insanlar birbirine düşman edilirken Türkiye’nin bir üniversitesinde yaşanıyordu.
Rüya gibiydi ama gerçekti.
Ve 12 Eylül 1980 asker en büyük darbesini YDO’ya yaptı.
Cemselerle okul basıp okulun yönetimini aldılar, yedeksubaylar, subaylar doldu okula. Bir yıl sonra da Tuzla’da bir bakanlığın dinlenme tesislerine taşıdılar okulu. Askerlerin yönettiği yatılı bir okula çevirdiler, 1 asırdır süre gelen geleneğini yıkmaya çalıştılar, Hamit Naci gemisini tatbikatlarda nişangah olarak kullandılar.
Yıllar sonra sayısız anılarımın olduğu o gemiyi delik deşik paramparça görmek ruhumu yaralamış ve buna sebep olanları iki dünyada lanetlemiştim.
Aradan nerede ise 40 yıl geçti ve Ortaköy’de okulun önünden her geçtiğimde içim acıyor, hayatımın en mutlu günlerinden bir kısmını geçirdiğim bu yuvadan bizi koparanlara her seferinde lanet okuyorum.